27 Aralık 2025 Cumartesi

Agalloch - Of Stone, Wind, and Pillor (2001, EP)

 5 parçadan oluşan bu kısa albümün negatif tarafı türker arası farklılığın baş döndürücü bir şekilde sunulması olsa gerek. Başlangıcı haydi melodik bir black metal ile atmosferik bir şekilde yapıyoruz. Rifler şokomelli belirgin bir tarzda. Kayda da ismini veriyor parça. Sonrasında 2,5 dakikalık piyanolu atmosferik fantastik folklorik bir geçiş parçası yer alıyor. Mortiis kafasını uzatacak bir yerlerden sanki. Sonrasındaki parçada  süre 1 dakika daha uzuyor. Sound daha basitleşiyor ve akustik gitar tınıları ile baş başa kalıyoruz. Kar başlıyor, rüzgarın sesi camı titretiyor, belki bir şömine ateşi ya da demir soba, kuzina, yanan dalların çıtırtısı. Böyle bir huzur. Kneel the Cross çok güzel, Dead Can Dance kopyası gibi duran bir neofolk, martial parça. Sol Invictus namlı bir gruba aitmiş orijinalinde. Aslını bilmem, bu versiyon bu haliyle hayli  şık. Son parça da aynı hatta ilerliyor, isminde Yeats şiir okuması olduğunu söylese de bariz bir tarçınlı neofolk melodili vokal performansı da içermekte. Bir yere de gitmiyor parça. Sonuçta gruplar kısa albümlerde farklı şeyler deneyebiliyor, komşu türlere misafir olabiliyor. Bu da böyle enteresanlıkta, doyurmasa da bir öğünü geçiştiriyoruz.

7,50+/10

25 Aralık 2025 Perşembe

Behemoth - Zos Kia Cultus (Here and Beyond) (2002)

 Behemoth'un black metal başlangıcından sonra ama ritüelistik buzz death metalin öncesinde ara bir dönemi var ki es geçilmemeli. Bu albüm de albüm gibi albüm. Çat çat çat adrese teslim. İsimlerini geniş kitlelere duyurdukları Demigod kadar iyi, altında kalmaz. Açıkcası grubun yeni işleri beni sarmadı, bu sebeple son albümlerine vakit harcamak istemiyorum. Bu kararı da pekiştiren bir sonuç oldu. Memnunum.

8,0+/10

24 Aralık 2025 Çarşamba

Pinhâni - Hayali (2023)

delirmek bu yüzden var
yoksa kırık bir kalple 
yaşamak kolay deği
l

Pinhaniyi sever saygı duyarım. Sinan vokalin bazı tınıları gönle işler. 2020'li yıllarda da önce Dünyadan Uzak ve sonra da bu albüm vasıtasıyla Bilir O Beni ile kendini yeniden hatırlattı. Bu albümde eski ayarda şarkılar yer almaya devam ediyor. İyi Böyle, Kimse Görmesin Seni, Bana Bi Yol Ver, rega etkisinde olması sebebiyle biraz garip Sakinleştim gibi gibi. Ancak albümün en değişik tarafı ki arkadaşlar da benim kafadan çünkü Yine bir Gülnihal gibi klasik besteleri İngilizce uyduruk terennüm etmem gibi, onların da türkü formatında İngilizce güfteli şarkıları besteleyip bizimle paylaşmaları.  Toplamda 3 parça bu şekilde albümde yer bulmuş. Kötü haber ise şu, kötüler. Artık alışmadığımızdan mı, oryantalizm hissiyatı mı nedir bilmem. Albümdeki eski formüllerin yazgısını kıran tek şey biraz da Akıl Eldes gitarı. Binanalayhhyh böyle grupları atlaslara sarmalı bu devirde.

7,0/10

23 Aralık 2025 Salı

Yann Tiersen - Rue des cascades (1996)

 Modern zamanlarda klasik müzik öldü diye bir tez var. Halbuki diğer türlerle entegre olarak geliştiğini görüyoruz. Ambiyans başta olmak üzere elektronik ile misal. Caz ile hemhali uzun süredir mevcut zati. Bir de folklorün dokunduğu yada folklöre dokunduğu bir ara mamül de varmış. Yann Tiersen için böyle diyebiliriz. Bu albüm de öyle böyle. Ama ruh hali biraz karışık. Neşeli, heyecanlı bir taraf  gibi hüzünlü, depresif ve tedirgin bir taraf da sergiliyor, kayıt. Keman sesi çok etkili olsa da piyano başat rol üstlenmiş durumda. Parçalar kendi başına etkileyici. Ardı ardına sıralanınca bir uyum sorunu duyulabiliyor, dedim ya farklı ruh halleri... Son şarkı tüyleri dikelten bir performans. Sonuçta ilk albümün ardından ileriye dönük bir adım.

7,50+/10

21 Aralık 2025 Pazar

bar italia - Tracey Denim (2023)

 Slacker rock da neymiş, her gün yeni bir icat. Alternatif rock, shoegaze ya da indie rock yaptığını zanneden köklü gruplar bir bakıyorlar ki meğerse slcaker rockmış yaptıkları şey, geriye dönük adlandırma gubidikliğine maruz kalmışlar. Slacker yani bezgin bekir gibi bir şey. Bu grup üzerinden bu türü analiz edersek, ferah bir emprovizyon, kulak yorulmuyor, sadelik sinmiş dört bir yanına. Gitar ve daha çok zillerin okşandığı tıkırdatmalı bateri, üzerine sırayla icare eden 3 vokal. 2'si erkek biri kadın. Ama erkeğin biri biraz andro gibi geliyor kulağa. Söyleme biçimleri de yorgun argın. Müzik post-punk, shoegaze gibi akımlara göz kırpıyor. Hoş bir amatörlük, bar grubu kıvamı var. Fakat besteler bütün şekilde dfeğerlendirildiğinde hep bir eksik. Parçaların çoğu bir rif, bir cızırtı, bir vokal harmoni olsun, böyle güzelliklere sahip olsa da bütününde akılda kalıcılık  ve birbirine benzeme sorunu yaşıyor. Mütevazı minimal lo-fi indie rock sevenler grubu da, bu kaydı da hayli sevmiş. Ama ben bu albümdeki Punkt, NOCD, Clark, Harpee gibi belirgin parçalardan daha fazla etkilendim.

6,75+/10

20 Aralık 2025 Cumartesi

Boxcutter - Glyphic (2007)

 Dubstep türünün önde gelen gruplarından biri olan Boxcutter'a bir şans daha veriyorum. Hala benim için fazla tık tık çıs çıs ve fazla dağınık. Melodi felan yok gibi bir şey. Beatler, neredeyse tesadüfi bir örüntü izliyor. Samplelar, saksafon ve etnike çalan işitsel müdahaleler iyi yalnız. Ferahlığı ve aydınlığıyla düşününce neden bunu dinliyorum demeyeceğiniz, ama kaydı kapatınca ne dinlediğinizi de çok hatırlamayacağınız bir çalışma. Benim damak tadım için ise biraz fazla glitch, teknolojik ve IDM. Massive Attack gibi 90'ları hatırlatan Foxy namlı şarkı gibi besteleri çok olaydı, işler değişirdi tabi.

6,75-/10

19 Aralık 2025 Cuma

Mammal Hands - Gift From the Trees (2023)

 Hoş, naif, modern bir caz çalışması bu. Grubun beşinci albümü, yeniyetme sayılmazlar. Sound basit, bu haliyle chamber ve ECM alt türleriyle ilişkilendiriliyor, bilenler için bir fikir telakkisi şey edebilir. Diğer yandan sık keyboard tıngırtıları minimalizmi hatırlatıyor. Bilmiyorum benim için o değişik tondaki saksafon daha anlamlı. Melodinin yükünü sırtlamış diyebiliriz ayrıca. Albümün ilk parçası Spinner ortalama olaraktan albümün geneli için fikir verebilecek güçte kuvvette. Melodik olarak ise Nightingale albümün herhalde zirvesi oluyor. Sonrasında ise benzer bir formülasyon ve benzer bir ses parçaları aynileştiriyor. Özellikle çokça dinlerseniz bunun gerçekleştiğine yemin edebilirim. AKılda kalan ise bir kaç güçlü melodi oluyor sadece.

6,75/10

18 Aralık 2025 Perşembe

Darkthrone - The Cult Is Alive (2006)

 Darkthrone'u efsane üçlüsü dışında dinlemedim ki en çok da bunları takip eden 5. albümü kulak vermeyi hakediyordu. Evet kuulötesi kapağa sahip bir ilk albüm daha var da konumuz o değil. Sonra bir bi şey oldu bunlara, yok rock köklere de döndüler felan. Bir de sürekli albüm çıkartıyorlar, ısrarcılar yani yeni tazlarında, pek de yeniliği kalmadı da şimdi, neyse. Zilyon tane kayıtları var ve bu da 12.ci ve yıl daha 2006. Gitar tonu vızvız, aynı buldum, tempo ritim rock ve punk'a yakın ama black tarafı hala baskın. Crust felan diyorlar da bilmiyorum o nedir. Sözlerde pek bir gayriciddi. İster istemez önyargılı yaklışıyorum yoksa punk etkili metalik işleri severim. Diğer bir handikap ise şarkıların bir çoğu birbirine benzer bir hale bürünüyor ve çok da güçlü değiller. Kötü de değiller. Öyle.

6,75/10

17 Aralık 2025 Çarşamba

Döngü (sezon 1) - Brooklyn Nine-Nine (Sezon 6-7-8) - Eric - Vinland Saga (sezon 1)

 Döngü namı diğer Tales from Loop, bilim kurgu kılığına girmiş tek sezon 8 bölümden müteşekkil fantastik bir amazon dizisidir. Dark dizisini andırır şekilde dünyadan kopuk bir kasaba vardır ki kasabalılar yerin altındaki gizemli döngü makinasının araştırma ve geliştirmesi üzerine çalışırlar. Bu makine yeni icatları tetikler. Akılsız mekanik robotlar vardır örneğin bağda bahçede. Her bölümde birbiriyle alakalı ama farklı bir karaktere yoğunlaşırız. Bu teknolojik yeniliklerin riskleri ve fırsatları vasıtasıyla insanı iç haliyle ortaya seriyor aslında dizi. Panorama gri ve tempo düşük, hızlıca aktığını söylemek mümkün değil. Yine de zihine bir çengel atıyor doğrusu. Çünkü entelektüel bir derinlik sunuyor izleyiciye. Özellikle erkek çocuğun vücut değiştirdikten sonra bir robot içinde hapsolduğu hikaye karanlık sonuyla akılda yer tutmakta. 

Polisiye komedi dizisi'nin bu son sezonlarının zar zor yayınlanma fırsatı bulduğunu hikayelerden de anlamak mümkün. Kaldırılıyor ve fan kampanyalarıyla tekrar sipariş ediliyor felan. Espriler  ve senaryolar zaten gerçeklikten kopuk bir hal almıştı. Gittikçe Abd'nin iç sorunları da yansımaya başlıyor. Gay bir komiser zaten, polisliğin gerçek hayattaki karmaşık hayatına bir gönderme. Ama yayınlandığı dönemdeki siyahlara yapılan baskının artması ve ırk isyanları, özeleştirel bir şekilde diziye dönüyor. Zira büyük eleştiri alıyorlar. Son sezon zaten sadece 10 bölümden oluşuyor. Karakterlein hayatındaki dramatik değişimler bir sonuca bağlanıyor ve biz de veda etme şansı yakalıyoruz.


Eric Benedict Kumbırmumbır'ın başrolünde oldukça iddialı bir Netflix mini dizisi. İzlemesi keyifli olsa da liberal ve açık fikirli kişilere hitap ediyor. Yönetiminde de sıkıntılar var. Daha iyi olabilirdi yağni.  Benedict baba, susam sokağı gibi yaratıcısı olduğu bir kukla şovunu yönetiyor. Ama kafası biraz git gelli, karısıyla kavga ediyor sürekli. Sonunda da dengesiz ve agresif tavırları bu memnuniyetiz ortamla birleşince oğlu evden kaçıyor. Bir yandan gay ve siyah bir polis ki sevgilisi AIDS'in son safhalarında, çocuğu arama görevini yönetirken, örneğin siyah ve gay başka bir kayıp  çocuk ile çok ilgilenmediği için çocuğun annesi tarafından suçlanıyor. Bunu vicdan yapıp iki dosyayı takip etmeye çalışırken amiri dahil diğer polislerin önüne engel çıkardığını fark ediyor. Benedict iyice alkol bataklığına düşüyor, şizofrenliği hortluyor, oğlunun planlarını yaptığı devasa kukla Eric'i canlı görmeye başlıyor. TV kanalı yöneticileri ile takışıyor ve kendi programından kovuluyor. Oğlunun yaptığı resimlerden oğlunun evsiz bir adamı izleyip kanalizasyon ve metro tünellerinde onlarla gönüllü kaldığı yere kadar izleri sürüyor. Karısı ise çocuğu arıyorum görüntüsünde ama aslında bir ilişkisi var. Ve çok ilginç, dizide hep o haklı. Benedict ondan özür diliyor, ben sana destek olamadım, beni aldatmakta haklısın diyor. Bu kadar liberallik de fazla yafu. Neyse olay olay çocuk bulunuyor, gay çocuğun ise valilik nezdinde siyasal skandallarla alakası ortaya çıkıyor ve polisin de çocuğu öldürüp olayı örtbas ettiği. Evet, diziler bir mesaj vermek zorunda değil ama bu dizinin ne fikir verdiğini de anlamak güç.

Vinland Saga oldukça yeni ve şu an iki sezona sahip bir anime. Sezonlar da yüklü, 24 bölüm var. Çizgiler mükemmel diyemem. İki boyutlularda karikatürize bir yanı bulunuyor, yakın çekim tepki gösteren yüz hatları da bir garip. Ama sürükleyiciliği ki intikam hikayeleri hep çekicidir, detaylarda boğulmayı engelliyor. Güçlü  öyküsü başroldeki çocuğun Thorfir, intikamla kafayı bozmuş, empatiden ve duygudan yoksun, agresif tek boyutluluğuna da takılmamamızın önüne geçiyor. Attack on Titan da böyleydi de onda pes etmiştim ben. Bir rahatsız eden tarafı da savaşkan ağbilerin fantasik güç gösterileri yapması. Gerçek olaylardan esinlenmese hadi neyse de, böyle olunca realist çizim ve hikayelerle bir tezatlık oluşuyor. Bunlar minimal şeyler. Özetle bu kanlı yapım izlenir. 

Çok güçlü bir viking reisi var, bir askeri bölüğün başı. Artık savaştan bıkmış ve bir savaş esnasında kendini öldü gösterip kaçıyor, İzlanda'da yeni bir hayata başlıyor, aile kuruyor. Geçmişi onu buluyor ve kasaba gençleri zarar görmesin diye Askeladd namındaki bir reisin yönettiği paralı asker grubunun ki aslında Danimarka kralının adamları kiralamış, saldırısında kendini feda ediyor. Küçük sarı oğlu olaya tanık oluyor ve Askeladd'ın gemisinde saklanıyor. Büyüdükçe 10 kere felan Askeladd ile düello yapıyor, tüm amacı onu öldürmek. Diğer yandan Askeladd'ın paralı askerleri arasında büyüyor, Askeladd da onu kullanıyor, vahşi çocuk gibi bir şey oluyor. Katliam, talan, tecavüz, normal şeyler o günün (1000 li yıllar) İngilter'sinde. İngiltere'de Danimarka kralının seferine katıldıklarında da efemine prensin destekçisi konumuna geliyorlar. Eğlencesine savaşan bir dev de var da neyse. Bu sefer taht entrikaları başlıyor. Askeladd izleyip izleyebileceğiniz en garip ve kompleks karakterlerden biri. Köle anne tarafı Galler soylularından ve Vikinglerden nefret ediyor aslında. Kendini efsane kral Artur sanıyor. Onun ölümü ile de ilk sezon sona eriyor. 

16 Aralık 2025 Salı

Neurosis - Through Silver in Blood (1996)

 Grubun erken dönem çalışmalarından bu kayıt çok tutuluyor atmosferik sludge/post metal türünde. Benim ağız tadıma ise fazla paslı geliyor. Endüstriyel seviyesi organize sanayi bölgesi düzeyinde. Tümüyle olmasa da genelinde ağır atmosferi zihin bulandıran tarzda. Karanlık, akıcılık tersinde doom tarzına yakın , boğucu besteler. Sevenlerine gelsin.

6,75-/10

15 Aralık 2025 Pazartesi

Mdou Moctar - Funeral for Justice (2024)

 Umut ediyorum ki adaletin canına okudunuz manasında bir albümdür bu. Sanatçının son dönemde yaptığı kayıtlar arasında en azından benim nazarımda bir adım öne çıkan bir albüm oldu bu. Duygusal yönü daha belirgin ve bunu ağdalı ağlak şekilde değil tempoyu düşürmeden yapıyor. Bir tür intergalaktik düğün halayına tanık oluyor gibi avuç içlerimiz patlarcasına alkış ile tempo tutuyoruz. Şarkılar da çok güçlü , bazıları süpermen. Misal Susum Tamaşak. Misal Oh Frans,  Tribal coşkuda bir saykedelik yanı da var yani. Tuareg blues namıyla sömürgeci bir isimlendirmeyle bilinen bu türü seviyorsanız, bu albümü de kaçırmayınız. Lütfeniniz.

8,50-/10

13 Aralık 2025 Cumartesi

Albert Camus - Düşüş

 Albert Camus'nun karakteri bir barda yeni tanıştığı birisine kendi hayatını anlatıyor. Diğer sesi duymuyoruz bile, monolog şeklinde ilerliyor anlatım her ne kadar göremediğimiz diğer kişinin yorumlarına ve sorularına cevapları doğrusal akışı bozsa da. Tanımadığınız bir insana ruhunuzun en karanlık köşelerini açmak daha kolay. Modern bir dünyanın tezahürü konumundaki Jean Baptiste Clamence de tüm geçmişini sergiye çıkarıyor bir bakıma. Bencillik, insanları kullanmak, ego, vurdumduymazlık itirafnamesi aslında toplumun genel ahlakını sorgulama terapisinin bir parçasıdır.

12 Aralık 2025 Cuma

Kesmeşeker - İçinde İçindekiler Vardır (1999)

 Aklıma gelenler: tam 2000 senesinde bir şeyler oldu. Müzikte yaratıcılık öldü, bir kaç sene az biraz bir şeyler devam etti ve sonrasında bir anlamsızlık deryası. Bu derya içinde balık tutuyoruz o günden beri, rastgele! Doğru düzgün yerli rock gruplarının konserine gitmediğimin farkına vardım. Ne Mor ve Ötesi ne de Şebnem Ferah. Sonuncusunda ağlarım diye korkarım, rezilliği düşünebiliyor musunuz? Kesmeşeker'i ama bir bar programında dinlemek isterim. Sound olarak tam bir Kadıköy bar grubu gibi. Güzel bir şey bahsettiğim. Bu albüm ise biraz karışık. Bir ayağı Beatlesvari rock'n roll'da , bir ayağı da vasatlıkta, dengesiz yani. İyi şarkılar olduğu kadar  kötüleri de, vasatları da var. Sevdiklerimi sayayım: Aşklar Bizi Terketti, Ol Dedin Bak Oldum, Olmaz Olmaz, Sanaloğlan. Aşklar Bizi Terketti'yi Güven Erkin Erkal'ın programlarında dinliyordum gençliğimde diye hatırlıyorum. Hayat o kadar uzun görünüyordu ki ölümü düşlemekte bir sakınca görmüyordum. Güneşin ve gölgenin kokusunu alıyordum, günışığında içimde çiçekler açıyordu sanki. Saatlerce olmazlar peşinde yürüyebiliyordum.

7,0/10

11 Aralık 2025 Perşembe

Touché Amoré - Lament (2020)

 2020'lerde post-hardkor /emo sahnesi nereye evrrilmiş görebilmek için bir fırsat. Çığırtkan duygulu ses tellerinin sürtünüp kırıldığı vokal canhıraşane bir bravoyu hak etse de bu tarz sert kabilinden emo tekniği de çabuk kanıksanıyor. Aynı grup içinde bahsetmiyorum , aynı tür içinde bir kaç albüm doyurucu olabiliyor. Müzik ise beklediğimden daha soft. Vokalin önde oluşu aslında bir hikayeyi dinleyiciye anlatma derdini ortaya koyuyor. Sözleri ise okuyacak kadar merak uyanmadı içimde. İnsan yaşlanınca başkalarının acısına da alışıyor, o kadar şey görüp geçiriyoruz ki. Öyle olmasa keşke. Bu kayıtta da acıyı hissedebilmek mümkün, bir kaç parça etkileyici. Ayrıca prodüksiyonda country'i çağrıştıran bir şeyler var.

6,75-/10

10 Aralık 2025 Çarşamba

Jean Paul Sartre - Yöntem Araştırmaları

 Sartre bu eserinde varoluşçuluk felsefesinin neden Marksizm içinde kendine ait bir alanı olduğunu anlatmayı amaçlıyor. Deney alanı olarak Fransız tarihi masaya yatırılmış. Felsefenin bir araştırma ve açıklama yöntemi olarak toplumsal ve siyasal bir silah olarak kullanımı bahis konusudur. Marx da Descartes ve Lock ile Kant ve Hegel gibi isimlerinin ardından felsefenin 3. anına denk düşüyor. Bu noktada  Kierkegaard ve Hegel üzerinden Marks'ta yabancılaşmanın temelleri anlatılırken Jasper'in varoluşçuluğu ile aradaki farkın altı çiziliyor. SSCB'de sosyalizmin inşası ve vatanın güvenliği Marksizmi durdurdu, kuram ve uygulama arası ayrıldı. Marksizmin kavramları anahtar iken buyruğa dönüştü, amacı artık bilgi edinmek değil, kendini a priori mutlak bilgi içinde kurmak. Varoluşçular aksine hiç bir şeyin tamamlanmadığına inanıyor. Marksizm insanı fikrin içine hapederken varoluşçuluk onu her yerde, işinde,evinde sokakta, aramaya koyulur. Marksist ilkelere bağlı kalarak, üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin genel çelişkilerinden tekil somutu, yaşamı, gerçek ve tarihli mücadeleyi, kişiyi üretmeyi mümkün kılan dolayımları bulmak niyetindedir. Marksizimi, insan yaşamının bütün somut belirlenimlerini rastlantıya bıraktığı ve tarihsel bütünleyişten, soyut bir evrensellik çerçevesi dışında hiçbir şey almadığı için eleştiriyoruz.

Tasarı, öteye doğru bir kaçış ve sıçrayışla, eş zamanlı bir yadsıma ve gerçekleştirme edimiyle, kendisini aşan devinimle yadsınmış olan aşılmış gerekliliği alıkoyup bu gerçekliğin üzerindeki örtüyü kaldırır. dolayısıyla insan kendi ürününün ürünüdür. İnsan tasarısıyla tanımlanır. Bu maddi varlık, kendisi için yapılan koşulu sürekli olarak aşmakta, kendini yapıt, eylem ve davranış aracılığıyla nesnelleştirebilmek için, söz konusu durumu aşarak bu durumu açığa vurmakta ve belirlemektedir. Ne bir istenç ne bir gereksinim ne de bir tutkudur, fakat tutkularımız ve düşüncelerimizin en soyutları gibi gereksinimlerimiz de bu yapıya katılır. Gereksinimlerimiz her zaman kendilerinin dışına doğru yönelirler. Varoluş dediğimiz şey budur ve bununla anladığımız kendi içinde bulunan kalıcı bir töz değil, sürekli bir dengesizlik, tüm bedenin kendinden koparılmasıdır. Nesnelleşmeye yönelen bu atılım, bireylere göre çeşitli biçimler aldığından bizi, bir kısmını diğerlerini dışta tutarak gerçekleştirdiğimiz bir olanaklar alanına attığından, bu atılıma seçi yada özgürlük diyoruz.
Varoluşçuluğun nesnesi, Marksizmin düştüğü yanılgıdan ötürü, toplumsal alandaki, kendi sınıfındaki, kolektif nesnelerin ve diğer özgül insanların arasındaki özgül insandır; işbölümüyle sömürünün yol açtığı, saptırılmış araçlar aracılığıyla yabancılaşmaya karşı mücadele eden ama her şeye karşın direncini yitirmeksizin güç kazanan, yabancılaştırılmış, şeyleşmiş, aldatılmış bireydir. Çünkü diyalektik bütünleyiş, iktisadi kategoriler gibi, edimleri, tutkuları, işi ve gereksinimleri de kuşatmak durumundadır, bunun yanısıra kişiyi yada olayı, hem tarihsel konumu içine yerleştirip onu oluşmun yönüne göre tanımlamalı hem de söz konusu biçimde gerçekleşen bugünün anlamını tam olarak belirleme yoluna gitmelidir.

9 Aralık 2025 Salı

Shostakovich - Symphonies 1 -12 : 1917 (1994, Kondrashin)

 Memleketlisi Kirill Kondrashin yönetiminde Moskova Filarmonik Orkestra tarafından kaydedilen bu Şostakoviç kaydı için çok değişik bir ikili seçilmiş. 12. senfoni 60'lı yıllarda bestelenmiş ve Lenin ve 1917 devrimine ithaf edildiği için batı cenahında önyargıyla yaklaşılmış. Stalinist diktanın gazabından kurtulamamış olmasına rağmen niye parti üyesi olur ve bu devrimci işe emek eder? Lenin, Stalin ve Troçki ayrı kişiler ve fikirler değil mi? İdrak edemezler. Belki de gerçekten bir takiye söz konusudur, bilemeyeceğim. Çıkan iş ise öyle kötü felan değil. Senfoninin ilk hareketi geleneksel devrimci marşlara öykünmüş, hareketli, coşkulu ve gergin. Daha ilk dinlemede diken üstünde tutuyor dinleyiciyi. İkinci harekette ise senfonilerde en sevmediğim şeye tanık oluyoruz. Sessizlik, sadece bir enstrüman çalıyor. Bu ani volüm değişikliğini hiç sevmiyorum. Üstelik çok da ağır ve yavaş. Devamı da benzer şekilde açılsa da ismi üzere  şafağın sesine dönüşüyor. Çifte bir anlatım olsa gerek, Aurora aynı zamanda devrimin kıvılcımını çakan geminin de ismi. Son bölüm ise bir kutlama anını inşa eder. Ancak bir çekinme, bir duraksama sinmiş gibi geliyor kulağa. 

Şosta'nin ilk senfonisi ise 19 yaşında yazdığı konservatuar bitirme tezidir. Günümüzde böyle bir şart düşünülemez herhalde. Zamanında beğeniyle karşılanmış, genç dahi işi görülmüş. Eklektik ve farklı bestecilerden esinlenmenin aşırıya kaçmasıyla da eleştirilmiş. O kadar ayrımın farkına varacak kadar ne kulağım var ne bilgim. Ama karman çorman bir şeyler olduğu bariz belli. Sevdiğim cazvari sesler, klarnet, 1. dünya savaşının ardındaki sahte iyimserlik, revü şov eğlenceliği besteye sızmış durumda. Ama karmaşık, takibi zor ve banal anları da yok değil. Son harekette ise bu karmaşa içinde dikkati ayakta tutabilen enteresanlıklar sergileyebiliyor. 

7,0+/10

7 Aralık 2025 Pazar

Riot City - Electric Elite (2022)

 Tam istediğim gibi bir speedy gonzalez heavy metal kaydı. Işıl ışıl bir prodüksiyon, ciğeri ve performansı kuvvetli aydınlık bir vokal, hız hız ve hız. İlk şarkılar çalmaya başladığımda da heyecanlandım. Acaba öyle mi? Riot'un 2014 albümünü dinlerkenki hissettiğim tecrübe geldi aklıma. Malzeme iyi ama bestecilik karışmış biraz. Vokalin çığlıkları durdurulamıyor. Dinledikçe duruldum ama ben biraz. Bununla birlikte  bu albümün içinde kendi tarzıma yakın yani hoşucağzıma giden parçaları da nakledebilirim. Melodisi güçlü, nakaratı güçlü. Eye of the Jaguar, Tyrant ve Beyond the Stars, yani ilk üçlü. 

7,25/10

6 Aralık 2025 Cumartesi

Allie X - Girl With No Face (2024)

Seksenlerin Madonna gibi ana akım popuyla bir adım geriden gelen synthpopunu kombine edip bir on yıl daha öteye (ama bugünün çirkin elektronik sounduna değil) taşıyan prodüksiyon kalitesi hoş ama mantığı bahsettim yıllarda dolanan şeker mi şeker şokolat mı şokolat bir kayıt. Hiç bir parçası kötü değil. İyilikleri metreyle kıyaslanabilir. Ve üstelik kendi mi bestelemiş şarkıları, kendi mi mi kaybetmiş, neymiş de neymiş. Çok emeklenmiş bu debü albümü çıkarırken. Eğer müzikal bir geçmişi yoksa böyle bestelerle sahneye çıkabilmesi büyük bir yeteneğin nişanesi olarak kanıtlanıyor. Olumsuz ise tüm parçaların ritmi birbirine benzer, biraz çeşitlilik iyi olmaz mıydı yafu? Ayrıca yeni nesilin dramatize problemleri yerine boşverci, eğlenceli bir kafası olsa, Madonna olacaksan tam ol çünki. Bir kulak verilmesi lazım yağni en basitinden. Ardından da takip ediniz. Ümit veren sanatçıdır.

7,75/10
 

4 Aralık 2025 Perşembe

Crippled Black Phoenix - Banefyre (2022)

 Grubu bir önceki albümde tanımıştım, geç tanıdığıma da hayıflanmıştım, pek çok benzer ama farklı alt türe dokunan epik ve duygulu bir gotik post rock/post metal yapıyorlardı. Her nedense bu albümde aynı heyecanı yakalayamadım. Bu demek değil ki Ghostland gibi viking havası taşıyan bir destan bizi sallamadı. Özellikle kadın vokalin artışa geçmesiyle daha önce olumluluk olarak bahsettiğim çeşitliliğin de yönü döndü, albümün uzun süresinin de (bir buçuk saatten fazla for seyk!) etkisiyle dağınıklığa dönüştüğünü söylemek mümkün. Bazı parçaların kısa kesilmesi ise elzem olmuş. Bu sefer albümün hatırlattığı diğer grupların ismini saymayacağım. Ama hala bariz şekilde buradalar. Albüm kapağı temayı da işaret eder şekilde pek bir şıklar.

7,50/10

3 Aralık 2025 Çarşamba

The Meads of Asphodel - Exhuming the Grave of Yeshua (2003)

 Grup bu ikinci albümünde de şaşırtmaya devam etmiş. Alışkanlıktan black metal dense gerek, avant-garde metal çünkü yaptıkları iş. Metal kısmı hala (ilk albümle kıyasla)  teneke tukata ilkelliğinde. Ani geçişler sarsmayıcı değil. Aniden akustik gitarın yönettiği melodiler ve arkasından orman hızar ekibi, hani bunlar şaşırtıcı değil. Ama elektronik polka ritimleri girerse araya bak bu biraz garip. Ucuz synth eşliğinde Yahudi ve Arap melodilerini kanıksadık zaten. Yine de On Graven Images'deki oryantal trip hop tekno ambiyans gibi bir havalar nakledilirse kendimizi tutamayıp ağzımızı açabiliriz. Bir nevi Thy Catafalque'ın büyük babası.

7,50+/10

2 Aralık 2025 Salı

KÖFN - POPSTAR (2023)

 İsmi sept manasına denk eden ikilinin dağılmadan önceki bu son kaydı üçüncü albümleriymiş. Bi Tek Ben Anlarım namlı hitini içerir. İkilinin müzikal eğilimleri elektropop ve nağmeli akustikli pop olarak ete kemiğe bürünüyor. Denge başarıyla kurulmuş ve ayrılmaz bir bütün olmuş. Lakin sound o kadar-bu kadar ortalama beğenilere hitap ediyor ki, illaki dinleyicinin kulağında yer ediyor. Zararsız, sound ve söz ve beste, macera yok, pamuk şeker gibi. Dışı sert içi yumuşak elma şekeri hiç değil. Synth tonları da yeniden icat değil. Şarkıları çok dinlemeye de gelmiyor, albümü üç kere dinleyin, tüm parçalar bir oluyor. Hoş, yalın ama sığ meodileri efektlerle süslemek güzel iş. Yıldız Tilbe'li versiyon ise rezalet. Özetle yine de bir şeytan tüyü var ikilide demek mümkün. Bu toprakların popüler müzik tarihinde yer alıp almayacaklarını ise zaman gösterecek. İddialılar bir yere kadar. İddialılarmış, geçmiş zaman.

5,75/10

1 Aralık 2025 Pazartesi

Arif Damar - Günden Güne

 Ben, bu yürekte duramam.

Toplumcu şair Arif Damar'ın gençlik döneminde kaleme aldığı dergilerde yer bulmuş ilk şiirlerinin derlemesi sayılabilir bu ilk eseri. 2. Dünya Savaşı ve hemen ertesi vakitler konuya damgasını vurmuş. Faşizmin işgaline karşı direnen partizanlar ve onların ülkede mücadelesini paylaşan şair çoğu zaman Nazım Hikmet'in gölgesinde kalmakta.

Mısralarımın siperinde de 
düşmana karşı 
yanyana 
        ve omuz omuzayız.
 

Heyecan ve duygu boyutunda değil ama poetik açıdan çoğu kez düzyazıdan ayrı bir yerde konumlanmakta zorlanıyor şiirleri. 

Onsekiz Mayıs Perşembe günü, / Tophane Rıhtım iskelesinde/  dokunsalar aglayacaktım. 

Şiirlerin teması sadece sosyalizm mücadelesi değil Ege'de çocukluk, Kars'ta Erzurum'da  askerlik ve aşk da kaleminin misafiri. Ancak eksendeki mücadelenin çevresinde bir öğe olabiliyorlar ancak.



Öyle seveceksin ki, 
 koskocaman dünyada tek başına kalınca 
 sevdiklerin seni yalnız bırakmasm ... 
 Gün ışığı parmaklığı söküp atsın. 
 taş duvarlar, 
 ha var ha yok ... 














27 Kasım 2025 Perşembe

Vüs'at O. Bener - Dost / Yaşamasız

 İsmi çok da öne çıkmayan , bununla birlikte 50'li yıllardan beri Türk öykücülüğünde kendine yer edinmiş bir isim Vüs'at O. Bener. İsmi de ayrı enteresan.  İlk 2 öykü kitabını bir araya getiren derleme içinde bir öyküye televizyon ekranı da düşünce, zamanla kitabına öykü ekleyip eklemediğini merak ettiğim bir durum da olmadı değil. Hikayeleri okurken aklıma birden fazla olgusallık düştü.

dünyaya düşmek: okuyucu olarak dünya işlerine sarılmış insanların hayatına birdenbire düşüveriyoruz ve geldiğimiz gibi gidiyoruz.

bir şey olmasa da bir şeyler oldu: olay örgüsü öyle bir hale geliyor ki, bakışlar, sözler bir şeyler ima ediyor, ama anlayamıyoruz. mühim bir şeyleri mi kaçırıyoruz.

ilmik ilmik içiçelik: diyalog, içses, düşünme, yargı cümleleri boşluk bırakmadan arka arkaya sıralandığı oluyor. 

gotik: anadolu gotik yazını denebilir mi? Denizde açılan ve bir salda mahsur kalan iki adamın garipçeliği ne anlatmak istenmektedir.


Yazarın iki tarzı ve bunların birleşimi olan bir tekniği var. İlki yalın, tedirginliği belirgin, kırsal bir izlek takip ediyor. Diğeri ise bilinç akışıyla, sembolizmle örülü ağır denemeler içermekte. Sentezi ise en iyi çocuk düşürme temalı öyküde beliriyor, karakterlerin sözleri, düşünceleri birbirine giriyor. Buna ek olarak onunun ağırlığı ve çıplak acısı zihni karıştırıyor. Her halükarda öyküler yavaş ve hatta sesli okumalar talep ediyor okuyucusundan. Dolayısıyla kendine özgü bir sesi daha ilk eserlerinde keşfetmiş ve tarzında denemeler yaparak  bunu geliştirmiş bir yazar kendileri. Daha fazla ilgi alaka hak ediyor.


25 Kasım 2025 Salı

Isis - Celestial (2000)

 Atmosferik sludge mahiyetli post-metal işleri özlemişim, gözden kaçırdıklarımı dinlemeye aldım ki zaten
bir Isis var bir de Neurosis bir de Cult of Luna ilk  akla gelen. Isis'in bu merhaba albümü diğer kayıtları kadar ön planda değil ne yazık ki. Az biraz endüstriyel elektonik tınılar var ve gençlik başlarında duman, baslar tonajlı kamyon , sert bir kayıt bu. Besteler ise biraz git gelli. Her zaman aynı etkiyi yüksek bir seviyede tutabilmekte zorlanıyor. Collapse and Crush isimli gayet şık bir parçadaki melodi ise çıldırtacak kadar başka bir yerden aşinalık uyandırıyor. Ve üstelik albüm sonlarda daha bir şıkıdım olmamış mıdır? O zaman da bu zaman da işin içine post-rock girince yani yumuşayınca hal tavır daha hoşuma gitmiştir. Burada da geçişlerde böyle şeyler duymakla birlikte henüz o seviye vaki değil.

7,50/10

24 Kasım 2025 Pazartesi

Chavela Vargas - Chavela Vargas (1961)

 Aslen Kosta Rika'lı ablamız, rahmetli nenenimiz aslında , genç yaşında Meksika'ya göçüyor ve oranın müzikal tarihine damga vuracak eserler seslendiriyor. Belki de o ülkenin Ümmü Gülsüm'üdür, vardır her ülkenin, ulusun sesi olmuş kadınlar. Akustik gitar eşliğinde tüm duygusuyla bir vokal performansı ile karşı karşıyayız. Kah aşktan, kah hiddetten sesi titriyor bazı anlar. Bazen sessizliğe sarmalanıyor, gülüyor, ağlıyor. Teyatrallığı abartılı bir seviyeye ulaşmıyor ulaşmasına da yine de benim için bir tık arabeske kaçıyor. La Llorona bizim bile duyma ihtimaliniz olacak büyüklükte bir ağıt. Kadehleri offlatacak bir şarkı. Albümün en iyi temsili olabilir. La Nina Isabel, La churrasca gibi şarkılar da öne çıkmakta. Otantik folklör çalışmalarında olduğu gibi anlatılanın, aktarılanın da yani güftenin de ehemmiyeti, bestenin minimalizmini şartlıyor. Bu yargıyla dinlenmesi lazım. 

7,75/10

23 Kasım 2025 Pazar

Lay Llamas - Ostro (2014)

 Kıyıda köşede kalmış ama kendine niş açmış sanatçıları ve albümleri keşfetmeyi seviyorum. Bazen pek bir ünlendikleri de oluyor sonrasında. İtalya'dan ses veren bu grubun ezoterik bir alt tür ile ilişkilendirildiği için popülerlik anlamında gidecekleri çok da bir yeri yok. Bu sınıflandırmaya dahil olup olmadıklarına dair bir fikirleri var mı onu da bilemeyeceğim. POI yani İtalyan okült saykedeliği etkiketini taşıyor. İtalya progresif rock türünde kendine ait bir yer açmış durumda, bu biliniyor. Bu alt tür nedir bilemeyeceğim, çok da kayıt da yok. Albümün sesine kulak verdiğimizde saykedelik okey, tekrar eden tribal ritimler, elektronik katkılar, vecd ve hipnotizm, bir animist hava. Bir ayağı şamanist geçmişimizde diğer ayağı yıldızlarda. Kubric'in filmi geldi aklıma. Ormanlardan denizin derinliklerine natural bir atmosfer hissediliyor. Modern bir new age denemesi de diyebilirsiniz ama hiç de sıkıcı ritimlere sahip değil. Tempolu 2-3 şarkı var ki öne çıkıyor. We Are You, Archaic Revival. Progresif rock, dream pop, Fallout oyun müziği tribal ve Blade Runner bilimgurgusal ambiyansı gibi bol etkiler taşıyan bir kayıt elbet biraz dağınık olacaktır. Albümün bir odağı yok. Akla eseni kaydetmişler belli ki. Ama ortak noktalar yok değil, sıraladık zaten. Derin nefes alıp hayatı yavaşlattığınızda keyifli bir yolculuğa çıkaracak ama zihnimizde iz bırakmaktan yoksun hoş bir albümdür. 

7,0-/10

19 Kasım 2025 Çarşamba

EABS Meets Jaubi - In Search of a Better Tomorrow (2023)

 Modern cazın iki ismi işbirliği yapıyor ve ses de getiriyor bu çabaları. Pakistan'dan yöresel çalgılar ve melodiler, Polonyalı EABS'ın ritimlerine entegre oluyor. Tabi, bu çalgıların sesleri ne kadar keyifli gelirse dinleyiciye. Ben biraz şüpheli taraftayım. Hint kültürünü de bazı bazı enstrümanların kulak tırmalamasını da pek sevmem. EABS da biraz deneyselci seslere kayabiliyor bu albümde. Dolayısıyla etnik füzyon bir cazın macerasını sevenler mutlu olacaktır. Ama itiraf etmek gerekirse iyi bir ekip olmuşlar, birbirlerine iyi pas atıyorlar. Bayağı bir anda da melodileri güçlü ve belirgin. Atmosfer de bu doğu dokunuşuna rağmen şehir yalnızlığını yansıttığı da oluyor. Velhasıl ilginç bir çalışma, hitap edene. Yeniden dinleme isteği uyandırmadığı için değerlendirmem biraz düşüktür.

6,75+/10


17 Kasım 2025 Pazartesi

Eluveitie - Helvetios (2012)

 Bu beşinci elövötö albümüm. İlk iki albümün seviyesinde değil, o günleri tekrar canlandırmak zor elbet. Lakin bayağı bir yakın. Melodik death ve Kelt ekolünden folklör nasıl birleşir sorusunun en net cevabıdır. Bu birleşimin temeline harç dökmüşlerdir. Bu sentez kulağınıza iyi geliyorsa bunu dinlediğinizde de pişman olmayacaksınız yani. Yerel enstrümanların zenginliğinden bahsetmeye bile gerek yok. Zaten Eluveitie yada kelt metal aşinalığınız varsa radikal ve yaratıcı bir farklılık da beklememek lazım tabi. 

7,75-/10

16 Kasım 2025 Pazar

Ulver - Nattens madrigal: Aatte hymne til ulven i manden (1997)

 Nedense atmosferik black ile ilişkim hep bir gelgitli. Üzerinden zaman geçse de burda bir gelişme olmadığını anlıyorum benin cephemde. Kurtlar temasını işleyen Ulver'in bu üçüncü kaydının belki de yarısını oluşturan sayıdaki şarkılara uzun süredir de hakimim. Oturup albümü baştan sona dinleyecek dürtüyü hissetmedim sadece. Çünkü  prodüksiyon da öyle bir kirli duvar var ki o etkileyici riflere, akustik geçişlere, atmosferik seslere  rağmen beğeniniz bir noktada o duvara gelip dayanıyor. Aşanlar için zaten grubun en iyi işlerinden biri nitelemesine katılacaklar kervanına katılmaktan başka çıkar bir yol yok. Cızırtısı, lo-fi kayıt kalitesi, rifleriyle biraz Darkthrone'u da hatırlatıyor bu kayıt. Ama Ulver'in bu ilk dönemini çok sevmekle beraber Ulver dinleyesim geldi dedirtecek bir seviyede değil. Zaten şu aralar synth pop'a kadar evrildikleri müzikal kariyerlerinde metal içinde kaldıkları ilk dönemde bile her kayıtta bir değişiklik yansıttıkları aşikar. Dolayısıyla hangi Ulver'i dinleyesim gelebilir ki?

7,75/10

14 Kasım 2025 Cuma

Gülden Karaböcek - Dostum (1976)

 Altın Gün'ün ilhamını en çok nereden aldığı anlaşılmış olunduuu. Uzay synthleri ile ki son baskıda bir miktar daha öne çıkarılmış sanki, muhteşem parça seçimi benim nazarımda bir tezat teşkil ediyor. İçerik halk müziğinden örnekler ile zenginleştirilmiş. Fırat Tanış'ın da pek sevdiği Alevi türküleri, Dostum Dostum, Gafil Gezme Şaşkın, Oy Dünya Dünya ya da Azeri türküleri Arzu Kızım, Özüne Özüm Kurban ve Karadeniz türküsü Çaya Gider O Yani coğrafi çeşitliliği sergilerken eski Türk filmlerinin neşesini hatırlatan hareketli ve eski Türk filmlerinin dramasını hatırlatan hüzünlü örnekler de çeşitlilik eksenini farklı bir açıyla kesmekte. Ses rengiyle çok sevilse de yorumlama ve düzenleme noktasında hissettiğim çekincelerden sonra belki de arabesk dönemine bakmanın sırasının geldiğini kabul etmenin vaktidir.

7,50/10

13 Kasım 2025 Perşembe

Metallica - 72 Seasons (2023)

 Sevabıyla günahıyla Metallica bizimdir, bizim kalacaktır. Hala da kendilerinde iş vardır. Bu da nişanesidir. Ben sevdim vallaha, ne derseniz deyin. Agresifliği biraz sahte duruyor, şarkıları gereğinden uzun ve öhöm Inamorata öhem bariz bir kaç kötü şarkı var. Yaratıcı değiller zaten, öyle bir iddiaları mı varkine? Ama metal içinde bile bugün solo atan ne kadar grup kaldı. Bence eğlenceli bir kayda imza atmışlar, kardaş. Çok da şey etmemek lazım kısacası.

7,50/10

12 Kasım 2025 Çarşamba

Fazıl Hüsnü Dağlarca - Bütün Şiirleri 2 (Bölüm 1)

 Dağlarca'nın toplu şiirlerininin bu ikinci cildi ilk 1968 yılında basılan 19 Mayıs Destanı ile başlıyor ve 70 ile 80'li yılları kapsıyor. Politik olarak çalkantılı yıllarda ulusal yanı ağır destanların hacmen belirleyiciliği bir duruşu temsil ediyor olsa gerek. Türk ulularının izinde İstanbul'da Atatürk'ün toplantığı yaptığı evden yolculuğa çıkışının dizelere döküldüğü bu destandan sonraki yapıt 1970 tarihli Hiroşima'dır. Bu eserde çoğu kez atom bombasıyla yok edilen Japon sivildir dile gelen ama bombayı bırakan pilottur da. Bu kısa eseri Vietnam Körü isimli tiyatral bir yapıtı takip eder. Sonu bir katliam ile biten eserde köylüler ile vicdanlı bir amerikan teğmenin geliştirdiği diyalog umut emaresi olarak geliştirilmiş. Yine de askerlerin kendi aralarında dillendirdiği insanlık dışı acımasız diyaloglar yapıtın gerçekliğini zedelemektedir. Zira tarihte en gaddar işlere imza atanlar kahkalarla gülerek ben kötü adamım şarkısını söylemezler. Eserin ilginç bir yönü de post-modern metinler arasılığıdır, Vietnam'lı dede arkadaşı Dağlarca'nın Vietnam Savaşımız eserini okur köylülere. Takip eden Malazgirt Ululaması ise isim üzere Anadolu'nun kapılarının Türk'e açılmasının destanıdır. 

Yellere karşı sen yellerce es estir /Yankılanan Türkçe ol ta için bir sestir 

BAĞIŞLAMA III 

Atlar insanları sever 
At gibi sevdim seni. 

 Atlar uzakları sever 
 Upuzundum. 

 Atlar çoğulu sever 
 Çoğalmıştır uluslar uluslarla hep.
 
Atlar 
Bağışlar duyuyor musun geçtigi atları. 

1972 tarihli yapıtının adı Haliç'tir. Çocukluğum da Altın Boynuz kıyısında bugün mevcut olmayan ve daha da acıklısı sermayeye ve ranta peşkeş edilerek tarihe hakaret nişanesi olarak olduğu yere bırakılan Aktalana uğramış (elleri kurusun, ocakları sönsün) bir semtte geçmiştir.


Aynı sene Kınalı Kuzu Ağıdı'nı yayınlar şair. Kırsal hayatın zorlukları şairin sık uğraklarından biridir. Bağımsızlık Savaşı üst başlığı altında üç eser gelir devamında, Sakarya Kıyıları, 30 Ağustos ve İzmir Yollarında. Daha önce başvurduğu dipnot kullanımı, alıntılar ve sayfa sonu dizeleri gibi yöntemlere başvurmuş bu eserlerinde de.




11 Kasım 2025 Salı

Propagandhi - How to Clean Everything (1993)

 90'lar punksamıştım. Offspring, Green Day yerine daha anarşik takılmaca adına Propagandhi'nin çıkış albümüne kulak veriyorum. Sound farklı değil, bir kaç şarkıda ska ve reggae'ye göz kırpıyorlar.  Eski Etiyopya kralına çakarken tür değişikliği de olmazsa olmaz tabi. Bir miktar sesleri de sert tabi. Vokalin değişik bir icrası var, bir tık daha yırtıcı ve söyleme tarzı tutuk, telaffuz tıngırtılı. Sözler pek olgun değil, ona fuck buna fuck. Sound yine bizi direkt 90'lara taşıyor, tonlar felan. Ayrıca zamanla eskidiğini de söyleyemeyiz, hala %77,85 oranında sağlamcana ayakta. Bestelerin gücü konusunu tartışabiliriz. Akılda kalıcılıkları veya ayırt edicilikleri eksik çünkü. Yine de üj bej parça var ki akide şeker. Gang dedükleri koro bağırışları da pek uğramamış. 

6,75/10

10 Kasım 2025 Pazartesi

Yann Tiersen - La valse des monstres (1995)

 Amelie film müziklerini de yapan Yann Tiersen'i severiz. Fransız ezgilerinden ve enstrümanlarından faydalanarak hoş hatıralar yaratmaya mahir bir abimiz. Bu ilk albümü de farklı değil. Sözsüz çalışmalarda kendini tekrar eden aynı ya da bu tekrarları farklı parçalarda ufak revizyonlara tabi tutan minimalist yaklaşımıyla modern klasik müziğe de dokundurmalar sergiliyor. Bana sorarsanız nouvel age a la française. Bu albümün baskın bir sesi de zillerin ve çınlamaların fazlalığı. Yer yer enstrümanların orta çağ sesi verdiğini de duyabiliyoruz. Hafif karnaval kokusu da sinen albümün ismine (canavarların valsi) ve kısa, taslakmış gibi duran parçalarına baktığımızda sanki gotik bir çizgi filmin namevcut soundtrack kaydı intibası verdiğini reddedemiyoruz. Tabi albüm geneli itibariyle lineer bir gelişim göstermiyor, dinleyeni lerletmiyor, girdiğimiz karnala kapısından geri çıkıyoruz.

7,50-/10

8 Kasım 2025 Cumartesi

Verdi - Requiem (1951, Toscanini)

 Requiem Hristiyanlığa özgü, ölünün ardından yapılan bir ayin, ağıt bir bakıma ve bir çok klasik besteci de bu türde esere imza atmış. Özünde dini bir format taşıyan bu esere Verdi daha farklı bir yorum getiriyor. Belki biraz daha laik demek yanlış olmaz. Draması ağır, orkestral yönü güçlü ve opera formundan beslenen bir yorum. Bu da dinlemesi keyifli bir deneyim sunuyor. Kayıt ise çok eski. Şef Arturo Toscanini. Önemli bir isim zamanında. Günümüzün stüdyo odalarında gerçekleştirilen mükemmelliyetçiliğin gerisinde kalıyor kayıt ister istemez. Enstrümanlar ve vokaller arasında sanki bir doku uyuşmazlığı var, bu da canlı kaydedildiğinin emaresi. Sonuçta mono bir kayıt ve o nostaljik hissiyata değer katıyor. Dies Irae, Liber Scriptus, Rex Tremendae, Confutatis gibi bölümlerde tempo ve koro baş döndürücü şekilde yükselişe geçiyor. Etkileyici doğrusu. Kendine has bir özgünlüğe sahip olan bir eser. Belki bulabilirsem daha çağdaş bir versiyon ile yeniden dinlemeye tabi tutarım. Cezbetmedi değil.

8,0/10

7 Kasım 2025 Cuma

Ostrovski - Bu Hesapta Yoktu

 Doksanlarda Cumhuriyet gazetesi okurlarına klasikler armağan ediyordu. Gazeteler promosyon eşantiyon konusunda yarışırdı. Kuponlar biriktirilirdi. Halı yüklenip taşındığını hatırlıyorum, o kaddar yani. En masumu ve iyisi bu tür kitaplar, dergiler ve kasetler olsa gerek. Ben de biraz bu kitaplardan toplamışım. Ömrümün yarısından çoğu bitmişken okuma sırası anca geldi. Çünkü bu bir tiyatro eseri. Okumayız yani, izlemek varken. Zaten izlemeye de sonradan alıştım. Benim alanım daha çok sinemadır ki 6-7 senedir gitmemişim. Ostrovski 1800'lerde Rusya'nın önde gelen bir oyun yazarı. Ağır sansür rejiminde oralar sanat doğurmuş pek çok alanda. Burası tık nefes. Neyse oyun Glumov adlı fakir bir gencin annesi ve hizmetçisi ile birlikte bağnaz akrabalarını ve dindar muhafazakar sosyeteyi kandırarak , diğer bir deyişle kendini en muteber gözde bir genç gibi göstererek, bu uğurda rüşvetler yedirerek, güzel bir evlilik ve iş hedefiyle planlarını yürütmesini konu alıyor. Sosyete demişken siyasetten ayrı düşünülemez tabi ki. Herkese nazar boncuğu ve öpücük yani. Foyası ortaya çıkınca da ben çok da namussuz biri değilim, sizler bana muhtaçsınız gibi bir cevap yapıştırmaz mı? Herkesin de aciz bir şekilde haklı yafu, Glumov gel bizi ter etme diye seslenişiyle eser sona erer. Anlaşıldığı kadarıyla klasik bir toplumsal eleştiri örneği. Şeklen de tam bir piyes, hızlıca akıyor, karakterler soldan sağdan sahneye giriyor, ortalık yol geçen hanı. Tüm metin son sahnedeki tirada bağlanma amacıyla dört nala ilerlerken gerçekçilikten kopuyor. Bu da tam olarak teyatral sıfatına denk düşüyor.

Aç Yazı # 8 - 9 - 10 - Çıngıraklı Sokak #34 - Hece #46-47(öykü)

 Aç Yazı dergisinin 8. sayısında Behçet Necatigil ve eserleri bir hayli yer tutuyor. Çok anlamlılığa kapı aralayan  yönüyle deneyci besteciliğe ilham olduğu yazı ilgi çekici. Youtube'dan sonuçlara ulaşmak mümkün. Dergide süreklilik kazanan yazarlar ve onların şiir ve metinlerinde benzer deneyci hattın izini bu sayıda da görebiliyoruz. Tıpkı Fransız yazarların metin ve oyunlarında sergilendiği gibi.
Derginin 9. sayısının yarı- dosya ismi Emily Dickinson seçilmiş. Hazin bir hayat süren şairi okuyucu ile tanıştıran ve örnekler ile çözümlemelerle temsili başarıyla yerine getiren yazılar oldukça doyurucu. Nermin Er'in sergisine dair not ve fotoğraflar derginin bu sayısında yer bulabilmiş. Önceki sayıda olduğu gibi Emre Dündar bu kez Emily Dickinson ilhamıyla bestelediği eserin hikayesini nakletmiş. Diğer şiir ve metinlerin odağı bu kez Anglo-saxon dünyasına yönelmiş.

10. sayının odağında şair Gülten Akın yer alıyor. Ters Çingene isimli şiiri şairin karakterini içerir bir tahlile tabi tutulmuş. Şaire farklı açılardan yaklaşan üç makale daha basılmış. 5 adet de şiiri alıntılanmış. 

Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin
Sayıda Körler adında absürt bir piyes metninin yanında yeni bir kaç isme de rastlayabilmek mümkün.

Aylık şiir dergisi Çıngıraklı Sokak 34. sayısında aynı yayın çizgisini devam ettiriyor. Nilgün Marmara, Şennur Sezer ve Anadolu kültürleri ayrıca yer tutan temalar. Edip Cansever ve şiirinde varoluşçuluğun izleri üzerine inceleme yazısı öne çıkıyor. Bu Toprağın Şiir Dili teması altında Laz, Ermeni,Kürt ve Yahudi şairlerden örnekler sıralanıyor.Toplantı ve buluşma haberleri yapıldıktan sonra değil öncesinde de bir takvim gibi listelense ne iyi olur dedirtiyor. Daha önce belirttiğim gibi, kitap yorumu ve tahlil eksikliği, bu da gazete formunun getirdiği bir seçim olarak kendi tercihleri.


Hece muhafazakar edebiyatın önde gelen yayın organlarından biri. Bugün yayın çizgileri nedir bilmiyorum, umarım bu derecede değildir, buradaki makaleleri gördükçe retrospektif bir şekilde darbeci dinci-faşist resmi ideolojinin bir kolu gibi durduklarını görebiliyoruz maalesef. Bu zehri de sayfalara akıtıp durmuşlar. Öykücülük konsepti söz konusu olduğu için okuma listeme almıştım, diğer özel sayılara da bakabilirim. Lakin çok da umutlu olmamak gerektiğini şimdi anlayabiliyorum. İrdeleyelim: Daha ilk makalede hikaye ve modern bir edebi form olan öykü kavramları arasında muğlaklık yaratma gayretiyle Dede Korkut hikayeleri, mensur manzum hikayeler, halk hikayeleri, dini menkıbeler heybeden boca ediliyor. Dolayısıyla daha dosya konusundaki isimlendirmede kaypak ve kaygan bir zeminde sallanmaya başlıyor. Amaç öykücülüğün ön aşaması olarak mitler ve hikayeler vb. unsurların tarihini irdelemek değil, ikame ederek doğu kültürünü batı kültürüyle yarıştırmaya çalışmak. Beyhude çabalar.. Yerli ve milli içhikayemizi bulma konusundaki vaaz Borges, Yourcenar ve büyülü gerçekçi akım (ki yazar böyle bir türün farkında bile değil!) yazarlarına ayar verme densizliğine düşüyor, yerine ise tam da doğulu cemiyetin haleti ruhiyesine yakışır şekilde (içeriğine bir göz atın ve titreyin) Binbir Gece masallarını koyuyor. Çok yakıştı, bravo.. Giriş yazısını yazan şahsiyet öykücülere yol göstermeye devam ediyor. Bir sorun kendinize diyor, nerede yanlış yaptık ve yanlışı nasıl düzeltiriz. Makalede başta yazdıkları sonda yazdıkları da tutarlı değil. Uzatmayalım, siyaseten zehir akatan H.S.'nin adını bilen bir avuç kimse vardır herhalde. Sonrasında öykücülüğümüz periyodik açıdan dönemlere ayrıldığı ve hiç olmazsa ilk dönemin hikayecilikten öykücülüğe geçiş olarak doğru adlandırıldığı bir yazıyı okuyabiliyoruz. Yazıda bir çok öykücü bir kaç cümle ile tarif edilmeye çalışılmakta. Birden Diyanet dergisine bağlanıyor ve kıssaları, peygamberimizin hayatını okumaya başlıyoruz. Başka birisi ortaya çıkıyor, hikaye yerine uyduruk öykü sözcüğünü kullandığımız için geçirdiği sinir krizine tanık oluyoruz. Bayağı hakaret felan ediyor. Kabahat onda değil, daha hikaye ve öykü arasındaki ayrımı bilmeyen meczuplara sayfa ayırmayı kendine layık gören bir dergi demek ki Hece. En çok da kendilerini haklı gösterme gayesiyle hayatta kendileri ile birlik olmayacak farklı dünyalara ait insanlardan alıntı yapmaları. Kendi dünyaları entelektüel olarak o kadar sığ ki... Hem vasatlık hem de evrensele ulaşamayacak temalardan ötürü muhafazakar okuyucuya bile hitap edememenin, okuyucunun iştahını doyuramanın ezikliği ile sürekli ağlak bir mağduriyet oluşturma. Neyse ki daha sonra gelen makaleler biraz daha derin ve doyurucu bir okuma sunuyor, özne, kişisel alan, anlam vb. Sonrasında öykücülerin kendi öykü yazma süreçlerini kaleme aldıkları yani beylik laflarla dolu yazılar ve bir soruşturma yer alıyor. Mehmet Can Doğan gibi isimler şiir ve hikaye arasındaki ilişkiyi serimleyen incelemsiyle farkını ortaya koyuyor. Yine büyük bir emekle bir araya getirildiği belli olan sinema ve TV'ye uyarlanan öyküler dizini ilgi çekici. Ayrıca şairlerin hikaye maceralarını konu alan inceleme de bilgilendirici. Akademik olarak güncele dokunan makalelerde derginin daha başarılı olduğu görülüyor. Sonraki bölümde belli başlı ünlü öykücülerimiz diğer öykücülerin kaleminden anlatılıyor. Belli ki isim listesi mevcut: Tanpınar, Buğra, Esendal, Sabahattin Ali, Ömer Seyfettin, Haldun Taner, Sait Faik, Karakoç, Karay, Sevim Burak, Bilge Karasu. Sonraki bölüme geçiyoruz, geçmişten günümüze öyküler. Ömer Seyfettin (öyküden çok anı ama tema ilk namaz olunca mutlaka dergide yer verilmeliydi, sanırım), Esendal, S.Ali, Sait Faik, Rasim Özdenören, Sevinç Çokum, Necati Mert, Mustafa Kutlu, Hüseyin Su, Feridun Andaç, Cemal Şakar, Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarasoğlu, Hayrettin Orhanoğlu, Mustafa Şahin, Mehmet Harmancı, Almila Özdek, Abdullah Harmancı, Münire Daniş, Hasanali Yıldırım, Müge İplikçi, Mustafa Kurt, Elif Eda Tartar. Yer verilen isimler çizgi olarak çoğunlukla kendi cenahları ve itiraf etmek gerekirse bir çoğu üzerinde durulmayacak kalitede, çoğunu hızlıca geçiverdim. Sonraki bölümde öykü dergileri dizin edilmiş. Dediğim gibi fikir değil arşiv çalışması olarak dergi daha sıkı bir duruş sergiliyor bu koleksiyon sayısında. Alfabetik olarak listelenen öykücüler ve kitapları ile ayrıntılı bir kaynakça ile sayı sona eriyor.