21 Ağustos 2025 Perşembe

Yes - The Yes Album (1971)

 İlk iki albümüne çok da yükselemediğim Yes bu albümüyle bildiğimiz anlamda progresif rock yapıyor aslında. Gitar, bas ve hammond dengeli ve deneyci bir hat izliyor. Gerçekten biraz Pink Floyd biraz Genesis gibi. En büyük progresif grup oldukları için değil yani. Kompleks besteler ve renk sebebiyle biraz da. Vokalin düzlüğüne nazaran müzisyenlik ve enstrüman performanslar daha tercih edilir. Grup bu albümle birlikte büyük ve sevilen yapıtları çıkartmaya başlıyor. Ben de çok dinledim, şarkıları mırıldanacak kadar eşlik edebiliyorum. Lakin duygusal olarak keyif aldığımı söylemek zor. Hatta çarpılmayacak isem, diğer dinleyici kardeşlerin tersine ilk iki albümünün dahi gerisinde diyeceğim. Çünkü progresif rock ile aramda değişik bir ilişki var. Ve artık kendimi kandırmayacağım.

6,75/10

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Fazıl Hüsnü Dağlarca - Bütün Şiirleri 1 (Bölüm 5)

 Birinci cilt sonunda nihayete erdi. 1966 basım yılını taşıyan Vietnam Savaşımız yine o günün gündeminde olan bir meseleyi konu alıyor, ayrıca bu büyük sorunu isminde görüldüğü üzere bizleştiriyor, bize ait kılıyor. Destanlarında aşina olduğumuz savaşın kan, et, yanık kokusu gibi acımasız yüzünü betimleyen unsurlarını bu eserde de kullanmaktan çekinmemiş. O yılların aynasında amerika kanağız, barbar, yamyam gibi sıfatlarla tanımlanmış, bugün de o ve müttefikleri çok farklı değil uygarlık içre.

Kurşunların büyümesi uygarlığın büyümesinden midir?  

Savaş suçlarının gölgesinde poetikasını kaybetmiş dizeler ile savaş mağdurlarının ağıdı sayfalarda birbiri ardına sıralanıyor.

Sen USA ordusundaki kara derili, 
Sen kendini karanlığa kilitleyen gecesin. 

1968 senesinde de Haydi isimli etkileyici eseri basım imkanı buluyor. Sadece dörtlüklerden oluşan hacimli kitabın uzun süren bir çalışmanın ürünü olduğu tahmin edilebilir. Açmak, ağaçlar, ağız, almak, anlamak, at, aydınlık, büyümek, dağ, gökyüzü, deniz, kuşlar, dört (..kanatlı kuş, ..yön), duymak, ekmek, el, ev, gece, gazete, görmek, göz, gün, karanlık, kuş, ova, su, gibi bir çok tema tekrarlanmakta. Dörtlüklerin ilk kelimeleri sözlüklerde olduğu gibi alfabetik bir sıra ile basılmış. Özel bir gözlemin, kelimelerde tasarrufun ve deneyim ile bilgeliğin özünü yansıtan şiirler olduğu anlaşılıyor.


YUMUŞAK 
 Bir ekmeği 
 Var eder 
 Bir açın 
 Ağzı 

MAVİ YEŞİL 
Bugün yeşil gökler 
Bugün buluşacağız 
Bugün 
Kuşlar mavi 

YÜRÜYEN 
 Doğurur 
 Analar oğulları 
 Oğullar yalnızlığı 
 Yalnızlık anaları doğurur 

AK GÜCÜ  
Ekmekler 
Küçülür ya 
Ellerimiz 
Büyür 

OZANLARIM 
En çok sevdigim dört ozan vardır 
Dag ozan Agaç ozan 
Yıldız ozan 
Su ozan 


GERlLERDE 
Gemisini alır gider 
Herkes kıyılardan 
Bırakır herkes 
Kıyılara maviligini 

OLAY'LARDA 

 Konuşan 
 Bir ülkedir 
 Bir ülkedir 
 Susan daha büyük 

DILLERDE 
Ormanca 
Yıldızca 
Dagca konuşur onlar 
Ben anlarım Türkçe 

lKlYE AYRILMAMAK 
Öpmek 
Dudagımızın 
Bölüştügüdür 
Isısını 

-YALAN DOLAN 
 Sana benzer 
 Çarşılarda sokaklarda 
 Daglarda 
 Seni aldatanların hepsi 


SEVGl SIĞDIRMAK 
 Severken 

 Kentlerde 
 Bir odaya sıgdırırız 
 Kocaman bir kurdu 

-SOFRA 
 Vermiş Tanrı sana geceleyin 
 O gücü 
 Bölersin ekmegini karına çocuguna 
Daha doyarsın

TUTSAK OZANLAR TÜRKÜSÜ 
 Yeryüzünü 
 Agzımıza 
 Kilitlediler 
 Yır ettik

Cildin son eseri Türkiye tarihinde beni de etkilemiş bir faciayı konu alıyor: Kubilay Destanı. Bazı şeyler unutulmamalı, bazı şeylerle uzlaşılmamalı ve bazı kinler her zaman harlanmalı.



17 Ağustos 2025 Pazar

Obscura - Omnivium (2011)

 Çok daha dinlenir bir albüm olmuş bu, teknik death metal kulvarı içinde tabi. Çeşitlilik sağlanmış, akustik gitarlarla soft anlar daha belirgin. Melodik death daha bir sıkıcı kucaklanmış. 2 tarz vokal ve ekstrem soundlar terkedilmiş, aşırılıklar törpülenmiş. Lakkin uzaylı seslerine devam. Eski kafa dolgun rifiyle , bas vokaliyle Ocean Gateways favorim. Kıyasla yazdığım olumlu farklılaşmalarla tezat bir son değerlendirme yapacağım. Bana hitap ettiği kadarıyla, benim kafam alabildiği kadarıyla Obscura'yı ve yaptığı şeyleri çözdüm sayılır. Nihayetinde bir sınır var aklımda kilit bir soru ile şekillenen. Ara ara bu albümü hatırlayıp dinlemeye döner misin? İşte buraya takılıyor.

6,75+/10

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Big Thief - Dragon New Warm Mountain I Believe in You (2022)

 Şans eseri dinleme listeme arka arkaya americana folk tarzı şeyler barındıran kayıtları  almışım. Bunlar arasında önde çıkanı, gerçekten de indiekafalar arasında çok sevilen Big Thief'in bu albümü. Bu 2022 marka albümden önce 4 kayıtları daha var. Mikrofonun başında hanımefendi  vokal pek bir maharet sergiliyor. Ağır ağır , melodik, romantik, güzel güzel şarkılarını söylüyor. Vokal Adrianne Lenker'ın  solo albümleri de var ve 2020 tarihli eserini daha önce dinlemişim. Solodan çok bu ekip işini daha çok sevdim. Düzenlemeler ve performans noktasında keyifli dokunuşlar mevcut. Kayıt hem kendi içinde tutarlı bir sese sahip hem de farklı seslere evsahipliği yapıyor. Böyle bongolu kongolu kemanlı bataklık folkuna döndüğü anlar bile duyulabiliyor. Klasik şarkıları seven çok olur, bana hitap edenler ise daha garipçeler, Albümün adını taşıyan, Little Things, Blurred View (en iyisi tüyler kırpaştıran parçası olabilir) , Love Love Love (bu mu yoksa albümün en iyisi?) gibi. Günümüz müziğine bakıyoruz, hiddet şiddet, meta gürültü, abartı, bazen kafa kaldırmıyor. Olumlu mutlu huzurlu rahat anları özlediğinizde başvuracağınız kaynağınız olmalı.

7,50/10

14 Ağustos 2025 Perşembe

The Necks - Three (2020)

 İlginç bir caz albümü bu. Boşuna avant-garde demiyorlar. Dinlemesi zor, dizonante, akorsuz şöyler sözkonusu değil. Kendisine özgü bir ambiyansı bile var. Ama salisede bir atan saat tiktakı gibi amansız bir perküsyon ritmin sürekli devam ettiği doğrudur. Piyano ile de kendini tekrarlayan bir melodi. Minimalist bir yaklaşım da demek mümkün. Panik atak ve kalp ritmi bozuklukları yaşayanlara tavsiyem değildir. İlk 20 dakikalık şarkı böyledi. Takip eden 20 dakikalık şarkı ise aşkın esrarını anlatan bir sese sahip. Rüzgar çanları, zil süpürgeleri ile daha tırtıklı bir seyir izliyor. Piyano ise gizemli bir atmosfer katmakta. Biraz 60'lı yıllardaki bilim kurgu gerilim filmlerini hatırlatmadı değil. Son 20'lik ise iki şarkının karışımı ve albümün en iyisi. 20'lik derken de dişlerden değil, küçük rakıdan değil, sürelerden bahsediyoruz. Gereğinden uzun. Tabi bu kadar uzun ve tekrarlara dayalı parçaları ezberleyip icra etmek de ayrı bir disiplin ve hüner gerektirir. Grubu tanırsak Avustralya'nın belki de en büyük ve en köklü caz grubu. Bir sürü albümü var. Tanıdık yeter. Enteresan ama dinlemesi zor olmayan , geleneksele doymuş dinleyici bir kulak versin hele.

6,75++/10

13 Ağustos 2025 Çarşamba

St. Vincent - Daddy's Home (2021)

 St. Vincent de her albümde farklı şey yapıyor, alışamıyorum. Disko halini daha çok sevmiştim. Burada amerikan kültürünün nostaljisinde, bize biraz yabancı, bir pop-rock yapıyor. Ya da art rock, yada bol perküsyon, efekt, synth, egzotik, yetmişler, funk ve folk etkisi. Teyatral demeyelim de şov diyelim. Vokale de bu ruh hali sirayet ediyor, değişken, sınırlara uzanan bir tarz sergiliyor. Soul'dan rock'a deviniyor. Bir böyle Tori Amos'a dokunuyor gibi. Albüm boyunca sitar istikrarlı ama dozunda kullanılıyor. Down hareketli, kıpır kıpır ve kendine güvenen bir tavırla söylenen bir şarkı. Hitap ettiği kitle arasında mıyım, pek emin değilim. Pişman da değilim. Dinledim, suçlayın.

6,75-/10

12 Ağustos 2025 Salı

Bu Çağ #5 - Çıngıraklı Sokak #27 - Üvercinka #125-126 - Patika #128

 Osman Çakmakçı editörlüğünde yayınlanan Bu Çağ , gazete formatı ile dikkat çekiyor. Şubat-Mart 2025 tarihli beşinci sayısında şiirde aşırılık üzerine soruşturma, Avrupa ve Amerika'da Devrimin Yankıları adıyla çeviri yazı, editörün kaleminden Kurgusal Düşünce ve Hasan Bülent Kahraman kaleminden ikinci yeni üzerine düşünceler yer alıyor. İmgeye boğulmamış anlaşılır şiir tarzında ortaklaşmış ürünlere yer verildiği görülüyor.

Derken böyle, duvarları biberiye kokan bir mahallede doğmuşum,
kalabalıkmış, herkesin aklına bir şey gelmiş, benim aklıma sen. (Mehmet Butakın)


Evde yıllar geçiriyorum
IşıkToz
Işık
Toz
Tik 
Tak
Tik
Evde yüzyıllar. (Ayşe Görkem Kozanoğlu)


Çıngıraklı Sokak  da gazete formatında yayınlanıyor. Mustafa Köz editörlüğünde politik yanı da belirgin aylık şiir gazetesinin Mart- 27. sayısı çok güzel bir eskize ev sahipliği yapıyor. Bir solukta okuyacağınız gazete kültür ve sanat haberlerine de , bulmacaya da ve yemek tariifine de yer veriyor. Kapağı Zülfü Livaneli'nin şarkı olarak söylediği Paul Erlard'a ait ünlü Özgürlük şiiri süslemekte. Tam bir sayfa ayrılarak İlhami Bekir Tez şiirleri ile anılmış. Son sayfası da kadın şairlere ayrılmış, mart ayına ithafen. Cem Uzungüneş ile soruşturma ile 2024 şiirine bakış yazıları dikkat çekiyor. Güncel ve otantik ürünlerin eksikliği de...

kısarak seslerini, sözlerini eksilterek
eğerek başlarını
yer altından usulca çıkıyorlar.
(Gülten Akın)

Üvercinka bir süredir sessiz, son sayısı nisan-mart tarihini taşıyor. Bu sayıda bir polemik öne çıkıyor, sürmanşetten derler ya eskiler. PEN derneğinin yılın şairi olarak Hilmi Yavuz'un seçilmesi tepkileri çekmiş. Onun yerine Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği Veysel Çolak'ı bu sayıda yılın şairi olarak aday gösteriyor. Düzyazılarda Behçet Necatigil, Cemal Süreya ve Yakup Kadri eserleri yoruma tabi tutulmuş. Yenibütün şiiri üzerine derin bir inceleme, Kemal Özmen ve Süreyya Berfe anmaları ve ilginç ve ilgi çekici bir makale, konusu Buchenwald ormanı da yer almakta. Yine okuması keyifli bir sayı.


ırmaklar yan yana ve uzak,
haritalar ölü seyyahların yalanlarıyla kirlenmiş (Hatice Eğilmez Kaya)

Patika dergisi 32 yıllık  maziye sahip Ankara kökenli bir dergi. Yayıncıları bu istikrar ve sebat için bile takdiri hak ediyor. Mor renkli bu ocak-şubat-mart sayısı 2024 Türk şiirini kapağa taşımış. Konu ile ilgili Hüseyin Peker, Mustafa Köz, Hilmi Kaşal, Yeprem Türk, Halil Şahan inceleme ve değerlendirme kaleme alana isimler. Ortak Türk alfabesi üzerine olduğu gibi dil ve edebiyat hakkında teorik incelemeler ve çevriler de öne çıkıyor. Ürün bazında dengeli bir yayıncılığı gözetmeye çalıştıkları hissedilse de çubuk şiir lehine bükülmüş, öykü eksik kalmış. Artemis dergisi şiir dizisinden basılan esere sahip şair Yusuf Çağlar'ı tanımama vesile olması ile memnunum. Ama bu esere internette sadece shopier sitesinde ulaşılabiliyor. şiir kitaplarının yaygın dağıtılamaması üzücü.

Birdenbire oluyor ne oluyorsa, o hız ki eğriliyor kızgın telde
O dudak ki dökülen marşları topluyor
Yayılıyor alkım yaylım
Tüm fabrikaya, ekmek yanıyor, ter yanıyor
Dokuz bantta dokuz yüz kişi (Uygur Orhan)

10 Ağustos 2025 Pazar

Asphyx - Last One on Earth (1992) + Wardruna Konseri ( 9 ağustos 2025-Harbiye)

 İlk belirlemelerim. Çıkış albümüne kıyasla daha derli toplu ve sevilebilesi. Lakkin bu kazıma vokale şahsen alışmam mümkün değil. Şarkı söylerken gırtlağı nasıl oluyor da sürtünmeden delinmiyor, önüne düşmüyor, anlamak namümkün. Diğer bir deyişle şahsına münhasır, otantik, acıyı içselleştirmiş. Ritimler gruuvi hatta bir iki yerde punka bile kayabilmekte. Davullar balyoz gibi. Hızarlı gitar tonu da etkileyici. Ve ilginçtir besteler bu tarz bir kayıttan beklenenden öte kolayca içine girilebilir, idrak edilebilir melodilere sahip. Yani içimden bir his bu gruptan alıp alabileceğim en fazla fayda bu albüm ile olacak diyor. Festival değil de küçük bir salonda kelle kopartan bir canlı performs yapabilirlerlerlermiş gibi.

Wardruna'ya  2. kez canlı izledim. Daha küçüklüklerini bilirim onların ve Harbiye'yi bir kaç yüz kişilik  boşlukları olsa da dolduracak kadar (4000'e yakın kapasitesi vardır) büyüdüklerine şahit olmak bir baba gibi gururlandırdı beni. kh kh kh. Performans olağanüstü, dinleyicilerin çoğu da şarkılara hakim. Öyle turist seyirci pek yok gibiydi. Tabi bu bir konser değil, bir deneyim. Seyirci o kadar çok alkışladı ki hele bir durun dedi konuşmayı çok sevdiğini anladığımız Einar. Onlar mutlu, biz mutlu, çıkalım kerevetine gayri.

7,50/10

8 Ağustos 2025 Cuma

Lacuna Coil - Unleashed Memories (2001)

 İlk albümlerinden sonra ileri yönde atılmış güzel bir adım. Amma velakin bestelerin kalitesi dalgalı bir seyir gösterdiğinden yine geriye düşüyor. Vokalde büyük oranda tepki çeken erkek vokal terkedilmiş. Bu da tekdüzelik getiriyor biraz. Erkek vokale itirazımız yok iyi olduğu sürece. Müzikal/işitsel olarak da gotik metalin hafif kanadında yer alıyorlar. When a Dead Man Walks gibi bir kaç iyi parça muhteva eder çalışmadır. Yine de eğri oturup doğru konuşmak lazım. Genç depresif zamanlarımda bir tık daha fazla değer verirdim. Şu zamanın hedonist ruhuna uyuşmakta zorlanan bir kayıt, bir tür.

6,75/10

After Life Sezon #3 - Yakitori: Soldiers of Misfortune Sezon #1 - Star Trek: Picard Sezon # 3 - Brooklyn Nine-Nine Sezon #3

 After Life'ın son sezonun son bölümünde Rick Gervais böyle köpeğiyle ufka doğru yürüyüp kayboluyor. Hala yalnız, sağlıklı bir ilişkiye tekrar başlayamamış. Ama kendisiyle barışmış, arkadaşlarıyla arasını düzeltmiş. Yaşama devam edebilecek bir gayeyi buluyor sonunda çocuklarla. Daha önceki sezonda bile tekrara bağlamıştı. Son bir iki güzel bölümle tadında final yapıyor. Hafif nemli gözler.

Yakitori yani ölü teçhizat gözüyle bakıldığından kelli  kızarmış tavuk diye tanımlanan talihsiz kiralık asker grubunu konu alır, tek sezonluk bir anime. Dünya kedimsi ırkın yönettiği ticaret federasyonuna zorla dahil edilmiş, para kazanmak isteyen gençler de federasyonun ucuz askeri gücü olarak kullanılıyor. Bu özel ekip ise deneysel bir eğitimden geçmiş. Kemirgen halktan mütevellit bir gezegendeki isyanı bastırmakla görevliler. Neredeyse soykırım seviyesine varan görevleri tepki çekince bir şamar oğlanı, bir günah keçisi olarak yargılanmaya başlanırlar. Ancak menajerlerinin başka bir planı vardır. Aslında kanunen teçhizattan farklı olmadıkları ispatlanınca aklanırlar ve kanuni haklarına kavuşurlar. Hem temposu hem çizimleri çok etkileyici değil. Başroldeki karakterin agresif krizleri de yoruyor. Yoksunluklarda iyi gidebilir.

Uzay Yolu'nun Picard serisi genel olarak beğenilse de ben pek ısınamadım doğrusu. The Next Generation'un (TNG) umut dolu, keşifçi, maceracı ruhuna karşı yaşlı, geçmişe takılı, psikoanalitik, komplo teorilerine esir bir ruh hakim. Bu üçüncü ve son sezon da oldukça büyük bir hikaye bu açıdan. Öncelikle TNG'nin has rolleriyle tekrar buluşuluyor, maceraya dahil ediliyorlar. Data bile ölümden geri geliyor. Ve Worf tabi ki. Yine pek ısınamadığım yeni karakterler yerine onları izlemek keyifli doğrusu, inanılmaz bir paslanma mevcut olsa bile. Ve hatta diğer serilerden de bir kaç karakter çok kısa süreliğine konuk ediliyor. Çünkü çok büyük bir senaryo söz konusu. Şekil değiştirenler, Borg kraliçesi ile ortak olmuş ve yıldızfilosuna sızmışlar. Tüm filonun komutasını ele geçirirler ve genç filo üyelerini ışınlayıcıya yerleştirdikleri virüslerle aynı anda asimile etmeyi başarırlar. Bizim emekliler kaçarkene filo ile bağlantısı olmayan müzede sergilenen analog Atılgan'ı çalıştırıp istilayı önlerler. Tabi ki Picard'ın doktordan olma gizli bir oğlu çıkar. Oğlu aslında Borglara yardım eder ve istilanın tetikleyicisidir. Baba- oğul ilişkisinin inşasını izleriz bol bol. Picard onu da kurtarır da hemen nasıl affedilir ve mürettebata dahil edilir oğlu, tehlike sona erdikten sonra, akıl sır ermez.


Brooklyn 99'un 3. sezonu ise en sevdiğim bölümlerden oluşuyor ki şu an izlediğim dördüncü sezon tam da geriye atılmış bir büyük adım. Rosa'nın deli nişanlısı serseri mayın karakteri aşırı kullanılmadığı sürece iyi bir etkide bulunuyor. Çok az oynasa da Peralta'nın tatlı belası Doug da aynı şekilde. Lakin başkomiser tayfaya ayak uydurdukça yani o ciddi, gerçeklikten kopuk entel yanını kaybettikçe ruhunu da kaybediyor. Dörtte özellikle batıyor artık. İzliyor muyuz? Eveeeet.

6 Ağustos 2025 Çarşamba

RETRO: Ceza - Rapstar (2004)

 Düzenlemeleri ve prodüksiyonu ile dikkati çeken, Sagopa'nın da katkısının belli olduğu efsane albümlerden biri. Vokal performansını da seviyoruz. yumuşak bir ton ve dinamik bir hız. Lirikler için ise aynı şeyi söylemem mümkün değil. Albüme ismini de veren piyasaya eleştirel bir duruş bir yana, toplumsal mevzular derinleşmekten uzak yada alelade savaş karşıtı vb. klişeler. Ritmik olarak da gayet keyifli ve yirmi senedir tazeliğini korumuş. Altyapıda arabesk dışında da melodramatik bir hava verilebileceğinin ispatı açısından değerli.

8,75/10


5 Ağustos 2025 Salı

Günümüzde Yeni Siyasal Yaklaşımlar II: Devlet - Hukuk - Özgürlük - Hümanizm (ed. Hilal Onur İnce)

 Sartre ve Varoluşçu Felsefe: özgürlük,seçme veya seçmeme halinin dışarıdan hiçbir tahakküme uğramadan yalnızca insanın kararının bir zemini olduğundan ötürü insan yalnızlaşır. Onu kendine doğru dolayımlayan ahlak olacaktır, ancak insanın kendinde ahlak tesisi bunaltılı, boğucu bir süreçtir. Dolayısıyla bunaltı hali özgürlüğün kanıtıdır. Diyalektik Aklın Eleştirisi adlı eseri hala dilimize kazandırılmamış. Bu eserinden bir kaç bölüm içeren Yöntem Araştırmaları ise bu okumanın ardından hemen kütüphaneme eklendi. Fakat tarihin motoru olarak kıtlık kavramı şu anın güncelliğini ifade etmekten uzak.

Leo Kofler ve Marksist Hümanist yorumu: dünyanın radikal biçimde hümanize edilmesi, her bireyin tarihsel bir özne olacağı ve tarihin oluşumunda aktif rol alacağı koşulların yaratılmasını ifade eder. Bu köklü değişimin ve insanın özgürleşmesinin en önemli koşulu, siyasi ve ekonomik erkin , kimin elinde olursa olsun, her türlü merkezileştirilmişliğine son vermektir.

Hobbes'tan Berlin'e negatif özgürlük düşüncesi ve Berlin'in agnostik liberalizmi: başkalarının otoritesine maruz kalmadan özgür olma durumu Hobbes ve Locke arasında karşılaştırmalı analizi doğa, sivil ve kamuoyu yasası bazında irdeleniyor. İkisi arasında sentezin Constant tarafından gerçekleştirildiğinden bahsedilir. Mill ve Tocqueville ile birlikte liberal korku çağındaki hassasiyeti gözetir bir negatif özgürlük inşası ayrıntılandırılıyor. 

Deleuze, edimselliğin ontolojisi: Deleuze Spinoza'nın beden vurgusu ve olumsallığı ile Nietzsche'nin psikolojik ve kültürel alanda işleyen materyalizmlerini devralmış, özdeşliğin düşünürü olarak nitelendirdiği Hegel'in diyalektizmini reddetmiştir. Hardt ve Badiou'nun Deleuze yorumlamalarına yer verilir zira Deleuze metinlerinde Hegel'e açıkça saldırmamıştır. Maddi hakikate bağlılık konusunda ise Guattari'nin Dekeuze'e desteği olmuştur.

Troçki'nin Sürekli Devrim teorisi ve enternasyonalizm nosyonu: Bu kısma çok aşinayım. Ama aklıma gelen bir yorumu paylaşmak isterim. Stalin sanayide tam da Troçki'nin teorisini pratik eylemiş.

Rosa Luxemburg: Lenin ile girdiği fikir çatışmalarının odağında ulusal hakların karşısında tutumu yer almakla birlikte merkeziyetçilik, parti içi demokrasi, öncü parti ve liderlik gibi farklılıkların da bahsi geçmektedir.

Poulantzas'ın faşizm kuramı: Odağında Alman ve İtalyan deneyimleri olsa da çok parlak bir ışık tutuyor günümüze de ve bu coğrafyaya da. Devlet görece özerk ve içinde çeşitli fraksiyonlar barındıran burjuva sınıfının bir uzanımı olan iktidar bloğunun uzun vadeli çıkarlarının temsilidir. Bu iktidar bloğu kendi içinde yer alan fraksiyonlardan birinin hegemonyası altında birleşmekte ve devlet egemen sınıfların siyasi birliğini oluşturmakta. Faşizmin ortaya çıkmasının koşulları ülkelerin gelişmişlik düzeyinden yada dönemsel krizlerden kaynaklanmaz. Uluslararası emperyalist zincire bağlı siyasal bunalım hali belirleyicidir. Bu halin koşutu ise birbirlerine hakimiyet sağlayamayan egemen sınıfların fraksiyonlarından beslenir. Lokal çelişmelerin yanısıra bu iki etmen yani emperyalist zincirin zayıf halkası olması ve egemen fraksiyonların derinleşen çelişmeleri faşizmi doğurur. Yani güçlenen bir işçi hareketine karşı doğrudan tepki değildir. Bunalım döneminde iktidar bloğu baştan ve özgül biçimde yeniden örgütlenmelidir. Bunalım dönemi ideolojik bunalıma dönüşerek parlamento vasıtasıyla gerçekleşen temsiliyetin altını oyar. Geleneksel partiler sonradan başlarından defedecekleri gayesiyle faşistlerle işbirliğine başlar. Tekelci sermayenin de desteğini almasıyla birlikte faşistler gelenekselcilerden kurtulacaktır. Parlamento görünüşe indirgenir ve iktidar baskı grupları ve milisler eliyle uygulanır hale gelir. Bu dönemde işçi sınıfı ekonomizmin içinde sınırlanmıştır. Küçük burjuvazi ise faşizmde konsolide olmuştur, çünkü faşist hareketin başlangıcı küçük burjuva taleplerinin somutlanmış hali olarak yola çıkar. Devrimci oluşumlar tepki göstermekte gecikmişler, geri dönüşü mümkün olmayan evre geçildikten sonra çıkardıkları ses diğer geleneksel hareketin sesleri arasında kaybolmuştur. Bununla birlikte küçük burjuva, anti-kapitalizm gibi sol hareketin temalarını kendine uydurarak bunalımından çıkmaya çalışır. İktidara tapınım ve devlet fetişizmi, milliyetçilik, ırkçılık, militarizm, (sözde) ahlakçılık ve ailecilik, entelektüelizm düşmanlığı gibi unsurları küçük burjuvazinin temennileri ile birebir örtüşürken, emperyalist, tekelci semayenin varlık ve geliştirme koşullarını güçlendirmeye hizmet eder. Özetle genelleşmiş bir ideoloji bunalımının yol açtığı boşluğu doldurmuş olan faşist ideoloji, küçük burjuvazinin özlemleri ile tekelci sermayenin çıkarlarını, çoğu zaman eklektik bir yapı içinde, güçlü bir şef imgesi ve genişlemiş devlet aygıtı etrafında birleşitrmiş, bu sayede hem işçi sınıfı ideolojisinin hem de liberal burjuva ideolojisinin sönmeye yüz tuttuğu bir periyodda kitlesel arka planını kademe kademe büyütmeyi başarmıştır.

Hardt ve Negri İmparatorluk, Çokluk,Ortak Zenginlik: buna da aşinayız vesselam

Ronald Dworkin ve yargıda yorum: Yargıçlar hukuki kuralları, ilkeleri, emsal kararları, geçmişteki uygulamaları dikkate alarak somut uyuşmazlıkla ilgili bir yorum yapar, verdiği kararla geleneğin bir parçası haline gelir.

Wallerstein ve dünya sistemleri kuramı: Merkez, yarı-çevre ve çevre bölgelerden oluşan kapitalist dünya ekonomisi kuzeybatı Avrupa'da devletçilik ideolojisinden beslenerek doğmuştur. İşçiler birey olarak değil içinde bulundukları, sürekli değişen, içinde yaş ve cinsiyet rollerine dayalı bir işbölümünün olduğu , ücretin yanında tarımsal ürün yetiştirme, küçük meta üretimi, rant ve transfer ödemeleri gibi bir dizi farklı kaynakta çıkan gelirlerin toplandığı hanehalkı tabiri vasıtasıyla tanımlanır.

Roger Griffin'in faşizm analizi: Dirilişçi popülist aşırı milliyetçilik olarak tanımladığı faşizmi içeriden okumaya çalışmaktadır Griffin. Faşizm ruhu itibariyle moderndir ve her türlü teknolojik imkanı kullanmaya eğilimlidir. Krizin ortasında anlam dünyasının sınırlarını belirli bir hale getirerek kapatmak, dolayısıyla siyasal olanın ufkunu kapatıp sonlandırmak üzere ortaya çıkmış , yaratıcı ve yenilikçi bir alternatif modernist tarzıdır faşizm.

Andrew Feenberg'in teknoloji felsefesi: benim ilgime hitap etmedi.


3 Ağustos 2025 Pazar

Mohammed "Jimmy" Mohammed - Hulgizey (In Concert) (2007)

 2006'da beklenmedik şekilde 45 yaşında hayatını kaybetmiş Etiyopyalı   âmâ şarkıcı bestecilikten yada albüm kayıtlarından çok sahne performanısyla tanınır olmuş. Son senesinde de Avrupa'ya çıktığı turda bu albümü kaydetmiş. Duyulduğu kadarıyşa sağlık durumunu yansıtır şekilde kırılgan bir icrası var. Yine de hipnotik bir coşkuyla taçlanan performansa imza atmaktan geri durmamış. Bu canlı kayıtta bunu daha kolay fark ediyoruz. Yaz dönemine uygun bir eşlikçi.

8,0/10

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Nilüfer Yanya - PAINLESS (2022)

 Babası Türk ve tam bir İngiliz sanatçı amerikanları hatırlatan bir indie rock çalışmasına imza atıyor. Bu ikinci kaydı ve geçen sene çıkan üçüncüsü ile birlikte ismini kazmış bile piyasaya. Tepkiler çok olumlu. Ben de beğendim. Normalde bu vokal benlik değil. Şehir ozanlığından beslenen ve çok özel nakaratlara sahip rock bestelerine ise çok şık bir şekilde uyuyor. Sonuçta etkileyici bir iş ortaya çıkmış. En azından benim için gelenekten kopmayan yeni bir ses yaratılmış görünüyor.

7,50-/10

Paradis - Recto verso (2016)

 Fransızlar siyaset arenasında grevler, nümayişler,göçmen ayaklanmaları gibi sert bir hat izleyebilir. Ancak elektronik müzik sahasında da oldukça naif işlere imza atıyorlar. Tek atımlık albümle kaybolan bu grup synth pop ve elektronik türünde şu gökkubbede hoş bir sada bırakmayı başarıyor. Biraz da bana Air grubunu hatırlatmadı değil. Albüm biraz uzun ve bir kaç şarkı öne çıksa da yumuşak soundu bütüncül bir deneyim sergiliyor. İçimizi, kötü duyguları temizleyen bir eylem biçimi.

7,0/10

UFO - Phenomenon (1974)

 Bildiğimiz, ayakları yere, elleri gitarın teline basan UFO olarak karşımıza çıkıyor bu albümle. Melodik rock ve hard rock arasında nazlı nazlı bayrağı dalgalandırmaktalar. İngiliz olmalarından mütevellit blues damarı da belirgin. Bir kere Doctor Doctor hit parçasını içermekte. Rock Bottom gibi rock'n roll bir parça da kulakta doygunluk yaratıyor. Yine de böyle gümbür gümbür bestelerle taçlandığını söylemek pek mümkün değil. Beklentileri yükseltmeme adına bu şekilde özetlenebilir.

7,75/10

Kurtuluş Kendini Anlatıyor V: Seksiyon -VI: Sevdaların Yangınından Geçtik

 Serinin beşinci cildi Seksiyon başlığı altında Kurtuluş hareketinin sömürgecilik tezleriyle uyumlu politikasının sonucunda tam işlevselliğe kavuşamayan Kürdistan seksiyon örgütlenmesini ve Kürt-Arap nüfus yoğun illerde örgütlenme çabalarını konu almakta. Konunun özneleri Mardin, Kızıltepe ve Dersim kökenli devrimcilerin hiç biri politik hayatlarına grup ile devam etmemiş, ilginçtir yarısı Kürt siyasetinin PKK'ya bırakılmasını eleştirirken diğer yarısı ise o tarafın legal yapılarında görev almışlar. Bu cildi okurken sekterlik, sol içi şiddet, delikanlılık-lümpenlik yada feodalitenin yansımaları daha öne çıkıyor.
Serinin son cildinde ortak bir tema bulunmuyor, anılarını anlatan devrimcilerin çoğu yine hareketin yöneticilerine karşı tepkili. Özellikle polis karşısında iyi bir sınav veremeyen yöneticilerin tekrar başa geçmesi, sosyal demokrasi tezlerinin geliştirildiği seksenlerde dahi grup içi farklı görüşlere karşı olan tahammülsüzlük dile getirilen belli başlı eleştiriler. Nihayetinde hareket 80'lerdeki reorganizasyon sürecinde aslında kemikleşerek küçülüyor ve bağımsız solcu veya feminizm gibi odaklara kaynak teşkil ediyor. Sol içi çatışmalara katılmadığı için cezaya çarptırılma gibi bir anı, daha önceki ciltlerde işte şöyle karşıydık, böyle karşıyız gibi beyanların aksine pratikte her grubun bu tarz eylemlere giriştiğinin kanıtı oluyor. Şiddet şiddeti, silah ölümü getiriyor.





25 Temmuz 2025 Cuma

Obscura - Cosmogenesis (2009)

 Death+Cynic+Edge of Sanity= ahan da bu grup. Bilim kurgu teması, tamam ama sound da öyle. Lakkin bir ilginçliği var tiz ve bas iki brütal vokal şarkıları söylüyor. Bayağı fark yarattığını söylemek mümkün. Belki de lirik konsept ile alakası vardır. Benzetmelerle uygun olarak baslar, hem kozmik hem akustik çeşitliliğe uzanan atmosfer, uzaylı konuşukları, bir ayağı hemen hemen üzerinde salındığı melodik sıfatında bir teknik death metal işte. Hava deli sıcak, yazmayalım şimdi. Sadece sonraki işlerinde neyi ne kadar kendilerine mal ederek nasıl bir yaratcılık konuşturmuşlar meselesi akılda beliriyor.

7,25+/10

Antonin Dvorak/Tchaikovsky - Cello Concerto in B minor, Op. 104 / Variations on a Rococo Theme (1969, Karajan,Rostropovich)

 İşbu albüm kaydı ünlü Avusturyalı şef Karajan yönetiminde ünlü çello sanatçısı Rostropoviç önderliğinde kaydedilmiş. Halihazırda denir ki Dvorak çelloya özgü besteleriyle bilinirmiş, pek başarılıymış. Bu minvalde önde gelen bu bestede de sadece çello değil başta üflemeliler olmak üzere güzelce sanatlarını icra eden ful bir orkestra dinleyene keyif vermektedir. Kayıtta yer alan Çaykovski bestesinin tersine Dvorak'ın çello konçertosunu oluşturan üç bölüm birbirinden bağımsız bir karakter de geliştiriyor. Romantizmin izini taşırcasına dalga dalga yükselip alçalan bir hacim ve tempo dinleyeni sarmalıyor. Ortadaki Adagio dramatik final bölümüne bağlama görevini üsttlenerekten , üflemelilerle ilginç bir ahenk içinde  çello solosunu süslemekte. Final ise belirgin bir melodi ile açılıyor, coşkun ve neredeyse marşları andırır bir melodi. Gelgitli halleri bestecinin ölmekte olan kardeşine ithafen bestelendiğine dair bilgiye inandırıcılığı azaltıyor. Çaykovskinin eserinin birbiriyle es vermeden bağlanan alt bölümlerden oluşan tek bir eser olması konçerto türünden farkına işaret ediyor. Değişik varyasyonlarda çalınan (amma hızlı versiyonunu sevdiğimiz) temanın naifliği, yine (Dovrak'ta sergilendiği gibi) doğayı hatırlatan üflemelerle vurgulanmış. Her iki bestenin de kalitesine dair her hangi bir sorgulama mevct değil. Bu kayıt ta çello bazlı orkestrasyona yönelik kayıtlar arasında hayli beğenilmekte. Yaylılara olan sempatim benim şahsen çok güçlü değil. Romantizme yönelik temkinli yaklaşımımı da mevsimin sıcaklığından kaynaklı düşük odklanma sorunu ile birleştirirsek yazımın çok parlak bir değerlendirme ile sonuçlanmayacağı da belirginleşiyor.

7,25/10

Tolstoy - Gençlik

 Otobiyografik üçlemenin son cildinde Tolstoy'u temsil eden genç karakter liseyi bitiriyor ve üniversitenin ilk senesinde arkadaşları ile sosyalleşmenin yollarını arıyor. Diğer yandan ailenin kız fertleri ile ki politika, edebiyat, okul gibi herhangi bir konu hakkında algı kapıları namevcut, ilişkisi zayıflamış ve abisi ile de aynı frekansı tutturmakta zorlanıyor. Ayrıca babası da yeni bir izdivacın eşiğinde. Karakter kendini snob elitist bir hediye paketiyle sarıp sarmalamış, sıradan insanların endişelerine, gayelerine tanık oldukça şaşırmamasının imkanı yok. Yazar bu kitabından çok memnun kalmamış ve hikaye sonuçlanmasa da devamını getirmeyerek virgülün noktada unutulmasına müsade etmiş. Önceki bölümlerine kıyasla zayıf göründüğü aşikar bir eser olarak kitaplıklarda yer alması da kaçınılmaz.

17 Temmuz 2025 Perşembe

Lacuna Coil - In a Reverie (1999)

 Gençliğimde doom gotik işlere eyicene bulaştım, bulaşmasına da güzel çirkin duolu gotiğe alışamadım. Bir kaç şarkısını bilsem de grubun albümlerini dinlemek için kafi bir itici gücle karşılaşamadım. Aslında kağıt üstünde mayanın tutması lazımdı zira grup sevdiğim iki grubun sentezi olarak nitelendiriliyor. Paradise Lost ve The Gathering. Şimdi isimleri geçince hakikaten de , özellikle kadın vokal. Erkek vokal ise zayıf kalıyor, brütal yerine bağırışçı bir yol izliyor. Bestelere gelgelelim fena değil, iyi de değil, kötü hiç değil. Ayrık, özgün ve ilginç melodilere dayandıklarını söylemek mümkün. Öne koşturan parçalar My Wings,  To Myself Turned ve bir iki de arkasından gelen var.

6,75/10

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Asphyx - The Rack (1991)

 İlk dönem death metal gruplarından Asphyx pasajlarda frene basarak yavaşlamasından ve eze eze gelen riflerden dolayı doom etkisini de üzerinde taşıyıp tür içinde kendine özgü bir alan açmasıyla biliniyor. Hollanda'dan çıkagelmeleri de başka bir farklılıkları. İlk kez dinliyorum ve peşinen bu tür brütal death gruplarına çok ısınamadığımı söylüyorum, benlik değil yani. Yoksa bu albüm grubun en iyi çalışmalarından biri olarak nitelendirilmekte. Ve duyduğum kadarıyla çatır çutur katır kütür rifler de agresif atakları renklendiriyor. Gitarın sesini sevmekle beraber alameti fabrika vokal kulaklarımı zorlamakta. Besteler doom alçalış ve death yükseliş formülünü sıkça takip ediyor ve grubun groovi ritimler yaratmada maharetine tanık oluyoruz. Bununla birlikte yavaşladıkları anların bana hitap ettiğini söylemek güç. Sickening Dwell ile Rack albümün çılgın parçaları. Çok arada kaldığım kaydın şarkılarını bir konserdeymişçesine dinleyince bir tık daha iyi hissettiriyor. Remaster olarak da çok şık bir kayıt lakin bonus konser yorumları sadece meraklısına..

7,0/10

15 Temmuz 2025 Salı

Sun Kil Moon - April (2008)

 Böyle mütevazı ve minimalist  amerikan ozanlarının sakin samimi duru su gibi albümlerini genel olarak sevmişimdir. Sun Kil Moon da aşina olduğum bir isim, bu türde ürün veren. Doğanın gidişatının aksine daha adrese teslim ve sert, dolayımsız şeyler yaşlandıkça hoşuma gidiyor. Garip bir şeyler yaşamaktayım yağni.  Atmosferini sevmekle beraber bu kadar sükunet ruhumu basmayı başarıyor. Bir kere ülkemizin konjönktürüne aykırı böyle şeyler. Bir de mütevazılıktan sesi detone oluyor, içe içe okuyor ya şarkıları. Tahammülüm sarsılmaktadır efenim. Ha, alttan alttan country sızıyor ya o güzel işte. Bruce baba dinleyesim geliyor gitarın bam teline. Yine de büyük bir YİNE DE, sanatçının kendine özgü bir büyüsü var, ruhumun ağrıyan omuzlarına mesaj yapan.

7,0/10


13 Temmuz 2025 Pazar

Ataol Behramoğlu - Bir Gün Mutlaka

 Bitecek bir gün zulüm, bitecek bu han-ı yağma 

Şairin ilk dönemlerinde yazılmış 25-30 kadar şiirini bir araya getiren kitabın bu baskısı ayn zamanda daha önce ayrı yayınlanmış Bir Ermeni General ismindeki yapıtını da içermekte. Toplumcu ve romantik bir tarzı Garip ekseninde bir araya getiren çizgisinin imgelerden beslendiğini söylemek pek mümkün değil.

kalbim! / sen yoksun. /sen tökezleyen bir şarkısın/  köpüre köpüre akan/  acıyla ve hüzünle beslenen/  bir ırmaksın. 

Pek çok bestelenip yorumlanan ünlü dizeler, bir çok şiirinin nakarat yapısıyla bestelenmeye hazır üretilidğine dair kanılar biriktiriyor.

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim 
 Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver 
 Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim 
 Ve ben cekip giderim bir nehir akıp gider 

***

Gece gündüz dolaşırım tenhalarda menhalarda 
 Benim annem güzel annem beni koyver 
 Sağ yanımda bir sızı var, sol yanımda yandım aman altıpatlar 
 Bu dert beni verem eder 

12 Temmuz 2025 Cumartesi

David Bowie - The Man Who Sold the World (1970)

 David Bowie bu albümle saykedelik oyalanmaları geride bırakıp ayağı daha yere basan bir kayda imza atıyor. Bluesy gitarın teline teline vuruluyor çok şükür. Genel olarak da benim nazarımda belli bir çıtanın üzerine çıkıyor. Besteler daha takip edilesi, daha hatları belli çünkim. Hatta hard rock çizgisine bile kayma var diyebilir miyiz acaba. Albüme adını veren ve Nirvana tarafından da yorumlanmış ünlü ve efsane şarkı dışında da bir çok beste oldukça sağlam, oldukça keyifli.

8,0/10

11 Temmuz 2025 Cuma

Savatage - Edge of Thorns (1993)

 Savatage gerçekten de ve hakikaten de kaliteli bir heavy metal yapsa da ve bu halleriyle kendilerini çok da sevmek istesem de ve pek çok bestesi buğulu ve romantik duygulara hitap etse de böyle arkaik, böyle eski ve böyle eksik bir tarafları var ki tam bağrıma bağrıma basamıyorum. Albüme adını veren süper şarkıda olduğu gibi nwobhm tarzı çifte gitar atağı gibi hareketler bekliyoruz bazı anlarda. Yoksa şarkının başlangıç anındaki duygusallıkla ne kadar bağdaşır, tartışma konusu. Ha, solo ile birlikte şarkı tas tamam oluyor. Aslında devamı da benzer bir formülü güzelce işliyor He Carves His Stone, vokal biraz daha yırtıcı bir hale bürünüyor nakaratta. Vokal demişken yeni bir isim mikrofon başına geçiyor. Ve fena değil. Lakin bu noktadan sonra şarkıların büyüsü de bozulmaya başlıyor. Aleladeliğin sınırlarına gerileme mevcut. Piyanolu sözsüz parçalar da yerini buluyor. Conversations Piece'e kadar bu durum devam ediyor. Bu şarkı da nostaljik ve naftalin kokulu olsa da şık hareketler sergiliyor. Ardından da hit olmasa bile kalburüstü parçalar ile devam ediyor ve kapanışa varıyoruz. Sanki bir tık slow parçalar nicelik üstünlük sağlamış durumda. Ben severim ama bu baladların daha vurucu olmasını da beklerim.

7,75-/10

10 Temmuz 2025 Perşembe

Önder Focan - Aubergine / Patlıcan (2022)

 

Emektar caz müzisyeni Önder Focan'ın bu albümü hiç bilmem nedendir, bayağı ses getirmiş ve hatta mahalle plakçımızda dahi yerini bulmuş. Şirin konsepti notalara yansımış ve hafif dinlemeli , patlıcan tarifli yemeklerin kokusunun sindiği bir iş ortaya çıkmış. Karnıyarık'ta oryantal, Melanzane Alla Parmigiani'de İtalyan, Musakka'da Ege zeybek nağmeleri dinletiyi renklendirmekte. Gitarist sanatçı bestelerde diğer müzisyenlerin icrası için geniş bir alan açmış ve ekibi müziğin ayrılmaz bir parçası olarak çok kaliteli icralara imza atıyor. Sonuçta ruhu besleyen, aydınlık bir deneyim fırsatı sunuyor dinleyene. Bir de patlıcanı dinlemek lazım.

7,75-/10


9 Temmuz 2025 Çarşamba

Old Man's Child - In Defiance of Existence (2003)

Bas gitar başta olmak üzere enstrümanların çok rahat duyulabildiği kayıt orkestrasyonu ile dikkat çekiyor. Temiz prodüksiyon  melodik ve senfonik öğeleri agresif ritimler eşliğinde sert bir zeminde bir araya getiriyor. Synthlerin baskın olmaması dengeyi sağlayan diğer bir unsur. Dolayısıyla sağlam bir kaydın kendisi ile karşı karşıyayız. Ölçülüp tartılarak kaydedildiği belli oluyor. Geriye kalan şey bestelerin güzelliği, riflerin etkileyiciliği. Akıl uçurmuyor, doğrusunu söylemek gerekirse. İlk açılış bir sarsıyor ve genel gidişat ta benzer hattı takip ediliyor. Lakin bizim beklediğimiz şey bir adım daha öteye gitmesi idi.                                                                                                                                                                                                     7,50/10

8 Temmuz 2025 Salı

Forest Swords - Bolted (2023)

 Şu alev atan yaz  sıcağında mevsimle pek de yakışık bir ikili olmasa da Forest Swords her zaman kendisini dinlettiriyor. En azından serinlik katıyor hayatımıza. Bu albümü de içerik açısından oldukça kaliteli buluyorum, şaşırtmıyor. Karanlık ve endüstriyel ama arka tonlarda. Tribal ve mistik beatler her daim melodileri zenginleştiriyor. Kaosa teslimiyet yok. Cure, Massive Attack, Mark Morgan gibi ilginç gruplar geldi hatırıma dinlerken. Caged az bir farkla favori olan parçam. Yine de biraz daha delişmen kopartman bir türkü beklemedim değil. Çok da benzerlerini bulamayacağınız özgün seslerini hiç kaybetmesinler.

7,75/10

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Headbanger's Weekend 2025 heavy metal pikniği

 Her organizasyona laf çakmak için uğraşıp insanların keyfini bozmaya çalışan prens ve prenseslerin gazlamasına gelmeyenler için son yılların, belki on yılın en etkileyici festivaliydi dense yeridir. Ama uzaklık ama otopark diyene kürek geliyor şimdi! Bildiğimiz kadarıyla, İsviçreli bilimadamları öyle diyor, yatmalı kalkmalı festivallar Avrupa'da dahi köylerde felan oluyor. Son dönemleri hiç takip etmedim ama medeniyetin göbeğinde çamur içinde debelenen, tuvaletsiz hijyensiz metalciler gözümden gitmiyor. Burada da el yıkama suyu bittiği ana denk gelince sanal alemde laf yetiştiren Karenler arkasına dönüp baksa sırf bir adamın tuvaletin başında sorunları takip ettiğini görecek. Para alıp övmüyorum, aksaklıklar da vardı ama aksaklıkları gidermeye çalıştıklarını, o çabayı da gördük vesselam. Hatta organizasyon konusuna o kadar kafa yormuşlar ki sounddan gol yediler. Bir de olanaklar çerçevesinde konuşmak lazım. Otoparka giriş rahat olsun diye ana sahne ve küçük sahne arasını bölmüşler, sahneler arasında gider gelirken festival alanından çıkıyor ve bileklik göstermek zorunda kalıyorsunuz, saçma... Ama normal seyirde fiyatlar, piknik masalı gölge altında yemek alanı, bol tuvalet , bol içeçek standı, dost canlısı katılanlar .. gibi şükela şeyler de var. Eh biz vardık yani.

İlk gün Episode XIII ile açılışı yaptım. İlk albümünü bildiğim ve sevdiğim ama arkasını kaçırdığım grup güneşe karşı black metal icra etmeye çalıştı. Davullar gümbürdemedi, hissiyat manasında enerjileri, rahatlıkları kafi gelse de sounddan destek alamadılar. Çünkü küçük sahnenin kurbanıydılar. Manowar'a kadar gruplar bu sahneyi kullandı ki burada açılışı yapan Yaşru'yu dinlememiş bulundum. Arkasından da üç vokaliyle Pentagram geldi. Lakin seslerini pek duyuramadılar ve seyirci bayağı bir müddet olaya giremedi. Murat İlkan'ı ve dönemi aslında Pentagram'ı Pentagram yapan şey ve benim için duygusal anlardı. Hem de yorumlanmaktan eskitilen ve bu yüzden hiç hazzetmediğim Uzun İnce .. bile , Ogün'e rağmen gözlerimi yaşarttı. Bir de tabi gençliğim geldi aklıma her nedense... Sonrasında Candlemass ne yaptılar, ne çevirdiler bilmiyorum ama küçük sahnenin tüm olumsuzluklarını yenebilen dev bir sesle gündemi baştan yazdılar. Adanmış ve nispeten fazla sayıda dinleyicisi beni şaşırttı. Vokali de Marcolin sandım bu kıt bilgimle. Bu vesileyle festivaldeki her grubun çok profesyonel ve çok rahat performans gösterdiğini söylemek lazım  ama teknik yetersizlikleri yenebilenler ayrıca devleşti. Günün sonunda Manowar için ana sahnedeydim ve şok: sahne alçak, ön tarafta neler döndüğünü göremiyoruz. Manowar mesele değil de Machine Head ve Bleed from Within konser verirken pek anlayamadık yani. Manowar yaşına göre sıkı bir konser verdi ama ses gerçekten kötüydü, baktım insanlar eğleniyor, sorun bende sandım ve keyif alamadım. Bir müddet mola verip geri döndüğümde düzelmişti ama bu sefer ben kopmuştum. Bilginiz olsun, seneye aynı yerde buluşursak, bir sıkıyönetim, rejim değişikliği, yasak felan gelmezse büyük sahnenin orta sağ cephesinde ses daha iyi geliyor, her ne kadar gölge sola, güneş sağa vursa da. 11-11,30 arası erken kaçma modunu Manowarı terk-i diyar yaparak başlattım. Cuma yorgunluğu diye bir şey var yafu.

Ertesi günün  açılışını büyük sahnede Soen'e yetişerek yaptım ki enerjim hayli düşüktü. Bahsettiğim sahnenin solunda, yere konuşlanan kuşlardan biriydim. Soen ve Leprous gibi türler arası geçişkenliği ayarında tutan grupları dinleyebiliyorum ama ürkekçe. Güzel çaldılar. Sails of Serenity, Hatemotion ve Sovak kaçan fırsatlar olarak sıralandı. Arkasından tüm enerjisiyle küçük sahnede hardkorcu Pickpocket arzı endam eyledi. Enerji çok iyiydi ama vokal başta olmak üzere aksaklıklar hissediliyordu. Ve benim de bel ağrım tutunca geri kalan performansları oturarak, yaslanarak, acı çekip odaklanamayarak geçirdim. Bu kadar sert müzik yapılan bir yerde de katlanır kamp sandalyeleriyle gelmiş keyif pelesenkleri bana ilham oldu, getiremesem bile yanımda bir minder taşıyacağım bir dahakine. Kitlenin hatırı sayılır bir kısmı çimlerde, yapay veya asıl, oturarak, kimileri örtüleri ile birlikte bayağı piknik modundaydı. Organizatörler sesimizi duyun, çay, çekirdek ve karpuz servisi istiyoruz. Samimiyet güzel de böyle keyifler felan, benimkisi biraz zorunluluk oldu tabi, sahneye yakın yerlerde değil de arkalarda otursak, yuvarlansak daha iyi olur sanki. Oturunca da müzikten bir şey anlaşılmıyor, teyatro gibim bir şey. Neyse kim vardı sırada: heh Bleed from Within. Büyük bir grup değiller, İskoçya'da belki. Metalkor yapıyorlar. Ben de kaale almadım pek çoğunuz gibi. Herkesi iletişimleri, enerjileri, hiddetleri ve pozitif tavırlarıyla etkilemeyi başardılar. Küçük sahnede politik tavrıyla dikkat çeken ve Türkçe sözlerle coşturan Murder King seyircisini memnun etti. Agresif gidişat ana sahnede Machine Head ile perçinlendi. Vokali kalabalığı orkestra gibi yönetti. O an anlamak mümkün değil videolarda görüyorum, circle pit felan bayağı iyiymiş. Grup da neden daha önce buraya gelemedik ki diye memnuniyetlerini paylaştı.  Koşa koşa küçük sahnede çok sevdiğim Dark Tranquillity'ye yetiştim. Barkovizyonu ve eski şarkılarıyla pefrormans iyiydi de genelde bir durgunluk vardı. Yeni şarkılarla dinleyiciden randıman almak mümkün değil. Lethe ile coştuk da öyle bir köşe bulmuşum ki, hem oturabiliyor hem ayaklanabiliyor, ayaktayken de bir direğe tutunabiliyorum. Ve kalabalık artık alana sığmayınca küçük sahnenin absürtlüğü sinyal vermeye başlıyor. Bu sahne alternatif bir sahne değil, daha küçük gruplara ayrılmış değil, burada konser veriyorlarken ana sahnede müzik de devam etmiyor. İki sahne birbiriyle paslaşıyor. Ana sahnedeki güruh ki bence sahnenin maksimum  yarısından biraz fazlası dolabiliyordu ,  hurra küçüğe akıyor. Mola veren, yemeğe içmeye gidenler de sonrasında geliyor. Ne yapalım tavla mı atak? Müzik dinlemeye geldik. Küçük sahne ise büyüğün beşte biri felan. Organizasyon hem para kazanalım, Türkiye'de tutanları getirelim, hem diğer büyük nispeten bizim piyasamızda yeni grupları getirelim diye güzel bir kadroyu ayarlamış ta verili bu altyapıya göre çok ayarlamış. Altından kalkamadı, ertesi gün Katatonia'da patladı. Basit bir şeymiş gibi geçiştirmemek lazım. İzdiham çıkabilirdi. Neyse, son durak ana sahnede Kreator. Haksızlık etmeyeyim bu grubun albümlerini çok dinleyemedim, vokali de kendime göre yırtıcı buldum. Üzerine rahatsızlığım da artınca performanslarına yeterince kendimi veremedim. Etkileyici sahne resmi umarım başımıza dert olmaz, şarkı isimlerini de hatırlarsak :) Anlaşılıyor ki bugün böyle tepinmeli, zıplamalı gruplara ayrılmış. İnsanlar heder olsun felan. Gerçekten de bacağını çatlatan olmuş sanırım, geçmiş olsun. Dökülmedik kurt kalmamıştır inşallah.

Ertesi gün hazırlıklıydım, gündüz başka yerlere gidip dönüp Leprous'a yetişebiliyorum. Ağrıkesici ile ayaktayım. Yaşlıyım ve gençlerin bir kısmı gibi kendimi koyvermiyorum. Leprous da Soen gibi sevdiğim ama temkinli yaklaştığım bir grup. Şiir gibi çaldılar. Şarkıları benzer formüllere sahip. Bir yerde brütale bağlanıyorlar ve bunu en iyi Slave'de yapıyorlar. Grubun canlısı aslından daha iyi. Kaçırdıklarım ise Alkera, Sabhankra ve Pitch Black Process. Konser ve festivallerde yer alan yerli gruplar da artık istikrarı sağlamış olanlar. Küçük sahnede Cemetery Skyline ki yeni ama mazisi onyılları bulan müzisyenlerden kurulu biraz soft grup Leprous gibi kayıttan daha güzel bir icra eyliyorlar. Bilen de bayağı insan varmış. Güneşin alnında çalmaları ironikti. Ben de çayırda oturarak keyifle tecrübe ettim kendilerini efendim. Ana sahnede ise emektar Hypocrisy efsane yazıyordu. Vokal mimikleriyle konseri yönetti. Yırtıcı vokal pek sevmem dedim ama bu performans bir değişikti. Festivalin en iyilerindendi uzun lafın kısası. Ensiferum ise pozitif pozitif duygularla sarmaladı dinleyeni. Yine teknik sıkıntıları olsa da hoş idi, eğlenceli idi, dansa davetti. Ana sahnede ise çok sevdiğim, gençliğimin göz ağrılarından ve geçen sefer hastalığım sebebiyle konserlerini kaçırdığım İngiliz beyefendileri Paradise Lost yeraldılar. Hal tavır ve icra kimilerine donuk sönük gelebilir lakin beni fazlasıyla memnun etti. Kafalar, kollar sallandı, beden bir sola gitti bir sağa. Dolayısıyla Katatonia'ya geç kaldım. Zaten yeni işlerine soğuktum, alanın girişindeki üstü kapalı yolda bir yerde konuşlanıp zorla nefes alarak az çok dinleyebildim bir süre. Bir o kadar insanın alana giremeyip, girebilse de duramayıp ana sahnede beklediğini söylemiş miydim? Kalabalıktı sanki... Şarkı Listesi de so so so. Bazen sıkıcılığa varan takip etmesi zor bestelere sahip bu progresif işlerin neden bu kadar ülkemizde sevildiğini anlayamıyorum. Bu minvalde de ana sahnede Opeth büyük bir kalabalığa çaldı. Bundan etkilenip vokal Manowar'ı Metallica'yı ağzına sakız etti. Haklarını teslim etmek lazım, o brütal vokal nasıl çıkıyor anlamadım. Canlı performansları hakikaten de etkileyici, kayıtlarına nazaran. Normalde para verip konserlerine gitmeyeceğim bir dolu grubu dinleyip tecrübe etmek ve öğrenmek fırsatı açısından festivaller önemlidir. Son gün benim için her nedense ayrıca keyifli geçti (ağrı kesici) Dandik t-shirtim  4-5 kişinin ilgisine mazhar oldu, sağolsunlar selamlaştık. Güzeldi devamını istiyoruz ama Bosphorus'u da es geçmeyelim.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Spiritualized® - Everything Was Beautiful™ (2022)

 Dinlerken saçımı başımı yolduğum bir albüm oldu bu. Köklü bir rock grubu Spiritualized ki ara ara isimlerine değişik eklemeler yapmasıyla biliniyorlar.+ veya ® . Space rock felan diye bir tanım yakıştırıyorlar da pek anlayamadım ben bu işi. Biraz Beatles, biraz saykedelik, biraz blues rock karışımı bir müzik kulağıma çalındı. Diskografilerinde de kötü bir yerde değil bu kayıt ki çok sık albüm de basmıyorlar. Müziğe güzel müdahalelerde bulunup, renkli ve farklı enstrümantal dokunuşları da eksik etmiyorlar. Buraya kadar güzel. Lakin, her şarkıyı, istisnasız her şarkıyı 30 saniye öncesinde dinlemeyi bırakıp sonrakine geçtim. Ecnebiler ne diyor? skip forward. Tekrar eden vokal melodiler ara ara yükselerek devam etse de sürekli tekrar eden ve aynı melodiden oluşan parçalar ve sürekli tekrar ve tekrar sürekli ve bitmiyor tekrar tekrar ve sürekli. Sakın hipnotik işte ne gözel demeyin, beni bunalttı kardeş. O yüzden sinirlendim ve hakettiğinden az puanla ödüllendiriyorum çünkü hak etmediler. Neyse headbanger's da buluşalım.

6,75+/10

1 Temmuz 2025 Salı

Candlemass - King of the Grey Islands (2007)

 2000'lerdeki kayıtlarından biri grubun eh doğal olarak kayıt kalitesi öne çıkıyor lakin 2. albümünden sonra mikrofona kurulan usta vokal yerine yeni bir ses duyuyoruz o da iyidir ki yine başka bir doom grubu Solitude Aeturnus'da da yer almıştır ancak gönlümüz Messiah Marcolin'den yanadır burada ağır ve gecikmeli çamursu rifler öne çıkmaktadır vokal harmonilerin nakaratla buluştuğu güzel örnekler mevcuttur yine de gönül biraz daha hızlı ritimler ister de epik tarafın daha incelikli ve olgun saygın ve oturaklı bir tavırla yazıldığının hakkını vermek lazımdır dinledikçe açılır saçılır bir albümdür grubun iyilerinden olduğu da aşikardır

7,50+/10

30 Haziran 2025 Pazartesi

Adnan Esenyel - Martin Heidegger : Varlığın Patikaları

 Adnan Hoca'nın bu eserini okuduktan sonra Nietzche üzerine yazdığı kitabını da okumak ,üzerimize farz düşüyor. Bir kere yazar, Heidegger'in derdinin ne olduğunu, nereden kaynaklandığını, neden rahatsız ettiğini ve bu derdi çözmenin yöntemlerini  olabildiğince anlaşılır bir biçimde anlatmasını başarabiliyor. Birbirini takip eden ve üzerine inşa edilen bu yöntem yeri geldiğinde bilal'e anlatır gibi tekrara başvursa da iyi oluyor, tam da ihtiyacımız olan şey bu çünkü. Ayrıca düşünce adamının en bilinen eseri Varlık ve Zaman'ın da ötesine geçiyor, içerik olarak. 

Tedavi yani insanı Dasein'e, kendi asli yurdu Varlık'a yaklaştıracak şey özlü düşünme, varlığın dili ve özünde şiir olan sanattır. Modern insanın varoluşu Teknik tarafından tehdit hali içindedir. İnsan işlenebilir, denetlenebilir, düzenlenebilir, üretilebilir ve ikame edilebilir bir varolana dönüşmüştür. Tezat bir şekilde ise kendini yeryüzünün efendisi ilan eder. Heidegger Teknik'in kaçınılmaz olduğunu kabul eder. Önemli olan Teknik'in insanın Varlık ile bağlantısının kopardığını ve bunu gizlediğini ve hatta Varlık nosyonunu dahi unutturduğunu bilelim, idrak edelim. Felsefe, bilim idesi nin peşinden gittiği ölçüde teknik bir araç olarak, Varlıktan kendisini tümüyle koparır ve Varlığın açılımını sağlamak yerine sürekli olarak onun unutuluşuna hizmet eder durur. Felsefenin sanata yaklaştırılması belki de onu, teknik bir araç olmaktan kurtaracak olan en temel olanaklardan birisidir. Heidegger'e göre sanat eseri, hakikatin vuku bulduğu bir yer olarak Varlığa ilişkin bir tecrübe sunar. Heidegger, insanın var olma halinin özünde şiirsel, yani poetik olması gerektiğini düşünür, çünkü insan ona göre ancak bu şekilde Varlığın yakında durabilir. O halde insan Heidegger'e göre Varlığın yakınında teknolojik, bilimsel, rasyonel şekilde ikamet ediyor değildir, ancak şiirsel bir ikamet insanı Varlığın yakınına getirebilir. Bu bakımdan Varlığın dili de Düşünmesi de özünde şiirsel, yani poetiktir.

Heidegger, çağdaş insanlığın Varlığın unutuluşu dolayısıyla bir kriz içinde olduğunu düşünür, insanoğlu kendisine yabancı, yersiz yurtsuz , kökeninden kopmuş bir varoluşa sürüklenmiştir. Felsefe ise sanattan beslenen Varlığın dili vasıtasıyla özlü düşünme yöntemiyle insanlığı uyandırabilme potansiyeline sahiptir. Benim aşırıya kaçtığını baştan kabul ettiğim öznel yorumum ise Heidegger'in hissettirdiği, etrafında dönüp durduğu ama asla net söylemediği bir arayışa sahip olduğudur. O da kutsallık içinde yaşayan, bağıntının ötesinde birebir parçası da olduğu bir doğal ortamda yaşayan ilk insanların dünyası. Hani, avladığı geyik için ruhundan özür dileyen, atalarının mezarının üzerine evini kuran, hastalandığında bunu ruhlara, tanrılara, atalara yaptığı saygısızlığa yada doğa ile uyumu bozan bir aksiyona yoran insanların yaşadığı bir dönem. Belki de germenlerin kahramanlar çağı...

29 Haziran 2025 Pazar

Kreator - Terrible Certainty (1987)

 Anlamadığım bir şekilde bende oturmayan, klik, tik  etmeyen bir albüm. Agresif ve yırtıcı tarzı sevmemle beraber bir eşik var, orada anlam dünyama gölge düşmüyor. Sanırım bu kayıt da o sınırı aştı. Ayrıca pür thrash metal yapıyorlar artık. Sound olarak ayrıştırıcı tarafları ki çok da geliştirememişlerdi zaten, kaybedip benzerlikler denizinin derinliklerine doğru yelken açmışlar. Bittabi kendi düşüncelerim, yoksa kötü bir albüm olduğu kanısında değilim elbet, genel dinleyici kitlesi kadar heyecanlanmadığımı ifade ediyorum yalnızca.

7,0+/10