31 Ekim 2009 Cumartesi

V.A. - Süryaniler: Dini Müzik, Halk Müziği (2002)


Bu albüm Kalan müzik tarafından piyasa mantığından ziyade arşivlik bir çalışma olarak hazırlanmış gerçekten değerli bir çalışma. Ortadoğu'nun hristiyan kavmi Süryanilerin müzik kültürüne eğilinmiş bu albüm vasıtasıyla. Öncelikle biraz politique takılayım. Şu halkların kendi mevcudiyetlerini, sanki sadece varolup ayrı bir etnisite kimliğe sahip olma değersizmiş gibi, meşrulaştırmak için 19-20. yy. milliyetçilik kafasıyla kendilerini antik kavimler üzerinden referans alarak tanımlamaya çalışmalarını hiç bir zaman anlamamışımdır. Değişik kilise-mezheplere bölünmüş ve Arapçadan önce ortadoğu'nun lingua franca'sı olmuş Aramiceyi anadili olarak sahiplenen bu halkın da , görebildiğim okuyabildiğim kadarıyla kadim Asurlularla bir ilişkisi olmamasına rağmen, ki bu yönde bir iddiam da yok; belki de doğrudur ama zincirin koptuğu da inkar edilemez bir gerçek, buradan da bir iddia da bulunayım: hristiyanlık milliyetsizleştirip köklerden bir kopma gerçekleştirir; uluslaşma sürecini Asurilik üzerinden yürütmeyi zorlamalarını anlamak zor. Tıpkı Medler, Urartular, sırf isminden dolayı Kardular, Makedonlar, bizimkilerin yaptığı gibi Sümerler ve Etrüsklerde olduğu gibi. Yanlış anlaşılmak da istemem, direkten reddetmiyorum, daha araştırmalara gerek varken böyle hassas konular üzerinde ajitasyon-propaganda yapmanın kötü niyete dayandığına inanıyorum o kadar.
Albüme geçelim, albüm iki cd'den oluşuyor. İlki enstrüman seyrekliğine alıştıktan sonra çok daha sevip otantik bulacağınız dini parçalara yani ilahilere dayanıyor. Sanırım bu parçalar değişik sanatçılar tarafınan yeniden kaydedilmiş. Vokal performanslarına diyecek bir şey de yok. Fazla bir fikir sahibi olmadığım için sadece gregoryan müziğe benzemediğini yalnız belki Bizans ilahilerine yakın olabileceğini söyleyebilirim sound olarak. Sonuçta ekolu, epik bir atmosferden ziyade samimiliği duyumsuyoruz burada. Halk müziği örneklerine ayrılan ikinci cd ise ilk dinlediğinizde tam bir facia, fakkat zamanla alışıyorsunuz. Çünkü tamamiyle ortadoğu ve özellikle arap şarkı motiflerini takip ediyor parçalar. Zihar rock ve metal dinleyen bir insanın ilk dinleyişte sevebileceği şeyler değil. Bu şarkıların en azından bir kısmının aranjman olduğuna inanıyorum. Tanıdık melodilerin yanısıra bariz bir Kafkas şarkısı ve Mezdeke uyarlaması var. Bu da ilginç bir saptamaya yol açıyor, bu halkın halk müziği zamanla yokolmuş olmalı. Bunu sadece çevre halklarca asimilasyona bağlayamıyorum. Çünkü işin içinde sankim taliban zihniyetli kilisenin yasaklamaları var gibi gibi .
Sonuçta ise açık fikirli dinlemelerim neticesinde oldukça zevk alarak, öğrenerek dinlediğim bir albüme dönüşüverdi bu derleme.

7,75-/10

30 Ekim 2009 Cuma

RETRO: Lake of Tears - The Neonai (2002)


Grubun en beğenilen ve biraz da çizgi dışı albümü Forever Autumn (ki Forever Autumn ve So Fell Autumn Rain adlı şarkıları sevmeyen ölsün, ölmesin yok üzülsün, ama 10 dakkalığına, kimsenin günahını alamam bu yaştan sonra) ardından gelmesine rağmen Crimson Cosmos'un soundunu devam ettiren bu albüm belki de grubun en zayıf ürünü. Çünki yaratıcılığı zayıf, sound yumuşamış , hatta bumbastik yanları yandan yandan popa çalıyor. Zaten tekrar dinlemeden önce şöööle bir şarkı isimlerine bakınca hiçbirisi tanıdık gelmemişti. Fakkat dinledikçe şimşekler çaktı zihnimde. Bir The Shadowshires'ı, bir Sorcerers'ı, bir Can Die No More'u sevmemişmiydim kine? Haşa töbe töbe.
E Lake of Tears'ın kötü albümü de bu kadar oluyor, hiç obcektif olamıcam anacım.

8,0/10

As I've tried a thousand times
As I've died a thousand times
Can die no more

Round and round, we stand the same old ground
So I've found that we can't take them down
I can't play these games, who are they for
I can die no more


29 Ekim 2009 Perşembe

Dark - Endless Dreams of Sadness (1997)


Melodik death etkili gotik-doom metal tarzı ile kurabiye canavarı vokaline bayan vokal desteğini de alarak çıkış yaptığı dönemde pek de yaratıcılık ortaya koymayan bu çalışmanın ilk kısımlarında hoşuma giden özelliği atmosferik kiiibort'un efektif kullanımı ve dinamik temposu oldu. En azından sert ve sıkı melodilerin amatör söz ve düzenlemelerle birleşimi sevdiğim gibi bir hava yaratabilmiş. Neyse, amatör lirikleri de pek bi amatör yafu.
Dinlenilir, fena değil yani. Yalnız albümün ikinci yarısı hiç olmasa da olurmuş.

7,25/10

28 Ekim 2009 Çarşamba

Ancient - Trolltaar (1995)


Heyyt be! Eski black metalin gözünü seveyim. Cilalanmış bir soundun, göze göze girmeye çalışan iddialı çıkışların haricinde mütevazi bir sunu, en güzeli.
3 şarkı, sonuncusu bayan vokalin de müdahil olduğu ambiyatik bir çalışma. Asıl mühim şarkı ise 2. sırada yer alan Nattens Skonnhet. Black metal'in orasından burasından yananmaya çalışarak ya da black metal'i oraya buraya yamayarak dreamy, nostaljik, melankolik his yaratmaya çalışanlara black metal'in namına leke sürmeden bu işin nasıl yapılacağını gösteren basit bir çalışma aslında bu EP. Soundu biraz geri al, tekrarlayan inip çıkan melodik hipnotik rifler, bateriyi akıllıca müdahalelerle ama gelenekten kopmadan çalmaya devam et , ilkel hırıltılı bir vokal, epik klavye ve gitar sololarından kaçınma. Yallah! Al sana atmosfer...

8,0/10

27 Ekim 2009 Salı

Marty Friedman - True Obsessions (1996)

Önceki albümün sofistike mistik havasının tamamiyle silindiği bu albüm yaratıcılık açısından da oldukça kısıtlanmış vaziyette. İlk iki parça metal enstrümental olarak spor bültenlerine jenerik olabilecek gerilimi taşıyor. Ardından gelen parçalar ise rock baladları kıvamında, tava geldiğim anları simgeliyor. Baba, güzel ses rengine sahip bir eleman da bulmuş, iyi olmuş yani. Başta Hands of Time sonra Last September, Shine on me, Live and Learn örneklerinde olduğu gibi, sözler melodiler bayat ama benim hoşuma gitti. Vokalin seyrek blues rock'a kaydığı anları da yakalamak mümkün. Son parçalar ise yine sözsüz ve vasat, elektro ve akustik gitar birlikte işlenmesine rağmen önceki albümle kıyaslandığında zayıf kalıyorlar.

7,0+/10

25 Ekim 2009 Pazar

RETRO: Lake of Tears - A Crimson Cosmos (1997)


Güya eski albümlerimi bir kaç defa daha dinleyip RYM'de puanımı verecektim. Böyle albümler karşısında bunu yapmak çok zor. Tekrar ve tekrar dinliyorum bırakamıyorum.
Enerjik ve progresif ve gotik bir kopuş noktası önceki albümlerinden. Saykıdelik ve ortaçağ melodilerinin etkisini de gayet rahat hissettiğim albümü dinlerken bordo renkli bir vizyon eşliğinde kırmızı şarap tadı ve vişne kokusu beliriyor aklımda, gözlerimin arkasında, dilimde ve burnumda. Garip ilginç enteresan. 70'ler keyboardunun etkisini de es geçmemek lazım.
Ağır ve albümün genel sounduna göre sert When My Sun Goes Down, hoptirik Devil's Dinner ve albümün bombası bayan vokalli süper bas soundun hakim olduğu Lady Rosenred pek çok pek çok hoşlandığım parçalar. Bu albümün diğer bir bilindik şarkısı ki bence biraz sıkıcı, Raislin and the Rose Ejder Mızrağı'nın popüler ve yine bence uyuz, kötü kahramanı Raislin'e adanmış.

8,50+/10

24 Ekim 2009 Cumartesi

V.A. - The Art of the Saxophone Ballad (1998)

Saksafon ağırlıklı daha çok yemek müziği olarak tabir edilen şeye denk düşen bir musiki. Hep hayalimde parlament gece mavisi arka fonunda new york gökdelenlerine mavi ay ışığında bir terastan seyre dalmışken saksafon ve piyano eşliğinde bir müziği seveceğim yönünde bir umut besliyordum. Öyle çıkmadı. Bu toplama albümdeki parçalar yayvan aşk kokan melodiler yerine daha kısa notalar etrafında şekilleniyor. Yine de fena değiller, huzur verecek kadar olmasa bile fon müziği olarak dinlendirici bir etkiye sahipler. Parça ayrımı yapacak kadar caz musikisine aşina değilim. Yine de ilk parça Coleman Hawkins-How Deep is the Ocean, Corky Corcoran - Lullaby of the Leaves diyebilirimmm

6,75-/10

23 Ekim 2009 Cuma

W.A.S.P. - The Last Command (1985)


97 tarihli sürüm: İlk albümünden sonra bunu dinleyince hissettiğim tek şey hayalkırıklığı oldu. Wild Child gibi klasik bir parçanın yanısıra Widowmaker ve duygu aleminde gezinenlere yönelik Cries in the Night sevdiğim parçalar. Zorlarsan birkaç tane de vasatın üzerinde sayabilirim. Sound olarak önceki albüme göre daha rock'n roll, biraz daha yumuşak, uysal ve pek çok boş parça içeriyor. Bununla birlikte bu yeni baskısı Animal, I Wanna be Somebody, Sleep in the Fire gibi klasiklerin dahil olduğu çoğu live 7 parça barındırıyor. Façayı azcık düzeltmiş oluyorlar böylece.

7,25/10

22 Ekim 2009 Perşembe

Odious - Mirror of Vibrations (2007)


Mısırlı kardeşlerimiz black metal ile yerel ezgileri birleştirme gayesiyle müzik yapıyorlar. Kendi sözlerine göre yapmak istedikleri Orphaned Land misali bir türkü sonra tam death şarkı sıralamasından farklı bir şey. Uzun lafın kısası bu albümde yer alan şarkıların tümü black metal ve aynı zamanda etnik, yoğunlukları değişmekle beraber. Şimdi düşünelim, bugüne kadar black metal ile sentezlenerek başarılı örnekler verilmiş bazı dallar var: death, thrash, doom, senfonik, hala alışamasam da post-metal/sludge. Bir de ağıtlar, uzun havalar, ilahiler ile daha karanlık ve depresif köklere sahip olan doğu müziğini düşünün. İşte burada black metale eklemlenen bu tarz bir müzik değil, bildiğin "oryantal". Ki mutlu eğlendirici bir tarzı black metal ile pek bağdaştıramıyorken, misal Finntrol, sarhoş troll şarkıları yerine bu toprakların mutlu eğlendirici ezgilerinin kullanılması pek bir fark yaratmıyor. Evet grup hedeflediği müziği yaratmış görünüyor, black metal kısımları da etnik kısımlar da vasatın üzerinde. Kısacası bu müziği dinlerken yüzleri ceset boyası bir kalabağın düğüne katıldığı, çiftetelli oynadıkları, yine yüzleri beşiktaş boyasıyla kaplı dansözlerin dansettiği, bu garip kalabalığın bir halka oluşturup şak şak şak hey diye damat halayına tutuştuğu ( For the Unknown Horrid) bir karnavalı gözümün önünden silemiyorum. Eğri oturup düz konuşalım , eğlendim mi? Evet, sıkıldın mı? Hayır. Ama ters bir şeyler var ortada. Mutluluk sarmalını zayıflatabilen ve aynı zamanda kanun (sanırım) katkısıyla baştan sona ilgi kanallarımızı açık tutabilen tek şarkı Smile in Vacuum Warnings adını taşıyor.

Odious amigos!

7,75/10

20 Ekim 2009 Salı

Cahit Külebi - Bütün Şiirleri (1936-1980)

Bu kitabın bir sahaftan aldığım 1985 tarihli baskısı şairin 7 kitapta toplanan 1980 yılına kadarki çalışmalarını içeriyor. Dolayısıyla uzuuun bir dönemin değerlendirmesi beni aşacağı için basit basit saptamalarla bu yazıyı geçiştireceğim. Önce bendeki kitabın kapak sayfası sarı-fıstık yeşli, umarım orjinal rengi budur zaman içinde renk değişimi sözkonusu değildir.
İlk kitap Garip akımının etkisi altında yazılmış şiirleri barındırıyor. Kamyonlar kavun taşır ve ben/Boyuna onu düşünürüm mısralı şiir basit ve etkileyici bir tarzın beğendiğim örneği iken Anadolu'dan beslenen epik yanı kuvvetli muhteşem Hikaye isimli şiir ki Işığın Yansıması şairane bir biçimde bestelemişti diye hatırlıyorum, ilerisinin ipuçlarını taşıyor. Daha sonra da içini doldurup yoğunlaştırdığı memleket, köylüler, kadınlar, doğa gibi imgelere sık sık rastlıyoruz. Orhan Veli'nin çok sık yaptığı sonu genelde şaşırtmaca ile biten kısa haikuvari şiir tekniğine de başvurmuş şair. Örneğin Otobüs şiiri ne kadar yolu saklasa da otobüs simgesi arkasında bence pek başarılı olmuyor. Ama Çiçekle Konuşma ya da Masaldaki Yalnızlık nispeten daha etkileyici. Ben yalnızlığı/Gökte uçar gördüm./Ben yalnızlığı/Garip naçar gördüm./Ben yalnızlığı/Gelip geçer gördüm. Bu topraklarda yaşamaya çabalayan insanın hayatı kadar basit. Orhan Veli hayranı olduğum için bu ilk kitap (Adamın Biri) en sevdiğim bölümü oldu bu koleksiyonun.
Rüzgar adlı ikinci bölüm de doğa üzerinden günlük hayat işlerine tutunmaya çalışan insanları anlatmaya devam ediyor. Önceki sade şiir anlayışını biraz daha Anadolu'nun aşık geleneğine yaklaştırıyor. Sonuç olarak bazen müsamere şiirlerini andıran ürünlerin çıkması kaçınılmaz oluyor. (Yurdum'un dizeleri Ağladığım senin içindir!/Güldüğüm senin için/Öpüp başıma koyduğum/Ekmek gibisin en azından didaktizmin başarılı bir örneğini teşkil ediyor) Melodramın hakim olduğu kitap Kadınlar, Çocuklar ,Dostlar, Yurdum gibi altbölümlere ayrılmış. Yorgunluğun iliklere kadar sindiği Dost adlı şiirin Bir gece habersiz bize gel/Merdivenler gıcırdamasın./Öyle yorgunum ki hiç sorma/Sen halimden anlarsın dizesinin devamında yine de umuttan vazgeçilmediğini görüyoruz. Bu kitap ile şairin kendi öznelliğine biraz daha fazla yöneldiğini anlıyoruz. Çocukların acımasızlığını insanlığa bağladığı Kuşun Hikayesi de oldukça etkileyici.
Üçüncü kitap, Yeşeren Otlar önceki çizginin daha sofistike devamı sayılabilir. Halk kültürünün modernizm süzgecinden geçirildiği, memleketin, şehirlerin daha gelişkin ve ilgi çekici tekniklerle betimlendiği (Tokat'a Girerken, Paris, Küçük Haberci Bulut örneklerinde olduğu gibi) eserlerin yanısıra şair son dizede şüphe yaratıcı, şaşırtıcı tepkiyi kullanmaktan vazgeçememiş görünüyor. Bir varken bir yok oldu/işte dünyamızın işleri tespitiyle sonlandırdığı alışılmadık Farenin Ölümü , yanlış zamanda canı alınan şairin Azrail ile elele ne yapacağını bilmez bir durumda kalakaldığı Cehennemde ya da sondaki sorulu bölüme hazırlayan mısraları tümden dışladığı 2 satırlık Çoban ( O kadar çaldı ki yürekten/Türküler aşındırdı kavalı.) iyi birer örnek bu konuya. Çürüyen Otlar ile ilk kitaptaki Hikaye adlı şiiri hatırlamamak da mümkün değil.
Destansı bir konseptin, milli mücadele döneminin konu alındığı dördüncü kitap Atatürk Kurtuluş Savaşında adını taşıyor. Bazı kıt'alarda kafiyeyi sağlamaktan kaynaklı çocuksu ifadeler (kuzumuz var, yaylalarda meleşir/çeşmemiz var gece gündüz söyleşir/yazımız var, pehlivanlar güreşir/bu toprağa kimse girememiştir) folklorik geleneklerden besleniyor. Coşkulu ve övgü dolu mısralara bugünün penceresinden bakınca mübalağalı olduğunun tespitini yapmak gerekiyor.
54-64 yılları arasınaki on yıllık dönemi kapsayan çalışmasının adı Süt. Şairin Anadolucu tavrının yetkinleştiği bir kitap. Ayrıca daha önce zorlama kaçan didaktik tarzı da coşkuyu kaybetmeden yalın bir halde okunur kılınmış (Köy Öğretmenleri). Dizelerin dramatikleştiği de gözden kaçmıyor. kancık geceler emzirir beni!/köpükle doldururlar ağzıma/zift gibi sütlerini ya da yıllarca buğday yerine yıldız ektik/bulut devşirdik kucak kucak/belliydi her savaşta yenilecektik. Şiirlerde şairin yaşadığı sağlık sorunlarının gölgesi, hayalkırıklıkları, umutsuzlukları daha yoğun aksettirilmiş. Özellikle son iki şiir Açık ve Eldesiz Çağrı etkileyici imgelemlerle örülü, okunası çalışmalar.
Türk Mavisi ile artık oturmuş homojenleşmiş bir Külebi şirinden sözedilebilinir. Dizeler daha akıcı, poetik ve ritmik. Fakat duygu aktarımında daha soğuk, sanki artık köyden değil de Ankaranın bürokrat bir kaleminden çıkma şiirler. Bu derlemede yer alan son kitap ,Yangın'ı değerelendirmek ise uzun bir sürede toparlandığı için zor. Eski dramatik gözlemlere dayalı dizelerden (işte Doğu bu.Bit deprem ve acı/mutluluk dediğin, bir lavaş ekmek/Bir avuç ateştir,umut dediğin/Gerisi kar,çamur ve tezek) modern kelimelerin kullanılarak yabancılaşmanın yaratıldığı örneklere (Uçak Alanı şiiri ve LSD), alışageldik yurt sevgisi öğelerinden 1960 darbesi güzellemelerine, kadın temasının espriyle donatıldığı satırlardan (işte Leningrad aylar boyunca/Almanlara karşı koyunca/ya ölüm ya özgürlük diyerek/süpürge tohumu ve fare yiyerek/yiğitliği de ölümü de tatmış./ne var ki yaradan yine de kızlarını/biraz burnu kalkık yaratmış) destansılığa (Bir Bataklık Türküsü) değişik lezzetler bulmak mümkün. Son değerlendirmem şu ki benim beğenilerime çok fazla seslenen bir şair değil Cahit Külebi. Ama yalın , anlaşılır, doğa ve yurt imgeleriyle dolu şiirlerinde özellikle ilk dönem başta olmak üzere hoşlandığım dizeleri bulmak zor olmadı. Amerika adlı 1971 tarihli şiiriyle bu akşamlık da veda ederken tüm dinleyicilerime esenlikiler dilerim efenim.

Önce Kristof Kolomb buldu Amerika'yı,
Sonra biz.
Umutlar azaldı, günden güne, mutluluklar
Ve ekmeğimiz.

Bir çocuk ağlarsa dağ başında
Gözyaşında Amerika akar.
Vurdularsa birini, kanı şorladıysa
Bilin ki o kurşunlarda Amerika var.

Kişi kişiye köle tutulduysa, asıldıysa
Darağaçlarında Amerika var.
Ama biz yine de direneceğiz
Sonuncumuza kadar.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Tribute to Paradise Lost - As We Die For... Paradise Lost (1998)


Yapılanların basit bir tekrarını aşıp yeniden üretimin gerçekleştirildiği ya da bu yönde çaba gösterildiği bu saygı sevgi albümünü diğer türdaşlarından ayıran en önemli özellik bu. Gotik metalin öncü grubu Paradise Lost'un DT ve One Second dönemine kadar olan parçaları, ki büyük bir avantaj oluşturuyor, birbirinden farklı gruplardan dinleme olanağını yakalamak ilginç. Çünki bu grupların ve yorumların birçoğu değişik black metal örneklerinden oluşuyor. Dinleyince PL müziğinin black metal'e ne kadar uyumlu olabileceğini anlamaktayız. Ayrıca daha atmosferik-endüstriyel-avangarttt kısacası deneysel metal örneklerini duymak da ayrı bir enterasanlık sunuyor. Doom-gotik ve folk tarzlarını da unutmayalım tabi. Anladığım kadarıyla her grup kendi tarzını empoze ederek PL'ye bütünüyle teslim olmadan yorumlamış şarkıları. Albüme katkıda bulunan grupların içinden sadece adını duyduklarımın sayısı bile sınırlı: Orphaned Land (Mercy'nin saz ve perküstik yorumu), On Thorns I Lay, Septic Flesh, Nightfall. Diğerleri ise Gloomy Grim, Misanthrope, Legenda, Argile, Godsend, Stille Volk, Yearning, SUP.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz ayrı bir konu ama bu albümle coverlama işinin hakkıyla nasıl yapılacağını görüyoruz.

7,25+/10

18 Ekim 2009 Pazar

Marty Friedman - Introduction (1994)


Megadeth emektarı gitarist MF'nin bu ilk solo albümü tam da beklemediğiniz gibi deli elektro gitar sololarının öttürüldüğü bir albüm değil. Elektrifikasyon yok mistifikasyon var. Orta-yavaş temposu , yaratıcı lakin sakin düzenlemeleri ile bu enstrümental parçalar şaşırtıcı bir işe , new-age etkisi altındaki bir işe imza atıyor. Albümün en beğendiğim parçası aynı zamanda bu mistifikasyonun rockla birleştiği anın zirve yaptığı Bittersweet oluyor. Klasik müzik etkisinin de ağır olduğu albümün zayıf tarafı ise artık ortalarından itibaren gözkapaklarınızın kapanmaya başlamasına sebep olacak kadar fazla dozda verilen huzurun parçalar arasındaki ayrımı zorlaştırması. Elbet kimileri için bu iyi bir şey, meditasyon yaparken fon müziği olarak rahatlıkla kulanabilirsiniz. Kapanışı ise güzel majestik bir parça Siberia ile yapıyoruz. Şık bir albüm.

7,75/10

17 Ekim 2009 Cumartesi

Dimmu Borgir - Death Cult Armageddon (2003)

Büyük grupları dinlememek gibi bir huyum var didiydim ya bunu bir süredir aşmaya çalışıyorum. Progenies.. gibi süper bir şarkının etkisiylen de Dimmu Borgir'in ilk bakışta kuul görünen ama aslında jant kapağından öte bir şey olmayan kapağa sahip bu albümlerini dinlemeye karar verdim. Biraz fazla temiz kayıdı, star wars ayarında tumturaklı senfonik öğesi ile öne çıkan bu albümle birlikte grubun neden black metal dinleyicileri tarafından pek sevilmediğini , en azından eski okul tayfa tarafından, sorguluyorsunuz. Şöyle ki müzik sert olmasına sert , çok da tekdüze değil ama kaydın sterilliği, ufak ufak şırınga edilen samplelar ile senfonik öğe başta olmak üzere dinlemeyi kolaylaştıran buumbastik tavır tepkileri topluyor. Ki bu "sulandırma" black metal de neymiş yahu diyen bir musikiseverin kulak kabartıp yengeç misali yandan yandan yanaşacağı bir tarz. Tabii grup üyelerinin para kazanıp azcık mtv usülü bir yaşama da geçmeleri aklı hala satanik güzellemelere takılmış eski mizantropik tayfa bünyesine iyi gelen şeyler değil. Haklı oldukları bir konu var: o zaman satanik sözleri bir kenara bırak kardeşim.. Neymiş, müzik sadece müzik demek değilmiş. Kimin umrunda! Shagrath'ın vokalleri çok hoş olmasa bile bazı bölümlere uyumu güzel, back ve clean vokaller sayesinde vokal kısımları daha da güçlenmiş albümün. Gitar biraz görevimi yapayım eşlik edeyim, öne çıkıp orkestrasyonu da bozmayayım havasında. Beklenildiği gibi bateri de takatuka değil daha değişken. Uzun parçalardaki tekrar, senfonik bölümlere uysa da genel de pek hazzetmediğim modern kayıt ve birkaç yaratıcı olmayan parça olumsuz yanları. Progenis..'in yanında başta Allehelgens.. sonra Blood Hunger Doctrine, Vredesbyrd, Eradicition.. gibi parçaları pek bi sevdim. Senfoniyi dahice müziklerini entegre etmeleri sayesinde bu kadar hoşlandığım bir albüm oldu. Albümün aslı Bathory'e ait Satan My Master adlı punkvari bonus parça ile sonlandırılması da güzel bir etki bırakıyor bendeniz üzerine. Nihayetinde Bathory'nin ilk orta ve son dönemlerinin hepsini severim.

8,0+/10

15 Ekim 2009 Perşembe

W.A.S.P. - W.A.S.P. (1984)


Aslında grubun bu çıkış albümünün 97 sonrası bonus şarkılı yeni baskısını dinliyorum. İlk baskılarda plak firmasının baskısı sonucu yer almayan Animal (fuck like a beast), neden alınmadığını annadınız galiba, ile 2 adet başka parça yer alıyor. O yıllardaki glam ve popüler hard rock türünden vokali, kesinlikle, ve enstrümanlarına daha sert yüklenmeleri , tutkuyla çalmaları ile ayrılıyorlar. Bestelerin dile dolanılırlığı ve belki de basitliği, sözlerde boş mevzuların ağır basması ile de benzeşiyorlar. Blackie Lawless'ı takdir ediyorum ama vokalinden de çok haz etmiyorum. Zaten bildiğim sevdiğim klasikleşmiş I Wanna Be Somebody'nin yanısıra Animal, School Daze ve Judas Priestvari The Torture Never Stops güzel şarkılar. Bonusda yer alan parçalardan biri de Rolling Stones'un ender de olsa etkileyici oldukları anlardan birine denk gelerek yazdıkları Paint It Black cover'ı. Garip olmuş açıkcası pek beğenip şeyedemedim. Unutmadan albümdeki favori parçam ise vokalin püskülün uyum içinde olduğu Sleeping (in the fire) adlı baladları oldu.

8,0/10

14 Ekim 2009 Çarşamba

Manowar - Fighting the World (1987)


Manowar'ın üzerine yapıştığı majestik tarzından ziyade daha hard rock/glam'a kaydığı ve maalesef epik şarkılarının ise o kadar iyi olmadığı bu çalışma ağızlara sakız marş Fighting the World ile açılıyor. Diğer dikkat çeken parça ise birkaç dinlemede eğlenceli sonrasında ise sıkan pek bir ticari Carry On. Holy War, Violence and Bloodshed ve Defender gibi klasik tarza yakın parçalar bumbastik olsa da bir şeylerin eksikliğini hissettiğiniz, kendi içinde dinamikleri sakatlanmış ve belki de yumuşak bir sound ve basit besteleri ile piyasaya göz kırpan şarkılar. Albümdeki favori şarkım ise albüme adını veren parça ile birlikte, sonda yer alan Black Wind, Fire and Steel. Dinamizmi yine sorunlu olsa da , yani çok sevdiğim yırtıcı vokalli kısım hazırlıksız bir biçimde aniden devreye giriyor örneğin, basit de olsa, ki haksızlık yapmamak gerek, Manowar karmaşık bestelere imza atan bir grup olmadı pek, hızlı temposu ile öne çıkıyor.
Bu albümle metal sevmeyen insanların dahi neden bu grubu özellikle arabalarında dinlemekten zevk aldıklarını anlamış bulunuyorum.

7,75/10

13 Ekim 2009 Salı

Gorillaz - Demon Days (2005)

Günümüzde sofistike bir pop albümüne rastlamak pek kolay değil. Bundan birkaç sene önce haysiyetli tavırları ile piyasayı sallayan ve başını deneysel müziğe beyin kanalları gayet açık Blur has adamının çektiği bu grubun müziklerinden hoşlanmamak da kolay değil. Tür konusunda trip hop diye niteleyenlere yok canım deyip hip hop, brit-pop ve İngiliz diyarının klasik elektronik etkisine dikkat çekiceğim an grubun sanal elemanlarının üstüme üstüme çullandığını hissetmiş bulunmaktayım. Beni kategorize etme diye bağırdıklarını duyar gibiyim. Amma velakin bu mühim bir Türk ozanının eskice bir şarkısı , çalmayın çırpmayın lütfen.
Single olarak çıkarttıkları ve bizim de kliplerini izlediğimiz Dirty Harry, Feel Good Inc., Dare gibi şarkıların yanısıra All Alone, Every Planet We Reach is Dead (güzel isim) gibi mühim şarkılarla dinlenilesi bir albüm. Hem eğlendiren hem düşündüren demiş atalarımız.

8,0+/10

12 Ekim 2009 Pazartesi

Long Distance Calling - Avoid the Light (2009)


Grup post-rock kalıplarını (tıngırdat tıngırdat coşş) takip eden 6 şarkısı ile bünyemi kafaüstü duvara çakmışcasına etkiledi doğrusu. Yaklaşık bir saat boyunca türünün naifliğini teline bastığı gitarı ile dövdüğü baterisi ile başka bir boyuta taşıması bunda en büyük etken. İnleyip sızlamayan onuruyla depresyonu yaşayan bir istanbul beyefendisi tadında, kaliteli prodüksiyon ve en sevdiğim şey, atmosferin dibini kazıyan ayarda synth. Farklı türdeki albümleri dinleyip dinleyip içlerinde nadir de olsa beğendiğim çıkınca çocuksu bir mutluluk yaşamamak elimde değil. Ve mutluyum. İlk iki şarkı ile karmaşık duyguların anaforunda dörtdolap dönüyorken Katatonia vokalistinin destek verdiği şarkı ile aslında bu müziğe vokalin de yakıştığının ayırdına varıyorsunuz. İsterdim ki bu albümün bir böyle enstrümental ve bir de vokalli versiyonu olsa. Zayıf tarafı ise birkaç parçanın bazı bölümlerinin biraz sönük kalması ki kadının kızında da oğlunda da olur böyle kabahatler.
Post-rock'a geçmek isteyen metalcilerin ilk dinlemesi gereken şey!

8,50++/10

11 Ekim 2009 Pazar

Arkandaki Gölge Büyük İhtimalle Sana Aittir

Kaze No Uta O Kike

Rüzgarın Şarkısını Dinle gibi bir manaya sahip bu eski anime, kadim bir halkın özelliklerini taşıyarak uçabilen ve rüzgara yön verebilen bir çocuğu ve faşizan bir yönetim altında inleyen halkla birlikte militarist yönetime karşı mücadelesini işliyor. Aslında klişeler, belki de yıl itibariyle bu klişelerin başlangıcı da eksik değil filmde. Örneğin kötü adamlar yani Nazizme benzeyen yönetim sadece ama sadece manyak bir liderliğe sahip olduğu için kötü. Bu basitleştirmenin yanısıra ekolojik, kültürel korumacılık gibi politik mesajlar da içermekte film. Çizim olarak hoş ama insanları çirkinleştiren organın burun olduğunu anlamış bulunmaktayım bu film sayesinde. Estetizm konusunda o kadar da başarılı değil. İzlenebilinir, tabi download ederek.

Surrogates-Suretler

Bruce Willis, bilimkurguya yabancı değilseniz yabancı olmayan bir konu, matrixin yeryüzüne intikali kısaca. Benzer konulara sahip birkaç film sayabilirsiniz, yalnız bir tanesi varki birebir, bkz. aşşaa. Aksiyondan ziyade akıl yürütmeye dayalı bir film. Gerilim pompalanmaya çalışıldı mı bilmiyorum , eğer öyle amaçlandıysa bunun adı hezimet olur. Yani izlenmediğinde birşey kaybetmeyeceğiniz izlediğinizde de pişman olmayacağınız bir film.
- I, Robot
- I, Willes, Bruce Willes. Nice to meet you.

Kungfu Panda

Eh fena değil animasyonlardan bir diğeri. Şişko tembel pandamız efsanevi bir kungfu üstadı olur kötülerle savaşır, göbeği en büyük silahıdır felan filan. Espri seviyesi az, çocuklara yönelik daha çok.

The Distinguished Gentleman

Yine tv'de izledim. Eddie Murphy bir dolandırıcıdır. Sonracığıma grubu ile birlikte senato seçimlerine adaylığını koyar. En büyük kozu, aynı ismi taşıdığı ve yeni hayatını kaybeden önceki dönem(uzuun bir dönem) senatörünün adını oy pusulasında görüp alışkanlıktan oy verecek aptal abd halkıdır. Kahramanlarımız asıl dolandırıcılığın anasının Washington D.C. de oynandığını göreceklerdir. Vakit geçirmelik eğlenceli hoş bir film. Elbet Edie Murphy tarzı bir filme katlanma katsayınız yüksekse.

Sky Captain and the World of Tomorrow

Sinemada kaçırdığım bir filmdi. Çizgi Roman benzeri görüntülerle birlikte yine çizgi romandan alınma konusuyla ilginç bir bilimkurgu. Senaryo birbirinden kopuk, pek çok şey havada kalıyor. Akıl yürütmezseniz ve bilimkurgu seven biriyseniz izlemekten pişman olmazsınız, fena değil.

Con Air

Ahh, çocukluğumun aksiyon filmi. Tekrar izlediydim. Ardarda manalı manasız aksiyon patlama çatışma işkence , izlettiriyor mu kendini? Evet. En buzağı suratlı aktör Nicholas Cage bile eğlenceden bir şey götüremiyor. Yalnız sorgulayan mantık arayan beyninizin yarısını kapatmanız lazım filmi izlerken.

Yetenekli Mr.Ripley

Bir sürü ünlü oyuncu, Matt Damon, Jude Law, Gwyneth Paltrow, Cate Blanchett. Ancak ben beğenmedim filmi. Gerilim desen gerilim değil, suç filmi desen o değil, bu değil.
Konumuz Avrupaya tatile giden zengin bir gencin yanındaki matt damon'ın zamanla ona yakınlaşması, ama bu zengin çocuğun ben başkasıyla evleneceğim, sen bir asalaksın filan hakaret etmesi, damon'ın onu öldürmek zorunda kalması ve bazen onun kimliğine geçerek yaşamaya çalışmasına rağmen .. şiştim.

The Hunting Party

Richard Gere'in başrolünü oynadığı 2007 yapımı film Bosna savaşı'nı Boşnakların yanlısı yani objektif bir tavırla işliyor. Bosna katliamlarında tırlatan ünlü bir savaş muhabirinin barış sonrası eski ekibini toplayarak Bosna'ya geri dönmesi ve başına ödül konan savaş suçu işlemiş Tilki kod adlı Sırp komutanının peşine düşmesi bize aktarılırken filmin sonunda anlıyoruz ki bu olayların bir çoğu gerçek. Tilki= Karadziç, gerçekten onun peşine giden bir gazeteci grubu olması vesaire. Olaylar sonlanıp bazı şeyler unutturulduğunda ancak bu mevzular tekrar işlenir. Yine de cesur bir film. Sinema açısından aksaklıklar akmazlıklar felan mevcut. Ama konu izlettiriyor.

10 Ekim 2009 Cumartesi

RETRO: Lake of Tears - Headstones (1995)


Bu aralar çeşitli sebeplerle daha az müzik dinliyorum. İyi de oldu. Eskilerden sevdiğim grupların albümlerine de bir gözatmaya başladım. Bunlardan biri de bence gözardı edilen Lake of Tears. Gotik rock/metal tarzını farklı etkileri kullanarak ve kendilerini geliştirerek icra eden grubun kritiklerini okuyunca birçok başka grubun ismi geçmekte. Yazsak bir kaç satırı bulur. Ama bu etkilenmeleri kendi tarzına dönüştürmede grup gayet başarılı. Özellikle Forever Autumn ile bilinse de progresif etkili up-tempo şarkıları da es geçilemez. İlk albümleri death/doom türüne yakın olduğu için hiç dinlemedim. Bu ikinci albümleri ise sonraki tarzın ipuçlarını taşıyan bir geçiş albümü, sonraki tarzına göre daha metal.
İçinde cayır cızır gitarlı , kendine has vokali , bulaşıcı rifleri ve orta-hızlı temposu ile A Foreign Road'un yanında daha slow Raven Land, melodik ve sert Sweetwater'u barındıran yapıtın en ilginç ve uzun çalışması ise new age ile metalin kesiştiği noktada duran The Paths of the Gods. Kriipi epikk.

8,25/10

8 Ekim 2009 Perşembe

Mastodon - Crack the Skye (2009)


Vow, arada sadece bir albümlerini dinlemedim ve geçirdikleri değişim pek bir çarpıcı. Bir kere hardcore vokal gitmiş, clean vokal öyle ahım şahım olmasa bile iyi yönde bir vazgeçiş. Üstelik vokalde destek de sözkonusu. Daha önce yaptıkları sık gitar akor değişimi, tempo değişiklikleri de oluruna bırakılmış. Progresifiz hemi de sert çocuklarız be abi işte bak diye gözüne gözüne sokma durumunda ısrar etmemişler. Hala enerjikler. Sound olarak da anaakıma yaklaştıkları söylenebilinir. Olgunluk? Bana ne! Sadece Oblivion ve Last Baron diyorum, 13 dakikalık Last Baron'u kırpıp biçip nakaratını telefon melodisi olarak kaydettim diyorum (last baron diye bir çığlık duyarsanız ortalık yerde benim telim çalıyor demektir, heh he, bu arada aslında konseptten çıkarttığımdan dolayı melodi beklediğim kadar iyi de tınlamıyor), arada bir let it go diye bağırıyorum, Ghost of Karelia'yi dinlenir hale getiren şey bateridir diyorum, albümün negatif yanı grubun geçmişini bilen ekstrem musiki dinleyicileri için işlerin basitleştirilmiş olması ve sık sık tekrar edilen pasajların karşımıza çıkması diyorum. Yahu amma çok şey diyorum.

8,25+/10

7 Ekim 2009 Çarşamba

Mors Principium Est - Inhumanity (2003)

Çok sevdiğim ikinci albümlerini dinleyeli o kadar zaman geçti ki bu ilk albümlerini gayet bağımsız bir gözle değerlendirme olanağı buldabiliyorum. Şöyleki Children of Bodom/Kalmah tarzı melodik death'den daha sert ama Dark Tranquillity'den daha yumuşak bir sounda ve dile dolanan melodik yapıya sahip bu albüm. DT'ye daha fazla benzetiyorum aslında. Bu grubun sevdiğim bir tarafı da soundu yanında, vokalinde harmonik olması, yani kesik kesik bir ileri bir geri ama hep höh höh şeklinde değil. Grubun artılarından bir diğeri de şarkılarda öne çıkmasa da tüyler ürpertici uzay atmosferini inceden inceye arka taraflardan döşeyen synth kullanımı. Çok teknik, yaratıcı bir şey beklemiyorsanız ve aradığınız ticarileşmemiş lakin olabildiğince melodik ,en götenburg tarzında, bir death metalse buyrun bi lokma alın efenim.
In My Words ve Life in Black favorilerim.

8,50++/10

6 Ekim 2009 Salı

Cobalt - Gin (2009)

amerikan modern black metal grubu Cobalt'ı modernleştiren şey elbet sludge/post-metal mevzusu. Adamların bünyeleri taze black metal'i kabul etmiyor, he he. Neyse güzel yaratıcı ama zor adapte olunan gürültülü bir tarz, basit ve ilginç Hemingway ve hiç duymadığım Hunter S.Thompson adlı diğer bir yazardan esinlenme lirikler. Açılış parçası Gin, kuvvetli ama bir rif dışında bence olağanüstülük içermeyen bir parça. Ardından aslında çok sevdiğim post-metal tarzındaki Dry Body , duygusuz clean vokali , yavaş yavaş sakinlikten çılgınlığa ilerlemesi ve uzun haliyle diğer türdaşlarından ayrılmazken o öznel çıtamı aşamıyor, hani vardır ya o çıta, hep o çıta . Buradaki sorun dinamizmin hatalı olması, yaw 5. dakka oldu bir kopsun şarkı, yok, ohoOoOo.. Ayrıca albümdeki yeri bir yanlış bir doğru, 2. şarkı olması yanlış, bu senenin en yıkıcı ekstrem şarkılarından, yani güzel diyorum, Arsonry'nin öncesinde olması doğru. Arsonry'den sonra 2 dakikalık geçiş parçası ile birlikte Stomach başlıyor, sözler çok aptal, kendisi nefret dolu yani etkileyici. Devamını özetleyeyim, vaktim yok. Şöyleki vokal etkileyici, zira Irak dolaylarında abd askeri. Sansasyon tamam, her halükarda bu grubun geleceği olur. Onun dışında madem bir kombo attak peşindesiniz o zaman kendinize bir mühendis alın. Müzikte hiç sevmem ama buraya mezuralı ölçen biçen yeniden düzenleyen bir adam lazım. Parça sıralamaları (sonlarda örneğin ayağını missisippi ırmağına uzatmış ehtiyar bir zencinin söylediği (ya da öyle bir andırma var) bluesumsu bir şarkının yer alması), uzun ve tekrar ettikçe sıkıcılaşan sludge şarkıları... Bir de ben bu son akımı pek black metal'e konduramıyorum. Klasik black'deki nihilizm kolpadan da olsa komik de olsa bir mistisizm içeriyor. Bu tarz albümler ise bana şımarık bir amerikan veledinin öfke nöbetlerine tutularak Niçe'yi keşfetmesini hatırlatıyor. Ahaha amma da tecavüz ettim adamlara. Halbuki ilk dinleyişlerimde gayet hoşlaşarak vakit geçirmiştim. Galiba çıkan iş iyi olsa da sahip oldukları potansiyelle karşılaştırınca öyle bir hayalkırıklığı yaşadığım.

7,75/10

5 Ekim 2009 Pazartesi

Muslimgauze - Gun Aramaic (1996)


Deneysel müzik arayışıma mutsuz bir şekilde devam ediyorum. Şimdi sıra müslüman olmamasına rağmen İslam ve Arap dünyasının sorunlarına olması gerekenden fazla ilgi alaka gösteren bir İngiliz vatandaşının ilginç projesinde. Genelde şarkı isimleri bu albümde de göreceğimiz gibi politik ve özellikle de Filistin işgaline duyarlı. Misal 8am, Tel Aviv,Islamic Jihad adında bir parça var bu albümde. Hamas vs.. üzerine de albümleri var diye biliyorum müteveffa sanatçının. Belki de batı toplumunun ikiyüzlülüğüne karşı şok etkisi yaratmaya çabalıyordu, bir ara rock ve punk gruplarının nazi imajı kullanması gibi.
Sound ağır atmosferik, ağır tempoda , Arapça konuşma sampleları içeren, ambiyans elektronik bir güzergah izliyor. Canlı mı bilgisayar işi mi bilmiyorum ama tef ve zil benzeri otantik perküsyonları da yoğun şekilde duyuyoruz. Yalnız göbek havası felan beklemeyin. Müzikaliteden melodiden yoksun konuşma ağırlıklı soundu sevmememe rağmen buradaki bazı parçaların ıssız çorak topraklar atmosferini pek bir başarılı yansıttığından olsa gerek ve tabi ki ilginç yaratıcılıktan dolayı hoşlandığım anlar olmadı değil.

6,50/10

4 Ekim 2009 Pazar

RETRO: Paradise Lost - Lost Paradise (1990)


İlk dinlediğimde bir nane anlamamıştım, hala da pek özellikli durmaz bu albüm. Bildiğin death-doom, death metalin yavaaaaşlatılmış hali , böğrk böğrk bet bir vokal, bi kaç atmosferik synth fırça darbesi, işte öyle. Yine de dinlememi sürdürecek hoş unsurlar barındırması sebebiyle ki bazı groovy ritimler ve synth örneği verilebilir, tüüükaka ilan edemiyorum. Deadly Inner Sense, Our Saviour, Rotting Misery bi yere kadar iyi parçalar.
Bu arada grup süper bir isme sahip olan yepisyeni bir albüm çıkarttı. Artık paradise Lost dinlemekten gına geldiği için bi ara bakarız. Bi ara... (yafu bu satırlar bi yerden tanıdık heh he )

6,0+/10

3 Ekim 2009 Cumartesi

Kreuzweg Ost - Edelrost (2005)


Summoning elemanlarının yan projesi olan bu grup martial industrial tarzında müzik icra etmekte. Marşsal Avrupa folkloru/coşkunluğu kısmından ziyade endüstriyel tarafın biraz daha ağır bastığı bu eser bir sürü konuşma sample'ı da içeriyor. Almanca güzel gidiyor, kabul, omuzlardan bastıran ağır hava da fena değil. Abartılmış biraz. İşte tam da bu sebeple kendi tarzı içinde bile vasatın üzerine çıkamıyor. Yine de ara ara giren egzotik melodilerin ilgi çekiciliği de gözden çıkartılamaz. Tabi bazı parçaların içinde dramatik değişiklikler de ilginç doğrusu bkz. Zum Appell. Evet uygun tanımlamayı buldum, müzikal olarak olmasa bile fikir olarak ilginç bir çalışma.

6,50+/10

2 Ekim 2009 Cuma

Megadeth - Capitol Punishment (2000)

Toplama albüm: iki adet o döneme göre yeni parça ihtiva etmekte; Kill the King ve Dread bilmem ne. Fena değiller. Albümün ilk yarısında özellikle thrash sonrası dönemden örnekler bulunmakta. Parça seçimi çok da başarılı değil bence. Sonrasında ise klasikleşmiş eserler eklenmiş, A Tout Le Monde, Symphony of Destruction, Holy Wars.., In My darkest Hour ve Peace Sells gibi. Sonda da çeşitli şarkılardan bir kolaj yapılmış. Hiç sevmedim.
Bu arada grup yepisyeni bir albüm çıkarttı ve ilginci metal camiası tarafından beğenilmiş görünmekte. Artık Megadeth dinlemekten gına geldiği için bi ara bakarız. Bi ara..

7,75+/10

1 Ekim 2009 Perşembe

Dr. Skull - Wory Zover (1990)


Yerli metal piyasasında bir vakitler ismi rüzgar gibi esen ve benim haklarında pek bir şey bilmediğim grubun ilk çalışması. Dinlerken öncelikle kulak ayarlarınızla oynamanız gerekli. Çünkü günümüzün alıştığınız agresif ritimlerinden dolayı bu albümü ilk dinleyişinizde yabancılık hissedeceksiniz. Ayarınızı 80'ler melodik heavy metal seviyesine getirdikten sonra keyfinize bakabilirsiniz. Özellikle ilk üç parça, The Gate of Brandenburg, No Time to Waste , War is Over ve On the Road türdaş pekçok yabancı gruba eminim toz yutturur. Ancak aynı şeyi baladlar ve daha orta-yavaş tempo şarkılar için söyleyemeyeceğim. Bazı parçalar uzun tutulmuş, bazıları fazla 80'ler, anladınız sanırım. İlginç bir detay da son şarkının punk'a yakın olması.
İnternette araştırdığıma göre sadece kaset olarak basılan ve artık bulunmayan albümlerinin tekrar basımı yerine dağılan grubun elemanları bir best of çalışması planlamışlar. İyi de olur , temiz bir kayıt kalitesiyle ki şu an kasetten çekme mp3 olarak dinliyorum albümü , bu şarkıları orjinalinden temiz bir kayıtla dinlemek hoş olur. Yalnız bu proje sanırım iptal ya da ertelenmiş, bilmiyorum.

7,75/10

Kesmeşeker - Dipten ve Derinden (1991)


Kesmeşeker'in çıkış albümü Blue Jean dergisi tarafından en iyi yerli rock albümleri arasında listelenmiş. Bana sorarsanız, haydi sor sor!, grup iyi bir başlangıç yapmamış. Bir kere bütünlük pek yok. Zaten farklı bir renge sahip olan vokal burada hiç oturmamış, aslında müzikleri henüz oturmamış diyip geçelim anacım. Örnek olarak da sound'un rock'n roll'dan reggae/rock'a, post-punk'tan deneysel rock'a değiştiğini söyleyebilirim. Yerel öğelerin kullanıldığı çalışmalar, Malum Teknoloji ve İstanbul İstanbul ile albüme ismini veren parçada Mevlana mistisizmine referans gibi, da mevcut Güney Afrika rejimine yazılmış politik bir şarkı da.

6,25+/10