30 Mart 2008 Pazar
Therion - Of Darkness (1991)
Therion'un ilk albümü şimdi alışık olduğumuz tarzlarından oldukça farklıydı, adını koymak gerekirse death metal oluyor bu yaptıkları. Brütal , sert, leş , pis death dinlerim ben harbi metalciyim diyenlerin aksine ben bu old skuul death işlerini pek anlayamıyorum. Evet, burdaki parçalar eşliğinde kafa sallayabilirsiniz, vokal brutal, gutural, tıkıtal ve kütüral tarzda çeşitlilik de yaratmış olabilir. Ama beni cezbetmiyor. Ben zaten bunların babasını da sevmemiştim ( ne alaka diyeceksiniz şimdi ama hep bu lafı söylemeyi istemişimdir) ki Morbid Angel oluyor (Covenant albümleri daha hazmedilebilir olsa da).
Lirikler ise gerçekçi, Mcdonaldslara felan laf giydiriliyor, hükümetlere sövülüyor felan. Hatta çok şirin bir basitlikte ama derin alamlı bir alıntı aşağıya tarafımca sıkıştırılıvermiş:
Face the truth
Governments is shit
In all countries
What shall we vote?
Sözün özü, melodik besteleri seven soft (yumuşak mı diyelim yani?) metalciyim. Var mı diyeceeniz?
(4 / 10)
Bir Şeyler Düşüyor Gökyüzünden
Stardust
Neil Gaiman aynı adı taşıyan kitabından uyarlanan bu fantastik film, eleştirmenlerce ve izleyenlerce pek çok pek çok övülmüştü geçen sene.
Konusu 1800lerin İngilteresindeki bir köy ve bizim düyamızdan bir duvarla ayrılan sihirli bir krallıkta geçmekte. Kralın veliahtını bulmak için ortaya fırlattığı sihirli bir kolye, kolyenin dünyaya düşürdüğü bir yıldız, bu yıldızı platonik şekilde sevdiği kıza getirerek aşkını kanıtlamaya çalışan köylü delikanlısı ve yıldızı kurban ederek geçliklerine yeniden kavuşmaya çalışan cadılar güruhu.
Kısacası bu film eğlenceli, inkar edilemez, sıralarını bekleyen hayalet prensler ua da Robert DeNiro'nun etkileyici şovu. Aynı zamanda Michelle Pfieffer süpriz bir rolle karşımızda. Yıldızı oynayan kızcağızı da izlemek (;-)) pek hoş. Ama başroldeki çocuk nedense pek itici geliverdi bana.
Constantine
Yine Kenau Reeves. Bu sefer bir çizgi romandan uyarlanma, şeytanlar, ecişler, bücüşler, hiçbirşeyden tırsmayan bir kahraman, çok da klişe olmayan bir metin. Yazılı bir eserden uyarlanan filmlerin benzer sorununu taşıyor. Film süresine metinde yeralanları sığdırmaya çalışarak akıcılığı yok etmek. Esnerken gözünüzü kapatırsanız 3 saniyeliğine , önemli bir mevzuyu kaçırabilirsiniz. Neyseki sinemada izlemiyosunuz, ama efektlerin güzelliğini kaçırıyorsunuzdur. Umurunuzda mıdır? Soralım umrumuza.... değilmiş.
Neil Gaiman aynı adı taşıyan kitabından uyarlanan bu fantastik film, eleştirmenlerce ve izleyenlerce pek çok pek çok övülmüştü geçen sene.
Konusu 1800lerin İngilteresindeki bir köy ve bizim düyamızdan bir duvarla ayrılan sihirli bir krallıkta geçmekte. Kralın veliahtını bulmak için ortaya fırlattığı sihirli bir kolye, kolyenin dünyaya düşürdüğü bir yıldız, bu yıldızı platonik şekilde sevdiği kıza getirerek aşkını kanıtlamaya çalışan köylü delikanlısı ve yıldızı kurban ederek geçliklerine yeniden kavuşmaya çalışan cadılar güruhu.
Kısacası bu film eğlenceli, inkar edilemez, sıralarını bekleyen hayalet prensler ua da Robert DeNiro'nun etkileyici şovu. Aynı zamanda Michelle Pfieffer süpriz bir rolle karşımızda. Yıldızı oynayan kızcağızı da izlemek (;-)) pek hoş. Ama başroldeki çocuk nedense pek itici geliverdi bana.
Constantine
Yine Kenau Reeves. Bu sefer bir çizgi romandan uyarlanma, şeytanlar, ecişler, bücüşler, hiçbirşeyden tırsmayan bir kahraman, çok da klişe olmayan bir metin. Yazılı bir eserden uyarlanan filmlerin benzer sorununu taşıyor. Film süresine metinde yeralanları sığdırmaya çalışarak akıcılığı yok etmek. Esnerken gözünüzü kapatırsanız 3 saniyeliğine , önemli bir mevzuyu kaçırabilirsiniz. Neyseki sinemada izlemiyosunuz, ama efektlerin güzelliğini kaçırıyorsunuzdur. Umurunuzda mıdır? Soralım umrumuza.... değilmiş.
Yaşar Kurt - Reflex (2001)
Yaşar Kurt'un kendine özgü sade şehir ozanı tarzının aksine orkestrasyonların yapıldığı, biraz daha "gösterişli" bu üçüncü albüm, dinleyicilerinden yeterli ilgiyi görmemişti. Daha sonradan geçmişte oluşturduğu sayıca fazla (nispeten konuşursak eğer) ama underground kitlede dağılmaya başladı ve yeni kuşaklar da Yaşar Kurt'u tanıma fırsatını kaçırdılar. Yk ise çalışmalarına sessiz sedasız devam ederek Arto Tunçboyacıyan ile beraber kurduğu Yaş-Ar isimli grubuyla bugünlerde konserlere başladı.
Albümde kötü şarkı bulunmuyor, ama saf , sade ve vurucu taraf da eksik. Bazı yerlerde şarkıcının bu albümle beraber popüler müziğe kaymakla suçlanması ise pek gülünç. Albümün benim sevdiğim, ama gerçekten dinlenmesini de istediğim, parçalar; Karadeniz etnik şarkısı Mamu, aslı Türk Sanat Müziği eseri olan Yaz Günleri, orkestral düzenlemelerin çok iyi oturduğunu düşündüğüm, özellikle üflemeli çalgılar , slow parça Bütün Gece ve Kramp'ın müthiş şarkısı Tek Başına (işin aslı şarkının aslı kime ait bilmiyorum).
İsmi adı duyulmamış birinin ilk albümü olsa oldukça dikkat çekecek olan bu yapım, yaşar Kurt tarafından üretilince gerekli ilgiyi oluşturamadı. Lakin bu albümü yerden yere vurmayı gerektirmiyor. Bu arada Tek Başına'nın söz ve müziği Nuri Kurtcebe'ye aitmiş, internet sağolsun.
(8 / 10)
29 Mart 2008 Cumartesi
Judas Priest - Defenders of the Faith (1984)
Sound olarak bir önceki albüm ile ikiz olan bu albüm için Uğur Dündarvari araştırmalara gerek duymaksızın fanlarınca 80lerdeki en iyi JP albümlerinden sayıldığını söyleyebilirim. Hızlı ve melodik besteler, ciyaklamalara yakın vokal, marş düzenlemeler, komplex olmayan parçalar, gitar sololar, klişeler klişeler klişeler. Hepsi iyi müzisyenlikle birleşince de 80ler soundu için Voltran oluşuveriyor.
Albümde kötü parça yok, favorilerim ise hikaye örgüsüne uygun şekilde albümden daha komplike Sentinel, günümüzün elektronik veya elektronik etkilenimli rock tarzında coverlansa pek güzel olacak Love Bite. Grup "Taksimde sallandıracaksın bi kaç kişiyi, bak o zaman göreceksin!" nidasını sevenlere yönelik de bir çalışma yaparak, Some Heads Are Gonna Roll'u beğenilerimize sunmuşlar ve üstteki nidanın sahiplerinden olmamama rağmen takdirlerimi kazanmışlardır. Aynı takdiri albüm kapağından dolayı verememek de beni kahretmektedir,o ayrı bir mevzu.
(8,5 /10)
23 Mart 2008 Pazar
TNT
CNBC VE E2'den sonra Amerikan dizi ve filmlerini yayınlayan yeni bir kanalımız daha oldu. Matrix, 12 maymun gibi klasikleri gözteren kanalda en son hiç izleyemediğim Şeytanın Avukatını izledim. Zamanında çok beğenilen film hakkında yorumum ise bu beğeninin biraz abartıldığı yönünde. Al Pacino süper , konu ilginç de K.Reeves oyunculuğu o zaman da iticiymiş.
Sunrise Avenue - Forever Yours (2007)
4 adet Forever Yours, enstrümental, remix versiyonu felan ve Fairytale Gone Bad adlı parçanın konser kayıdı olduğu bir single bu. Aslında Fairytale.. adlı süper şarkıyı ararken yanlışlıkla yüklemiştim bu single'ı.
Öncelikle kim aynı şarkıyı 4 defa dinlemek için para ödeyip single alır bilmiyorum, bu ecnebi kültürünü de pek anlamıyorum. Gele parça da öyle ahım şahım değilse anlamak hiç mümkün değil. Grup pop-rock kategorisinde yer alıyor ve süper grup Klaxons ve bizden Yakup'un katıldığı yeni yüzler , yeni sesler kıvamındaki MTV yarışmasına da katılmıştı, hatırladığım kadarıyla. Forever Yours vasat modern pop-rock bir parça, Farytale'in konser yorumu ise konser hissi uyandırmadan, vokalin albüm kaydı gibi canlı da söyleyebildiğini kanıtlayan eh fena olmamış bir versiyonu. Bu arada grubun vokali beklentilerinizi (ne bekliyoruz ki?) tam karşılamasa da işini yapıyor.
Naçizane önerim Fairytale'i yükleyin , bir ihtimal seversiniz. Gruba daha fazla da bulaşmayın.
22 Mart 2008 Cumartesi
Cult Of Luna - Salvation (2004)
Öncelikle bence bu bir post-hardcore albümü. Wiki bu tarz grupları post-metal olarak tanımlasa da bu tarzı icra eyleyen grupların genellikle eskiden hardcore grubu olmaları ya da o gelenek-kültürden gelmeleri ve dinleyicilerinin de büyük kısmının metal dinleyicisi olmadığını gözlemleyebilmek de benim aynı şekilde etiketleme yapmamı engelliyor. Yalnız rock'un serti metalse, kitleler açısından, post-rock'un serti de post-metaldir kardeşim denilirse doğrudur, hak verilebilir. Ama o kadar.
Neyse grubun en bilinen albümü bu, Amerika kökenli değiller genel klişenin aksine. Vokal orta hızda hardcore çığrıntısı şeklinde, dinlenebilir ama alışılamaz. Elbet kendi türüne göre doğal tahmin ettiğim bu vokal tarzının da seveni vardır. Bu vokal yüzünden parçalar düzenleme, beste açısından farklılaştırılmaya çalışılsa da, albüm uzun ( ya da şöyle söyleyeyim çok UZUUUUUN -60 dk dan fazla) ve tek bir şarkı dinliyor hissi oluşturuyor. Bunun dışında atmosferik, akustik kısımları, iyice müziğe yedirilmiş ince ince efekleri ile ve diğer yandan 3 kez arka arkasına duvara kafa çakma etkisi yaratacak kadar sert gitar riffleriyle yapım ala, pek ala.
Albüm çok soft ve hipnotik bir giriş ile oryantal melodiye (belki de iskandinav halk müziği da olabilir, bazen benzeşebiliyor) kavuşan sonra da sapıtan Echoes ile açılıyor. 3. şarkı Leave Me Here, klibi sayesinde grubu tanıdığım gerçekten güzel, tüyler ürpeten bir çalışma.Waiting For You sonradan sertleşen ve kısacık sözlere sahip olan , transa sokan post-rock bir parça, diğer post-rock çalışması Crossing Over daha deneysel ve soft. Albüm toplamda 8 şarkıdan olşuyor.
Albümdeki etkin doom havası, ağlatan sızlatan sümüklü melankolik bir doom değil. Dinledikçe insanların gözünü açan, etrafındaki dünyaya, çevreye ve ilişkilere karşı bilinç kazandıran, bilinçli bir şekilde hayatta olup bitenlere kayıtsızlığı seçtirme de aracı olan, seçme eylemine anlam kazandıran ama buna da sebep olarak "tiksinme"yi ,"yorulma"yı en azından bana idrak etiren bir melankoliden söz ediyorum burda. Grup bu hisleri sanki bilinçli bir şekilde bize yansıtmak istemiş ve oldukça başarılı olmuş. Albümü dinlemek için emek vermek gerekiyor. Bunlar olumlu yanı olsa da bir daha Cult of Luna yapıtı dinleyeceğimi zannetmiyorum. Ama bu tarzdan bir kaç albüme daha kulak verebilirim.
(7,5 /10)
16 Mart 2008 Pazar
Judas Priest - Screaming For Vengeance (1982)
JP'nin okuduğum/duyduğum kadarıyla en iyi albümlerinden biri olarak lanse ediliyor. Bir de biz bakalım.
The Hellion introsu ve ardından başlayan Electric Eye, gaz bir albüm başlatmak için gerekli ikili ödülü gibi saçma bir şey olsaydı, kesinlikle gruba büyük ödülü kazandırırlardı. Yalnız bu girişle albümün geri kalanı için beklentiler çıtası, yukarıda bir yerlere uzatılıyor.
Ve takip eden Riding on the Wind sert bir parça olmasına rağmen yükselen beklentileri karşılayamıyor. Bloodstone orta sertlikte hızda bir parça öncekinden daha iyi özellikle basit korosu ve sololarıyla. Tam 80'lerin baladı tarzında, ama ağlayan sızlayan türde değil, (Take These) Chains'i gerçekten beğendim. Yine aşkdan sözeden melodik metal tarzında Pain and Pleasure'ı da dinlemek oldukça zevkli. Albümün adını aldığı şarkı ise Halford'un tiz vokaliyle hızlı hatta speed tarzında. Albümün en iyi parçalarından biri ise You've Got Another Thing Comin'. Halford'un bu albümde vokalini çok iyi kullandığı gerektiğinde tiz çığlıklarını, gerektiğinde cool, umursamazca söyleyişine tanık oluyoruz. Gayet güzel. Fever ise belki de nakarattan dahi daha dinlemesi zevkli verse kısmı ve Scorpionvari girişi ile albümün en iyi şarkısı. Ya da Electric Eye ve You've got... ile beraber ilk üçte. Neyse.. Albüm başladığı gibi dinamik ama aynı kalitede olmayan bir tarzda Devil's Child ile sonlanıyor.
Lakin verdiğim puan 9 etmez. Bu albüm 80'lerde metal piyasasında devrim etkisi yapmış olabilir. Ama benim baktığım pencere 2. milenyumdan açılıyor. (Hani uçan arabalarımızla yüzlerce kat gökdelenlerin arasında seyahat edip, aydaki üslere turistik seyahat için roket havaalanlarında kuyruk bekliyor olacaktık!!) Zaten objektif olacağımı da söylemedim.
(8,75 / 10)
Deathspell Omega/Moonblood - Sob A Lua Do Bode / Demoniac Vengeance (2001)
Black metalinizi, kirli sound üzerine tremololar ve blastbeatlerle servis edilmesinden hoşlanıyorsanız eğer, işte arayıp da bulduğunuz uzun süreli ve üstelik iki gruptan oluşan bir split. Inquisitiors of Satan adlı albümlerini dinleyip oldukça hoşlandığım kendine özgü şeker riffleri ile birlikte eski black icra eden ve sonra da modern-black halleriyle eleştirmenlerin gözünü şaşıbeş , kulaklarını düğüm düğüm yapan Fransız grup Deathspell Omega. Diğer köşede ise piyasadaki en underground gruplardan biri olan, bir kaç albüm ve pek çok demolarını CD'ye dahi basma gereği duymamış, ismini hatırlamadığım bir ürünlerini geçmişte dinleyip bir kaç iyi melodiyi seçebildiğim Alman grup Moonblood. Anlayacağınız DO için dinlemeye başladım bu spliti.
DO tarafında yer alan 3 şarkıdan ikisi idare eder, ama, Follow the Dark Path demin de yazdığım gibi DO'nun parça içinde defaatle kullandığı kendine özgü riffi ile mükemmel olmuş.
Moonblood kısmı ise 4 parça içeriyor, en iyisi şu diye etiketleyebileceğim biri yok ama en psikopatı Bells of Apocalypse diyebilirim. İki grup arasında geçişte ilk farkettiğiniz şey prodüksiyon kalitesi oluyor. Moonblood da vokal çok daha fazla belirgin ve bu iyi bir şey değil. o güzelim hipnotize edici gitar melodilerini, atmosferik ve hafiften epik parçaları biraz da "vokale rağmen", katlandığımız sürece, dinliyoruz. Bu grubun diğer bir özelliği de pagan öğelerini genel black yapısını bozmayarak, türü folk-viking türevlerine düşürmeyerek başarılı bir şekilde müziklerine monte edebilmeleri.
Maçın galibi çok az puan farkıyla Moonblood olurken DO beklenen performansı maalesef gösteremiyor. Aralarındaki fark büyük olmadığı için albüme tek puan veriyor yazımı burada sonlandırıyorum.
(7,25 / 10)
12 Mart 2008 Çarşamba
Duman - Eski Köprünün Altında (1999)
Duman'ın ilk albümünü baştan sona dinlemeye ilk fırsat buluşum. Şahsen vokalin kendine özgü ses renginden pek hoşlanmasam da elbette sevdiğim şarkıları mevcut. Sonuçta piyasayı arabesk rock furyası sarmışken,o çok söz edilen, kendi kültürümüzü batıyla sentezlemeyi sound bazında oldukça iyi harmanlayan grubun ismi, her zaman takdir edilen ve Türk rock müziğine olumlu katkılarda bulunan grupların arasında olacaktır. Hit parçaları ve kendine özgü müziği ile bu albüm, kitleler açısından olmasa da rock tarihi içinde mihenk taşlarından biri olarak lanse edilebilir.
Köprüaltı, Bebek, Hatun,Halimiz Duman,Dağlar Bağlar,Hayatı Yaşa, Yalnızlık Paylaşılmaz,Dönek,İstanbul,Senin Gibi albümdeki parçalar ve hepsi de çok iyi daha önemlisi samimi. Hayatı Yaşa,İstanbul,Yalnızlık Paylaşılmaz ise benim favorilerim. Dönek ise oldukça sıradışı bir parça, Senin Gibi ile beraber daha "normal" ya da vokalist Kaan Tangözenin tescilli vokalini kullanmadan söylediği, (bir yada daha) ya da benim öyle sandığım şarkıları oluşturuyor. Bir de hastası olduğum bir parçaları daha var En Güzel Günüm,sırası gelmemişken söyleyeyim, ekleyeyim.
(9/10)
9 Mart 2008 Pazar
Dilemma - Nereye Kadar (2006)
Bu grup hakkında ne biliyorum? Bir dizi müziği ile (Çemberimde Gül Oya imiş ,google arayınca) pop kültürünce tanınmaya başlamış, usta,geçmişi olan müzisyenlerce kurulmuş ve şu an sessizliği büyük ihtimalle dağıldıklarına dalalet hard rock grubumuz. Albümün çıkış şarkısı Var Mı Ki, dizi şarkısı balad Hep Bana, slow Ağıt, etkileyici (ama yaratıcı değil) nakaratı ile Kabus, diğer parçaların arasından sıyrılıp finiş çizgisine varabiliyorlar.
Grubun tarzı Ogün Sanlısoy ya da Kurban'ı bana hatırlatmakta, daha orta tempolusu. Bir de albümde popüler müzik ile kendi isteklerini yansıtan rock arasında kalmış, kendi zevklerini kaybetmeden genel kitleye ulaşmak istemişler gibi hissettim ama tamamiyle küçük işkembeden sallayıp senaryo yazıyor da olabilirim.
Bonus şarkıdan bir alıntı ile yorumu sonlandırayım efenim.
"tabi, tabi, teletabi"
(7 / 10)
8 Mart 2008 Cumartesi
Dreamtone - Sojourn (2006)
Progreesive metal namına bir şey bildiğimi söyleyemem. Dream Theatre dinlemişliğim bile yoktur. Daha sulandırılmış prog derseniz o zaman Kamelot derim vs.. Ülkemiz temsilcilerinden olup 2006 yıllarında kendi imkanlarıyle çıkarttıkları bu konsept albüm sonrası, Yunan bir sanatçıyla beraber Dreamtone & Iris Mavraki’s Neverland projesini oluşturmaları ve albümlerinin beynelmilel bir plak şirketince yayınlanması ilgimi cezbeltti efendim.
Albüm konsept olduğundan kelli Shadow Gallery grubundan birinin (adı herneyse) anlatıcısı olduğu ufak parçalar da içeriyor. Bence konsept olayı ve bu anlatımlar duyguyu çok da başarılı yansıtamamış burada. Albümün konusu ise ölüp cennette melek olan bir adamın ailesi uğruna şeytan ilen anlaşıp hayata geri dönmesi.
Dinlemeye başlayınca ilginizi ilk çeken şey değişik bir ses rengine sahip olan vokalist. Dinledikçe alışacağınız bir vokal ama yine de mükemmel diyemeyiz. Müzisyenlik de güzel. Özellikle dinamik (statikin karşıt anlamında) bateristi dinlemek çok hoş. Hemen her parça vasatın üzerinde ve güzel anları var. Öne çıkanlar ise epik Reasons, Tori Amosvari bir başlangıç ile (tabiki bayan vokalin etkisi ile) Come to Me, Teaser, melodik nakaratıyla This is a Goodbye, vokalin tarzını yakalayabildiği Nightmare, sert parçalardan olan Riot'un sonlara doğru soloları ve biraz türkishleşmesi, neyse parçaların hepsini saymayacağım. Bir şarkıda akusti bir riff giriyor diğerinde vokal bir oyun oynuyor,bir klavye solosu, süreki melodi değişimi felan , bu da (başarılı bir ) progressive müziğin karakteristiği olarak dinlerken damağınızda hoş bir lezzet oluşturuyor.
Sanki albümdeki sıkılık sonlara doğru azalıyor gibi de olsa grubu melodik ve senfonik yanını kaybetmeyip daha hızlı kısaca tam power-progressive olarak görmek istesem de ben sonuca bakarım arkadaş. Dinledim ve ağzımda hala lezzeti duruyor.
Reasons ve This is a Goodbye favorilerim bu arada, bir daha yazayım.
(8 /10)
Samuel Delany - Triton
Obara! Eşcinsellik övgüsü ile bir giriş, ardından istatistik+mantık karması felsefi zırvalamalar (doğru ya da yanlış olmasının ötesinde) ve nihayet hetero bir aşk hikayesi. LeGuin'in Mülksüzler'ine cevap:İkircikli Bir Heteropya altbaşlığı ile sunulan kitap LeGuin gibi özgürlükçü bir evren ile günümüze daha yakın bir çizginin (abartılı bir değişiklik sürecinin ürünü olsa da) karşılaştırılmasını temel öğe olarak barındırıyor. Arka planda geleneksel toplumsal koşullara sahip olan dünya ve mars ile liberter toplum yapısına sahip olan Triton'un da içinde bulunduğu uydular arasındaki savaş, anti-kahraman eski marslı Bron'un, yaşadığı Triton'a uyum sağlayamamasının ve Diken adıyla bilinen bir tiyatrocu kıza aşkının arkasında zihin kurcalıyıcı bir arka fon oluşturuyor.
Konu böyle, ama yazım tekniği ,yazarın sayfalar arasına mantık denemeleri sokuşturması ve kurgunun heyecansız ilerlemesi yüzünden biraz vasat. Bu, kitaptan ilginç alıntılar yapmayacağım anlamına gelmiyor. "ve bu tür toplumsal kriz anında birisi bu yaratıcılığı göstermek zorunda,sadece türleri-kadınları çocukları evet,yaşlıları da- korumak için bile olsa. ve bu yaratıcılık da yalnızlıktan kaynaklanıyor,o erkeklere özgü yalnızlıktan. bu bilinç bile değil" Ya da klişe bir kabullenmenin değişik bir tekrarı " hayatta iki büyük varolmama parantezi arasına sıkışmış ve her iki tarafta da kaçınılmaz acılarla çevrilmişken, herhangi bir durumu düzeltmeye çalışmak için hiçbir mantıklı neden yoktur. ancak mümkün olduğunca çok gelişme kaydedebilmek için başka tür pekçok neden vardır"
Açıkcası herkesin okuyup zevk alabileceği bir yapıt değil, herkese önermiyorum.
2 Mart 2008 Pazar
Judas Priest - Point of Entry (1981)
Ehem, bu metal değil, hard rock bile zor denilebilir. Hemen kritelerimizi değiştirelim. Sonuçta Helloween'in de böyle bir dönemi oldu. Ve bu dönem oldukça eğlenceli şarkılar ve en iyi parçalarından biri olan Perfect Gentleman (ya da onun gibi bişeydi ismi) parçasını üretmişlerdi. Peki JP buram buram ticari kaygı kokan bu albümde neler yapmış?
Bazıları eğlenceli basit parçalar, akılda kalıcı melodi eksikliği. Nasıl bir dilemmadır ki basit eğlenceli parçalar birkaç dinlemeden sonra sizi tilt eden şarkılar listesinde zirveliğe oynuyorlar! Bu hiç eğlenceli değil !
Desert Plains sadece albümün en iyi parçası değil bence JP'nin en iyilerinden biri. Albümün genelinden farklı, vokalin uzaktan geldiği hoş bir çalışma. Ortalamanın üzerinde olan diğer parçalar Solar Angels, Turning Circles, On the Run ve Heading Out to the Highway. Aritmetik ortalama aldığımda 5,5 çıkıyor ama Desert Plains ve JP hatırına :))
(6 / 10)
Darkest Hour- Undoing Ruin (2005)
Metalcore grubundan bariz bir melodeath albüm. Elbette metalcore etkisini ödünç alınan rifflerde az çok görüyoruz. Öyleki hayatınızda dinlediğiniz gruplara göre değişmekle birlikte,albümü dinlerken kelalaka gruplar geliyor ekrana parça bazında . Ne gibi ? Sentenced desem... In Flames 'i, Cult of Luna'yı, DT'yi, trash rifflerini geçtim bile bu benzetmede. Albümde bazı parçalarda post-hardcore, drone öğesine rastlamak da mümkün. Düzenleme açısından da gaz , akustik ara gaz, ara, daha gaz formülası da çok iyi işlemiş.
10.parça Paradise en beğendiğim şarkı iken takip eden parça tranquil ise sırf "nowI know that the worst is behind us now" mısrasındaki saçma melodisi yüzünden en ısınamadığım şarkı oldu. Bunun dışında grubun en zayıf halkasının vokalist olduğunu söylemek mümkün. Bence bu tarz için gayet uygun bir tonda söylese de herkesin hoşlanacağı ses rengine sahip olduğu tartışma yaratır. Hem vokalin yetersiz kaldığı bazı anlar da aşikar.
Son söz tüm melodeathçilere tavsiyemdir.
(9 /10)
1 Mart 2008 Cumartesi
İlhan İrem -Cennet İlahileri (2006)
Kendine ait ufak bir dinleyici kitlesini her zaman korumuş olan prog rock sanatçısı İlhan İrem, farklı kişiliğini yansıtan bir çalışma daha ortaya koymuş. Albüm isminde belirttiği gibi manevi liderlik yaptığı ışığın çocukları cemaatine yönelik sakin parçalardan oluşuyor. Hoş melodiler yok değil, mesela Yılan Isırığı ilgi çekici bir parça. Ama sanki bu müzikal altyapı ve diğer müzisyenlerin katkıları ile senfonik/prog rock anlamında çok iyi şeyler icra edilebilirmiş de fıratlar harcanmış, çarçur edilmiş.
Sakin ruhların beğenebileceği, özel kitlesinin audio risalelerine eklenen yeni bir cilt. Ben mi? ben huzursuzum. her gün ufak dozlarda ölüm alıyorum nefes dediğim.
(4 /10)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)