30 Aralık 2008 Salı

Mercyful Fate - Into the Unknown (1996)

Black Metal benzeri introsu ile beklentileri yüksek tutan bir giriş ile açılan albüm intro sonrası parça Uninvited Guest'in başlangıcını da zıpkın bir rifle gerçekleştiriyor. Traji-korku hikayelerini King Diamond'ın cırıltılı sesiyle anlatmaya devam ederken grup maalesef yükselttiği beklentileri tam anlamıyla karşılayamıyor. Hem albümün sonlarına doğru hemde üçbeş dinlemenin sonuna doğru parçaların ayakta duracak gücü kalmıyor. Aralarda farklılık adına bir iki solo, atak vs yapılsa da albümün tümünün tekrar tekrar dinlenmesi zevk değil sıkıntı vermeye başlıyor. Yor yor da yor yor.
Fifteen Men, Listen To The Bell ve Kutulu biraz daha iyi parçalar.

6,25/10

28 Aralık 2008 Pazar

Lacrimosa - Lichtjahre (2007)


Hayatımın sakat gruplarından biri olan Lacrimosa'nın ilk dönem albümlerini dinledikten sonra uzun bir ara vermiştim. Ta ki DVD den bozma çift CD'den oluşma digipak, kısıtlı baskı adetli konser kaydı Lichtjahre'ye kadar. Ve bittabi ki dijital versiyonunu dinlediğimiz için bu güzelim sıfatlar anlamsızlaşıyor.
Orkestrasyonlu, metal etkili, arka fonda bilumum tarz müzik aromalı, erkek ve bayan vokallerden oluşma deli gotik rock grubumuzun (kesinlikle beauty&beast gelmesin akla) tam tamına 24 parçası yer alıyor albümde. Çok sevdiğimiz Schakal, Halt Mich, Alleine Zu Zweit, Ich Bin Der Brennende Komet, Seele In Not, Copycat (normal şartlar altında -n.ş.a.- hiç hazzetmediğim parçanın konser yorumu oldukça eğlenceli) gibi klasikleşmiş parçaları dinlemenin yanı sıra görece yeni Malina, Road To Pain (rammstein!!) , Der Morgen Danach, Last Millenium gibi parçaları dinleme fırsatını buluyoruz. Sözkonusu parçaların isimlerini saymamızın sebebi her birinin nefis olması elbet.
Fakat bu albümde adlandıramadığım bir his mevcut, belki de yeterince hissedemediğim duygu aktarımının eksikliğidir bu bilinmeyen. Bu tarz grupların stüdyonun tüm tekniklerinden faydalanabildikleri stüdyo albümlerinin daha başarılı olduğuna inanıyorum bu yüzden. Sahte mi? Prodüksiyon olabilir ama samimiyet, hayır. And who cares?
7,25/10

Episode 13 -Tabula Rasa (2005)

Son yıllarda en azından ülkemizde ismini sıklıkla duyduğumuz gruplardan biri de Eskişehirli Episode 13. Bir ara kült grup Witchtrap vokalistinin de yer aldığı grubun ilk ürünü özellikle ultra melodik ve folk etkilenimli ve albümün genel hattından biraz da ayrık duran Forlorn..Till Dawn (bateri ve zildeki atraksiyonlar dikkatten kaçmıyor, pek güzel) ile bilinir olmuştu. Fakat beğenimize sunulan bu albümdeki diğer parçaların kalitesine bu durum kesinlikle gölge düşürmüyor.
Belki de albümün Aşil topuğu her black metal alttürünün öyle ya da böyle albümde yer alması. Bir yandan da grubun kendine özgü soundunun ilk adımları olması sebebiyle bu özellik, grubun avantajına işliyor. İnce ince depresif melodiler, yerel ezgilere karışırken bateri ve vokale primitif agresif bir tarz hakim. Keyboard ise biraz epik biraz atmosferik bir hava pompalıyor. Evet kimine göre fazla karaktersiz bir sound, kimine göre mükemmel uyum. Bireysel zevklere kalmış, açıkcası.

Vokaller çok güçlü değil, wicked, cadımsı bir ses rengine sahip. Daha nasıl açıklayabilirim bilmiyorum ama bu özellik Black Mass gibi daha primitif bir şarkıya oldukça uyumlu. Kişisel olarak ise vokallerden yüzde 100 tatmin olduğumu söyleyemem. Kısacası bu mevzuuda karışığım.
Yukarıda adı geçen parçalara ek olarak depresif yapısıyla A Bleeding Century ile enstrümental outro The Unfinished Ceremony diğer gözegelen parçalar.
Özetlersek karşımızda black metal türüne yenilik getirmeyen ama güzel bir sentezle en azından başarılı bir başlangıç yapan bir yapıt var tarafımıza sunulan. Hatırlatmak gerekir ki grubun 2. albümü Pitch Black kendi açıklamarıyla ilk dönem black metal çizgisine yakın sounduyla ilk albümden daha farklı bir noktada duruyormuş.
7,75/10

24 Aralık 2008 Çarşamba

Theatre Of Tragedy - Theatre of Tragedy (1995)


Bodoslamasına girersem mevzuya Theatre of Tragedy'nin beauty&beast tarzı gotik metal janrında yayınladığı bu ilk albüm kubbede hoş bir sada olmanın ötesine geçemiyor. Bu arada 100 kişiye beauty&beast nedir diye sorduk ve cevap verebilen hedef kitlemiz insanoğullarından 3 değişik cevap aldık.
-Eveeeet, küçüklüğümüzde böyle bir masal vardı de mi? diye yayvan yayvan cevap veren bir kesim
-Vayt, ne güzel diziydi değil mi? 80'lerde yeraltında saklanan aslankafa bir adam vs... sizin alnınızdan öperim! Ama doğru cevap bu da değil maalesef.
Az bir azınlık ise bize beauty&beast vokali için gerekli öğeleri sayacaktır. Bir adet deve boyunda, kıvırcık ve uzun saçlı , pörtlek suratlı ve böğürmeye yatkın adam. Yaratığımız bu oluyor. Yanına melek sesli, gotik makyajlı, pofuduk elbiseli bir hatun. Güzelimiz de bu. Atmosferik klavye nağmeleri ve doom-death ritimleri ile birleşince içinde pek çok grubu sayabileceğimiz bir janr ortaya çıkıyor. Vakti zamanında bu tarza yakın Tristania, Dismal Euphony gibi grupları dinleyip The Gathering'in ilk albümüne de kulak verdiğimde ve neticesinde bünyeye sıkılmalar nüksedince oluşturduğum bir sonyargıyla bu tarzın halihazırda kısıtlı yaratacılığının tahmin ettiğimden de zayıf olduğunun farkına varmıştım. Büyüttüğüm bu çekinceleri aşmama, bentimi çiğneyip geçmeye maalesef bu albüm yetmedi. Olumlu yanları hiç mi yok? Liv'in vokali, birazcık A Distance There Is... ki piyano ve soprano ağırlıklı ; Hollow Hearted, Heart Departed ve Dying- I Only Feel Apathy parçaları ve albümün kötü parça içermemesi.
Nalet olsun şu Rusların demodan single'a koleksiyon tatında bastığı MP3 CDlere.
.
6,0/10

23 Aralık 2008 Salı

Dornenreich - Nicht um zu sterben (1997)


Ayrı ayrı parçalarından müptelası olduğum grubun tüm albümlerine bir göz atmanın vakti gelmiş geçiyordu. Genel olarak özetlemek gerekirse:İlk albümüyle kendine has bir black metal soundu oluşturabilen grup daha sonra folk ve atmosferik bir tarza yönelmiş. Ben de burada kronolojik bir sıra takip ederek 97 çıkışlı albümüyle başlayayım.
Albümün açılış parçası Hasses freigang zaten sevdiğim klasik bir Dornenreich parçası. Yırtıcı vokaller, melodik ve enerjik rifler, akustik gitar ve atmosferik keyboarddan oluşan folklorik bir nefes arası. In die nacht ise gotik bir introyla açılıp benzer bir formüla izlese de ilk parçanın gölgesinde kalıyor. Olmazsa olmaz pataküte bateriyi de eklersek Dornenreich'in yemede yanında yat denklemini çözmüş oluruz. Sonraki parçalarda genel şablonu bozmadan biraz daha kaotik, teknik ve eklektik bir hat izlemesi ne yazıkki parçaları orantılı olarak daha ilgi çekici kılmıyor.
Ta ki 8. parça sadece 2.24 dakika süren akustik gitar şovunun sergilendiği muhteşem outroya kadar. Hofesfest !
Bütün hoşlandığım öğeleri bir araya getiren gruba helva yapmak kalmış. Tadı ilk kez eline hamur alan birisine göre hiiiç de fena değil.
.
7,25/10

21 Aralık 2008 Pazar

Platon'un gölgesi nereye düşer, usta?

Ada (Island)

Barındırdığı ufak tefek mantık hatalarına rağmen izlemesi gayet keyifli bir bilimkurgu. Kopyalamanın içerdiği olası riskleri humanizm penceresinden incelediği konusuyla film dikkat çekiyor. Uzun zamandır aradığım bu filmi sonunda izleyebilmek! Ne mutlu bana!!

Dünyanın Durduğu Gün

Yine Kenau Reeves! Oyunculuğunu sevmediğim diğer amerikan kişisi Will Smith ile birlikte nedense takipcisi olduğum bilimkurgu tarzı filmlerde rol almak zorundalar. Pehh.
Oldukça ağır olan filmde bilimkurgu çevreci mesajın arkasında bir fon olarak kullanılmış daha çok. Tarz sorunu yaşayan filmden her nasılsa ben oldukça hoşlandım. Ama efekt ve aksiyon delisi BK hayranları ile izledikleri filmlerde iyi oyunculuk ve depresif senaryo arayan dram film izleyicilerini hayalkırıklığına uğratacağını tahmin etmek hiç zor değil.

Indiana Jones:Kristal Kafatası Krallığı

Bizim neslin hayatında iz bırakan Indiana Jones serisine bu kadar yıl sonra geri dönmekle büyük bir risk üstlenen S.Spielberg ve H.Ford'un projeyi ellerine yüzlerine bulaştırmadıklarını görmek sevindirici. Bununla birlikte pekçok değişik tarz ve senaryo içeren yüzlerce filmi izlemiş günümüzün tüketim çağı insanının hafızasına çentik atacak kadar kuvvetli bir film de ortaya çıkmamış. Geçen zaman zarfında Indiana Jones'u Büyük Hazine gibi benzer filmlerle, baş döndürücü hızda "daha fazla aksiyon, daha fazla kovalamaca,uçmaca" öğeleri ile rekabet etmeye çalıştırmak yerine çubuğu drama ağırlıklı metne döndürerek sofistike bir yapıt sunmak çok daha fazla bir başarı sunabilirdi. Ortaya çıkan ise bütün klişesi ile Indiana Jones'un çocuğu oldu.

Tepenin Gözleri

Birkaç senedir izlenmeyi bekleyen bu filmi sonunda bayramda izlemeye başladım. Korku-gerilim'in bütün aptalca klişelerini içeren film yine de hiç de zayıf olmayan metni ile kendisini izletmeyi başarabiliyor, bir de elimdeki CD bir saatlik bir sürenin devamını göstermeyecek şekilde bozuk olduğu ortaya çıkmasaydı keşke. Neyse, pek de merak etmiyorum açıkcası devamını. Yalnız bu saçma salak kan gövde sahnelerini artık hiç de kaldıramadığımı keşfetmeme sebep olmasıyla hayırlara vesile oldu bu film. Pek bir mutluyum.

RETRO: Amon Amarth - Avenger (1999)


Bleed for Ancient Gods ( Sekrifayss seykrifayys!), God, His Son and Holy Whore, Metalwrath ve Legend of a Banished Man gibi artık klasikleşmiş eserleri içeren bu albüm yine de diğerlerinin yanında biraz sönük kalıyor. İlk albümdeki agresif çizgiden klasik Amon Amarth sounduna geçişi temsil eden albüm, güzel bir kombinasyon kuruş. Buna rağmen kayıt kalitesi biraz zayıf kalmış.
.
Turn the blade around, put the oppressors down
.
8,75/10

20 Aralık 2008 Cumartesi

Mercyful Fate - Time (1994)



Bu albümle MF , bir yandan kompleks olmayan besteler babında geleneksel heavy metal formatına yaklaşırken diğer yandan da progresif bir yan geliştirmiş. Eskinin teatral atmosferi ise atmosferik bir gölgeye dönüşmüş. Vokal önceki albüme göre biraz daha yırtıcı, Elmas Kral'ın kendine özgülüğü açısından. Fakat fazla marjinal şeyler beklemeyin.
Neo-klasik kısmına rağmen oldukça lineer Witches' Dance, albümün medar-ı iftiharı, Lovecraft kültçülüğüne göre Necronomicon kitabını yazan Abdul Alhazred'e adanmış oryantal Mad Arab, ikinci favori parçam NWOBHM stili My Demon ve İspanyol ezgili Castillo Del Mortes hoşlandığım parçalar oldu. Belli bir noktada çatallaşarak inceldiği yerden kopsun ulenn dedirten vokali yüzünden güzelim Time adlı albümden farklı bir sounda ama albümle aynı ada sahip olan parçayı dinleyememenin acısı da içimde büyüyen bir yaradır.
Kısacası MF diskografisinde başkaları tarafından gözardı edilmesine rağmen gayet hoş bir albümdür.
7,50/10

17 Aralık 2008 Çarşamba

Theatre of Tragedy - Demo (1994)


Demoyu dinliyorum ve hissediyorum, hissediyorummm... Bu grup gotik metal türünün en bilindik gruplarından biri olacak. Liv Kristine adlı melek sesli bir kızağızı müzik dünyasına kazandıracak bu grup. Sonra da tabi ki şutlayacak. Sound elektroniğe kayacak diğer pek çok gotik-doom grubunda olduğu gibi. Heh he heh
Demo ikisi sonradan debut albümde yeracak ve ikisi de yer lamyacak dört parçadan oluşuyor. Öncelikle kalite hobi olarak komşu çekiştirmeyi edinmiş teyzelerimizin diyeceği gibi ireziilll!
Aslında burada dikkatimi çeken tek şarkı tarzlarının dışındaki folk-martial Soliloquy. Gotik metal ile ilgili düşüncelerimi ilk TofT albümünde anlatırım.
7,50/10

RETRO:Ogün Sanlısoy - Üç (2006)



Çilekeş, Dorian, Kurban gibi gruplar kendi aralarında farklılıklara sahip olsa da ben bu grupların Abd'deki pop/punk/nu-rock çorbası tarzın Anadolu'nun da süzgecinden geçirilerek damak tadımıza uygun hale getirilmiş versiyonları olduğuna inanırım. İşte bence Ogün Sanlısoy da bu janra yakın müzik yapıyor.
Önceden dinleyip özellikle politik ve agresif Dön Evine ile beni vuran bu albüm nedense aradan geçen iki senenin erozyonuna dayanamamış gibi duruyor. O günlerde aldığım lezzeti alabilmiş değilim. Bu da çok beklenmeyen bir durum değil. Zira kimse popüler bir tarza yakın olduklarını inkar etmiyor. Dolayısıyla popüler müzik de zamana pek dayanıklı sayılmaz. Hadi Beni Güldür, Gitme Dönmezsin, Bilmece diğer güzel parçalar.
7,50/10

16 Aralık 2008 Salı

Darkthrone - A Blaze in the Northern Sky (1992)



HeHeHeyyt! Artık ben de "Darkthrone klonu" sıfatını kullanabilirim!
Evet bugün klasik sounda sahip bir black metal albümünün tüm özellikleri, klişeler mi demeli?, bu albümle ortaya konmuştu zamanında. Tremolo (nasıl yazılıyor bu yafu, blastbeat işte anlayın), çığlık vokaller, intro ve outroda atmosferik kısımlar, psiko psiko rifler, kötü kayıt kalitesi, tekrarlayan rifler vs... Bunların hepisi doğru. Şimdi de benim açımdan bakalım:
İlk önce his mevzusu: Norveç'in kuzeyinde hem yamyam yem viking olan bir köyün kasabı hergünkü olağan vaktini, hristiyan çocukların etlerini kemiklerinden ayırarak, narin bedenlerini satırla parçalayarak geçirmektedir. İşini yaparken hiç bir duyguya sahip değildir. Çünkü bu her gün yaptığı iştir.. Dinlerken gördüğüm imaj bu, tırstırıcı. Sound olarak yukarıda sayılan özellikler o günkü şartlarda çok yaratıcı olabilir. Amma bu albümü 16 sene sonra dinlemek hayatımda pek bir şey değiştirmedi. Sadece adamları takdir ediyorum, o kadar. İkincisi kötü kayıt derken demo kalitesi beklemeyin ya da kendini tekrar eden sıkıcı rifler diye eleştirenler hardkor doom dinlememiş galiba. Bunlar da haksız eleştiriler nacizane görüşüm.
Yukarıdaki soğukkanlı kasap örneğini üç aşağı beş yukarı tüm ilk dönem İskandinav black grupları için verebilirim. Immortal, Emperor, Mayhem, Satyricon ile Enslaved ve Burzum gibi grupların bir ya da birkaç albümünü dinlemekle beraber ortodoks black metalin özünden gelen bu soğuk ve misanthropik kasap havası ,yani pardon, atmosferi yerine daha gotik olan versiyonunu tercih ettiğimi söylemeliyim. İşin ilginç yanı bu ilk gruplar bu atmosferi sağlarken günümüzün organik ve dijital , kolaya kaçan prodüksiyonundan faydalanmamışlardı.
7,50/10

14 Aralık 2008 Pazar

Von Thronstahl - Imperium Internum (2000)


Martial Industrial tarzında müzik üreten grubun soundu için bizden bir grup çıksa mehteran marşlarına endüstriyel yorum getirse onun gibi bir şey diyeceğim ama en iyisi dinleyip karar vermek. Albümün ortalarına kadar bu marş benzeri endüstriyel sound orta tempo devam ediyor. Açıkcası pek iştah açıcı değil. Ortalarda ise klasik Alman psikopatlığı devreye giriyor. Ekstrem müziğe Almanların psikopat yaklaşımı derken, Rammstein, Summoning, Lacrimosa, Nagelfar gibi gruplar geliyor aklıma. Evet aslen Avusturya grubu Von Thronstahl. Fakat bu dibine kadar Alman kültürüne sahip olmadıkları anlamına gelmiyor. Vokaller fısıltıdan, inlemeye, savaş çığlıklarına, Hitler benzeri savaş nutuklarına kadar değişim gösteriyor. Ayrıca soundda orkestral, neo-folk, samplelar gibi çeşitlendirmeler dinlenebilirliği oldukça arttırıyor. Kullanılan imaj ve semboller türdaş gruplar gibi aşırı sağla çakışsa da grup apolitik tavrı sahiplendiklerini iddia etmekte. Halbuki resmi biyografilerinde sözde özgürlükçü, anarşist, mason, köksüz ve kuralsızlığa teslim Avrupa yerine gerçek Avrupa'nın mirasına sahip çıktıklarını söylüyorlar. Yemeyin bizi kardeşim, ne tarafa düştüğünüz belli diye bağırasım geldi şimdi. Neyse parçalara devam edelim.
5. parça Kristall-Kristur ile birlikte nihayet antik kuntik Roma savaşları öncesi hislere kavuşuyoruz. Takip eden parça düşük tempolu ağır ve endüstriyel. Hemen ardındansa albümün en agresif parçası Sturmzeit, Saruman'ın Isengard dehlizlerinde orc yaratma hikayesine soundtrack olma lezzetinde. Pek güzel. İşte bu noktadan albümün bitimine dek bir delilik hakim oluyor parçalara. Akustik ve neo folk bir yaklaşımla Heimaterde, Mutterboden, Vaterland, yaylı ağırlıklı dramatik Noch Blüht im Geist Verborgen, fantastik ötesi delişmen Atlantisches Tief, romantik folk Turn the Centuries ve bir kez daha romantik, ağıta yakın temposuyla kapanış parçası Pontifex Solis diğer fevkalade parçalar. Aslında folk gruplarla aram pek iyi değildir. (bkz. Empyrium) Amma ve de lakin Von Thronstahl folk parçaları farklılaştırmada ve ilgi çekici hale getirmekte pek usta.
.
8,50/10

13 Aralık 2008 Cumartesi

Avantasia - The Scarecrow (2008)



Metal Opera serilerini pek beğenen biri olarak son albüm öncesi EP'lerden aldığım kanıyla The Scarecrow için umut beslemediğimi itiraf etmeliyim. Albüm hakkında değerlendirme yapmam için ise iki kere dinlemiş olmak yeterli geldi. (Ve hala da dinliyorum) Bu dinlemelerin ardındaki sabah zihnimde çınlayan albümden melodiler ile uyanmamın da bir sebebi var. Öncelikle 80'ler ağırlıklı olsa da modern öğeleri de içeren bu albüm çok çok çok "catchy" melodiler üzerine kurulmuş. Kimi ucuz ve popüler de diyebilir, ben demiyorum.
Albüm yine beğendiğim isimlerden Roy Khan/Kamelot düeti dinamik ve güzel parça Twisted Mind ile açılıyor. Keşke Roy'a daha çok söz hakkı verseydi Tobias! Sonra 11 dakikalık albümle aynı adı taşıyan parça başlıyor, orkestrasyon ve tabi ki vokalde Jorn'un katkılarıyla dikkat çeken inişleri ve çıkışları olan ama o kadar da epik olmayan The Scarecrow. Şu Jorn denen adamı ayrı bir takip etmek lazım. Heh he bir köşede sıkıştırmayacağım adamcağızı, albümlerinden bahsediyorum! Full power metal Shelter From The Rain (Bu kadrodan bu parça, yazık olmuş azcık) ve Carry Me Over favorilerim arasında değiller.
Amanda Sommerville katkılı What Kind Of Love ise kaliteli, biraz Selin Diyon'u andıran pop baladı olarak kalburüstü bir çalışma olarak sunulmuş. Ardından ise sevgimi zaten belli ettiğim sıkı riflerle ve Jorn'un şeker mi şeker vokaliyle süslü Another Angel Down yer alıyor. Keşke bu parçadan sonra biraz daha durgun bir şarkı araya girseydi. Çünkü Another Angel Down'ı takip eden parça Toy Master, Alice Cooper vokali ile ortalığı yakıp yıkıyor!! Albümdeki favorim! Parçayı düzenleyen Tobias'a, Alice Cooper'a , gitaristler Sascha Paeth/Heavens Gate ve Henjo Richter/Gamma Ray ve baterist Eric Singer /Kiss'e saygılarımızı sunuyoruz. Klişe power Devil In The Belfry ve azcık ilgi çeken so 80's balad Cry Just A Little ardından I Don't Believe In Your Word 80'ler ile modern sentezi hoş bir sound yakalamış. Vokallerde de At Vance grubundan Oliver Hartmann destek sunuyor. Hiç tanımam! Ve nihayetinde albüm artık yorum yapamayacak kadar bıktıran Lost In Space ile sonlanıyor.
Albüme katkı yapanların listesi parça bazında darklyrics'de yer almaktadır efendim.
8,25/10

Özlem Çevik - Tarihte İlk Kentler ve Kentleşme Süreci



Yazarın doktora çalışmasının kitaplaşmış hali Arkeoloji ve Sanat Yayınlarından tam adı Arkeolojik Kanıtlar Işığında Tarihte İlk Kentler ve Kentleşme Süreci Kuramsal Bir Değerlendirme olmak üzere 2005'de yayımlanmış. Farklı kitaplarda da işlenmiş olan bu konuyu yazar belirttiği gibi daha derli toplu bir şekilde kavramların özüne yönelerek özetliyor. Fikir birliğine henüz varılmamış kent olgusunu diğer bilimadamlarının tezleri çerçevesinde tartışırken yazar, kendi fikrini de belirtmekten kaçınmayarak kitabı ders kitabı statikliğinden çıkartıyor. Satır aralarında Anadolu kentleşmesinin kendine özgülüğünden kısaca bahsederek geçmesi ise kaçırılan bir fırsat olmuş kanımca.
Kitabın hoş olmayan kısmı ise kaynakçası, önsözü vs.. ile ancak 100 sayfayı bulmasına rağmen 10 ytl'nin üzerinde satılması.

Kafabindünya - Demo 2006



2006 tarihli bu demo Binlerce Özür, Mutlu Son, Yapılabilecek Bir Şey Yoktu ve Platonik Aşk adlı şahsen değişik vesilelerle dinleme fırsatı bulduğum 4 kayıttan oluşuyor. Bu dört parça da grubun son dönem Mono-Mogwai post-rock tarzının temsilcileri. Bir de internette grubun fanlarından biri (?) tarafından derlenen ve 10 parçadan oluşan bir dosya var ki ek olarak eski samplelarla süslü deneysel parçalar da içermekte. İşin aslı bu demonun da grup tarafından çıkartılıp çıkartılmadığı hakkında pek bir fikrim yok.
Kuruldukları yıldan beri dağılan toplanan resesyona giren bir rahat duramayan istikrarsız grubumuz şu an ne durumlarda? İşte fikrimin olmadığı bir soru daha! Ama bildiğim bir şey var, o da bu parçaları bir arada dinlemek çok keyifli. 4 parça bu kadar sinerji yaratıyorsa albümü düşünemiyorum. Aristo mantığı..
.
9,50/10

10 Aralık 2008 Çarşamba

Mihailo Markoviç - Hümanizm ve Ahlak Felsefesi


Bu kitabı post yapısalcı bir kaç makalenin yerleşik ahlak kavamını ters yüz etmesi neticesinde peki marksistler ne düşünüyor bu konu hakkında merakımın neticesinde almıştım. Ve kitap sıkıcı "diyalektik ve pratik" kavramlarının incelendiği ilk bölümüyle beni hayal kırıklıklarından oluşan derin bir denizin devasa dalgalarına gömmüştü.. Öz-yönetimci bir sosyalizmin savunucusu olduğu anlaşılan yazarın 60'lı yılların sonunda kaleme aldığı kitabın sonraki bölümlerinde yazarın Marksistlerin vulgar ahlaksızlık=burjuva kültürü ürünü eşitliğinin ötesine geçmeye çalıştığını anlıyoruz. Politik alanda da bürokrasinin karşıtı çizgiye yerel ve işçi yönetimlerine , rotasyonla yöneticilerin belirlenmesine dayalı özyönetimcilik anlayışı yerleştirilir. Yugoslavya'nın o günkü koşullarında da özyönetimciliğin pratiğe dökülmesindeki gerilik eleştirilip, Stalinist köklerden beslenen devlet-önder-ideoloji mitleri konusunda uyarılar yapılır. Ahlak olgusu da daha çok politika çerçevesinde politik hareket/liderlik ile üyeleri arasındaki ilişki bağlamında ele alınır. Evet yukarıdaki basit eşitlik reddedilmiş olmakla beraber sunulan şey ortodoksitenin demokratik bir yorumundan öteye gitmiyor.
60 ve 70'ler boyunca hümanist marksist Praxis hareketinin liderlerinden olan yazarın sonraki politik gelişimi ilginç bir mecraa izliyor. Tito'yu yeterince demokratik bulmayan çizgiden Miloeviç'in Sırp milliyetçisi hareketinin ideologlarından biri olma yönünde izlediği bu yol bir röportajda kendisine sorulduğunda geçmişte savunduğu özgürlük ve eşitlik ilkelerinin birleştiği bir nehir yatağı konumundaki katılımcı demokrasi ideasının bugün ütopik bir fikre dönüştüğünü ama belki de hiç gerçekleşmeyecek bu ilkelerin peşinde koşmanın, toplumsal ilerlemenin şartı olduğunu söylemektedir. Yugoslavya'yı oluşturan diğer uluslara göre Sırplar'ın Tito döneminde ezildiğini ileri sürerek bizim buralarda da izdüşümünün oluştuğu milliyetçilik ve sosyalizm sentezi bir fikri hala savunmaktadır.

Amon Amarth Konseri - Parkorman (06/12/08)

5'de kapı açılacağı duyurulmasına rağmen seyircinin içeriye alımı çok uzadı. Ve havanın müsait olması dolayısıyla açıkhavada yapılan konserin başlama saati de buna göre uzamış oldu. Ön grup Ominous Grief ak sakallı dede formatında sahneye çıkarak başarılı bir performans sergiledi. Grubun sahne hakimiyeti de oldukça tatmin ediciydi. Yalnız clean vokallerin net duyulamama problemi mevcuttu. Ana grup Amon Amarth ise izleyicileri mestettikleri bir performans gerçekleştirdiler. Midesindeki kutup ayısına şarkı söylettiren Johan Hegg seyirciyle ilişkisini de kuvvetli tutmaya çalıştı konser boyunca. Hatta dünyanın en iyi metalkafa topluluğu olduğumuza bile inanmaya başladım bi ara.
Ek: bu ay Blue Jean Bir Metalcinin Yolculuğu adlı DVD belgeseli veriyor! Dikkatinize efenim.

7 Aralık 2008 Pazar

Megadeth - United Abominations (2007)

Albüm Sleepwalker isimli enerjik eski tarz bir parça ile başlıyor. Ve ben açıkcası thrash hayranı olmadığım için bu tuzaklara düşmüyorum. Washington is Next ve Gears of War fena değil şarkılar. Never Walk Alone, gürültülü You are Dead ve A Tout la Monde'un Lacuna Coil elemanı Cristina Scabbia ile yapılan düet versiyonu (orjinaliyle kıyaslamıyorum bile ama bu versiyon bu vasat albüm içinde öne çıkabiliyor.) eh yani şarkılar. Vokaller yırtıcılığını yitirmiş. Haber spikeri tarzı konuşma sampla'ların modasının geçtiğini de birileri Dave'e hatırlatmalı!
Sözler ise politik hayt huyt diye övünçle yazan kişiler olsa da ben sözlerde muhafazakar hristiyanlığın izini seziyorum. BM ve Abd hükümetlerini şeytanla işbirliği içinde gören, amerika'nın kendi içine kapanarak teokrasiyle yönetilmesini savunan İsrail yanlısı aşırıların diline yakınlık var. Sadece rastlantı da olabilir. Ama bu aşağıdaki aptalca cümleyi haklı çıkarmaz.
"Iran funds Hamas, and attacked the U.S. in the seventies, there was no stinking U.N"
İran ve Abd arasındaki politik ilişkiyi ve ya ilişkisizliği bu kadar basite indirgeyebilmek için klasik bir cahil amerikalı olmak kafi bir sebep.
Önceki albümün hiç olmazsa en az yarısı müthiş ve melodik parçalar içeriyordu. Bu albüme ise sololardan tut bestelere kadar bir sıkıcılık, ilgisizlik sinmiş durumda. Hiç heyecan içermiyor.
.
6,50/10

6 Aralık 2008 Cumartesi

Pinhani - İnandığın Masallar (2006)



Akın Eldes'in profesyonelliğinin grubun samimi ve dingin bestelerinin birleşimiyle süper güce ulaşan İnandığın Masallar, içerdiği şarkıların popüler bir diziye malzeme olmasından önce de kısıtlı bir çevrede de olsa ses getirmişti. Kaliteli müziğin sonucu olarak eski ve biraz entel biraz underground dinleyiciler ile evhanımı akşam oturur dizi izler, ya da gündüz çalışır akşam Türk dizileriyle kafa dağıtarak hayatı yüzeysel yaşar insan kitlesi birbirinden gocunmadan , birbirini yadsımadan grubu daha doğrusu grubun müziğini sevmeye devam ettiler. Grubun ise yakışıklı ya da seksiliği kullanan , kendini medya maymunu yapan üyelerin yerine ne yaptığını bilen , oturaklı ve maalesef biraz da iletişim engelli üyelere sahip olması tam da tercih ettikleri gibi yaptıkları işin yani müziğin sevilmesini sağladı. Çünki besteler yaşar insanlar ölür..
Depresyona sokmadan güzel bir hüznü şehir hikayeleri anlatırken hissettirebilmesi grubun kendine özgü yanını oluşturuyor. Ayrıca masum bir mutluluk, ferahlık hissi de albüme sinmiş durumda.
10/10/10

4 Aralık 2008 Perşembe

Kumpasa da geldik, Compass'a da...



Altın Pusula

Philip Pullman'ın fantastik üçlemesi Karanlık Cevher'in ilk kitabından uyarlanan bu film, çıtası yükselen fantastik film furyasına farklı bir hava katmış. Paralel evrenler hakkındaki konusu ve hikaye örgüsüyle farklı bir çizgiye sahip olan filmin romandan aktarımı da oldukça başarılı. İnsanların ruhunun bir parçası olarak onların yanında ama ayrı bir varlığa sahip olan ve çocuklukları boyunca farklı hayvan şekillerine bürünen cinlerin animasyonunu izlemek çok keyifli. Çocukların ruh haline göre cinlerin de dönüşümü tam izlemelik olmuş. Filmde ayrıca buz gibi bir rolle Nicole Kidman da oynuyor. Ve maalesef Yüzüklerin Efendisi gibi filmin devamının çekimi bir kaç yıla yayılacak bir periyodu kapsayacak

Banka İşi

Ecnebicesi The Bank Job olan film 70'li yıllarda gerçekleşen esrarengiz bir soygunu açığa çıkarma girişimi. Sinemalara geldi mi, film kendi camiasında nasıl karşılandı bilmiyorum ama benim beklentilerimin üzerinde yer aldı. Özellikle hoşuma giden Londra havasının İngiliz kültürüyle birlikte bu suç filmi ekseninde buluşması gayet tatmin edici. Konusu kısaca hiç bir zaman çözülemeyen bu soygunun aslına İngiliz gizli servisi MI-5 tarafından ufak suçlarla uğraşan bir gruba manipülasyonla yaptırılması ve gruptaki insanların daha sonra yeraltı dünyası ile başlarını belaya sokmaları ardından sorunlarından sıyrılma çabalarını içeriyor.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Mercyful Fate - In The Shadow (1993)



Bir süre solo takıldıktan sonra elmas kral eski kankaları toplayıp 93'te geri dönüş albümü olarak In The Shadow'u kaydeder. Aradaki zamanın eksilttiği bir şeyler elbette mevcut. Cıyaklamalar hayli azalmış, prodüksiyon eski ham ve çiğ sounddan uzaklaşmış. Albümde uzun parçalar bulunmakla beraber ilk iki albümdeki epik havaya ulaşabildiklerini söylemek güç. Fakat güzel rifler, enteresan melodiler haylen devam ediyor. Yazmayayım diyorum ama koca koca eleştirmenler müziğin ve liriklerin ürkünçlüğünden bahsedip duruyor. Tam cevabım şu kendilerine: Komik olmayın! Mercyful Fate yeterince komiklik yapıyor bu mevzuda!
Shadows, A Gruesome Time (açılış rifi pek tanıdık yafu), sözsüz Room of Golden AJR ve bittabi Is That You Melissa? albümdeki pek bir hoş şarkılar.
.
7,5/10

2 Aralık 2008 Salı

RETRO:Ominous Grief - Nothing in Remembrance (2007)


Bir varmış, bir yokmuş, 98 de kurulmuş ve bir yıl sonra bol keyboard nağmeli buram buram melodik black bir EP dolduran gencecik bir grup varmış. Aslında demo mu EP mi (Türk metal lugatına ilk girdiğindeki haliyle legal demo!!!) pek hatırlamıyorum şu an.
Grubun ilk başarısı da evvel zaman önce mp3lerimizi mp3.com denen bir sitede takip ederken black metal listesinin başını kendi parçalarının çekmesiydi. İşte ilk dinlemem o mp3ler sayesinde olmuştu. Neyse aradan yıllar geçer, grup seyrek de olsa konserler çıkar ama genelde ortalıklarda görünmez. Ve nihayetinde geçen sene oldukça farklı bir tarzda yayınladıkları ilk albümleri Nothing In Remembrance ile piyasalara bomba gibi düşer ...
..demek isterdim. Bildiğiniz gibi böyle bir piyasa yok ülkemizde. Ulaştığı kısıtlı bir çevreden oldukça olumlu tepkiler aldı demek daha isabetli olur. Bu arada tarz değişikliği demişken boyband olmadılar! Hala metal kulvarında, referans olarak black, death,progresif ve gothik metalden beslenen ve basitçe DARK METAL sınıfına dahil ettiğim bir tarza karar kılmışlar. Bu tarz oldukça temiz, keskin ve dijital bir prodüksiyon (ki ben metal albümlerindeki ruhu bu tür kaydın zayıflattığına inanırım) ile birleşince biraz Dimmu Borgir akıllara gelmiyor değil. Alışma süresinin sınırlarını oluşturan ve biraz da parçaların dinamiğini bozup birbirlerine benzeştiren kayıdın tuğlalarını oluşturduğu o sert duvarı indirdiğinizde karşınıza melodik, kompleks, biraz ürkünç (viva la gothika!) ve teatral, parçalarla karşılaşıyorsunuz. Yani hopla zıpla salla kafayı thrash till death olayı değil. Albümün en güçlü yanı ise parçalardaki düzenlemenin başarıyla kotarılması , değişik tarzların birbirine kulak tırmalamadan yedirilebilmesi, melodilerin ve riflerin kısaca bestelerin gerçekten güzel olması. Bu güçlü besteler, hemen hemen her şarkıya iliştirilerek gittikçe bayma seviyesine varan clean vokal bolluğunun üstesinden de gelebiliyor böylece .
Bu güzelim parçalar içinden biraz daha fazla sevdiğim ise Mourning Day Ravens oldu. Orjinal albüm listeme bir isim daha. Bu arada Amon Amarth konseri öngrubu tahmin edin bakalım!
.
8,25/10

1 Aralık 2008 Pazartesi

Juliet E.McKenna - Hırsızın Kumarı Einarinn'in İlk Öyküsü



Genç bir yazarın fantastik kurgudaki bu ilk deneyimi hakkında farklı ama çığır açmayan ve okuması zor gibi eleştiriler duyduktan sonra ve hacmi gözümde büyümesinde dolayı bende bir önyargı oluşsa da genel okuyucunun beğendiği saçma sapan adventure kurgular aklıma gelince rastgeldiğim ilk sahaftan kitabı kaptım. Adapte olması ilk sayfalarda gerçekten zor. Anladığımız kadarıyla bir hatun büyücünün yolu o diyardaki büyücü konseyi için çalışan bir grupla çakışır ve onlarla birlikte beş yüzyıl önce beklenmedik bir şekilde çöken büyük Tormalin imparatorluğundan hatıra kalıtların peşine düşer. Yalnız aynı hedefin peşinde bir kendileri yoktur. Farklı ama çığır açıcı değil, evet.
Karakterler ilginç özelliklere sahip olsa da çok kuvvetli değil. Örneğin bir büyücü eşcinsel ama bu özelliğinin hikaye örgüsünde hiç bir etkisi yok. Aslında hikaye örgüsünün çok akıcı olmadığını da ekleyebilirim buracıkda. Buna rağmen kurduğu diyar, atmosfer ve tarih etkileyici. Dini yapılanmayı biraz daha öğrenseydik daha da güzel olabilirdi.
Asıl kitabın en sevdiğim tarafı seri 5 cilt olmasına rağmen , bitiminde öykü de sonlanıyor. Devamını okumakta acele etmenize darlanmanıza hiç gerek yok. Drizzzzt ya da Ejdermızrağı sevenlerin uzak durması gereken bu yapıt George Martin, Ursula LeGuin ya da Robin Hobb seven bir okuyucuya da yavan gelecek. Şahsen benim ilgimi çekti ve zaman bulursam okumaya devam edeceğim.
Puan verseydim 7,5 pek yakışırdı doğrusu.