12 Aralık 2023 Salı

Allan Megill - Aşırılığın Peygamberleri: Nietzche, Heidegger, Foucault, Derrida / Felsefe Yazın #23

 

Aydınlanmanın başarısızlığı yani modernizm-post modernizm gerginliği ile bağlantılı aynı çizginin savunucuları olarak addedilen dört filozofun, Nietzche, Heidegger, Foucault, Derrida, başta estetik,  sanat ve kriz ekseninde olmak üzere yakınlıkları ve farklılıklarını inceleyen bu yapıt son iki felsefecinin yazıldığı dönem hayatta olması ile tam anlamıyla tamamlanmış bir projeye dönüşmese de kendi içinde hedefine ulaşmış durumda görünüyor. Yazarın Varlık ve Zaman isimli eserini okumaya bir türlü başlayamadığım Heidegger'ın bu eserinden sonraki dönemlerde ilk fikirklerinden uzaklaştığını belirtmesi, bir bakıma Foucault'nun da görüşlerini dinamik bir doğrultuda ama hep mükemmele yakınlaştırması geliyor akla, biraz hayal kırıklığı yaratmadı değil bünyemde. Yine de Heidegger'ın Nazizm ile flörtü kısa sürse de sonrasında hiç özeleştiri vermediği gibi gerçeklikleri öğrenmemize müsade etmekte.

Aslında tarihçi olan yazar Megill,  kriz derken aklın ulaşabileceği muteber iyi, doğru ve güzel standartlarının ve bununla birlikte Kitabı Mukaddes'teki Tanrı Kelamı'nın yitirilmesini kastettiğini belirtiyor. Zaten modernizmin yenilgisi bu boşalan konuma yerleştiriği insan aklının soğuk bilimselliğe dayalı evrensel sorumluluk altından kalkamamasına dayanmıyor mu? İdeoloji sosyal insanın tinsel ihtiyaçlarını bir noktaya kadar oyalayabildi. Sonuçta sunaklar tekrar kuruldu ama bu sefer insanlar birbirlerini kurban ettiği bir dipsiz çukurdan, en baştan başladılar hayatı anlamlandırmaya. Döngüsellik...Kavramların içi zaten hiç dolu değildi ama varmış gibi davranılıyordu bir aralar. Şimdi herkesin orasını burasını tutup çekiştirdiği demokrasi, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar saygınlıklarını hiç olmadığı kadar kaybettiler. Kötü birer şaka her biri. Güçlü olanın kendini haklı ilan ettiği ve ona göre davrandığı bir dönem dünya geneline yayılıyor. Bazıları öyleydi, şimdi hepten öyle, öyle de olması gerekir. Neyse uzun bir parantez oldu.

Ancak yazar, bu yukarıda kendimce özetlediğim teolojik kırılma yerine krizi tarihselciliğin (kabaca bir yorumla ilerleme inancının) çökmesine bağlıyor. Konu ettiği estetizmi sanat ya da dil ya da söylem ya da metini birincil insan deneyimi alanını oluşturan şey olarak tanımlıyor. Aydınlanma ideolojisinin muhalifi sanatın ve şiirin gücünü önemseyen romantikler ile ilk iki filozof arasındaki bağlantılar. ortaya konuyor.

Yaşamı olumlaması ile tanınan Nietzche sanata dünya yaratıcı bir önem atfediyor. Dünya bir sanat eseridir ama Tanrının elinden çıkma değil kendi kendini doğuran bir sanat eseri. Sanat , bizi kusurlu bir dünyaya karşı koruyan"iyi görünüş istemi"dir. İnsanların ağırbaşlı ve ciddi yönlerine karşı, coşkun, gezgin, dans eden, alay eden, çocuksu ve mutluluk verici bir şeydir. Mit de sanatın üzerine inşa olduğu bir zemin olarak merkezi bir rol oynar. (Nietzche'nin sanatın karşısına bilimi konumladırdığı pozitivist bir dönemi olduğu da unutulmamalı) Miti antik Yunan kültürünün dini gerçeklikle somutlanmadan önceki zemininde yeniden inşasını umut eder. Romantizm klişesine düşene kadar Germen efsaneleri canlandıran Wagner'e de bu yüzden bel bağlamıştır. Üslübu ile birlikte Zerdüşt de bu çabadan bağımsız okunmamalıdır. 

Heidegger dünya yaratıcı gücü ilk başlarda sanat olarak belirtmişken sonraları dil olarak revize ediyor. Dünya kendi kendini yazan bir şiir diye betimleniyor. Sanat yapıtı şeyleri daha iyi görmemizi sağlamanın ötesinde yeryüzünün yeryüzü olmasını sağlar. Foucault da benzer şekilde deneyim ve dil uğraklarını terkedip söylemin yaratıcı güç olduğu tezine sarılıyor. Nietzche'de kriz paradigması Tanrı'nın ölümü nosyonu iken Heidegger'de dünya savaşı etkisiyle kriz ete kemiğe bürünüyor. Krizin nedenini bilimin özünden yani Yunan kültüründeki köklerinden- uzaklaşmış olmamıza bağlıyor. Varlık zamanda ve uzayda mevcudiyettir. Heidegger'deki baskın nostalji teması her türlü ayrımın,ayrılığın ve farklılığın dışlandığı bir mevcudiyete duyulan bir özlemdir. Köylülerin dünyasını idealize etmesi, teknolojinin Varlığı tehdit eder bir hal alması, çözüm olarak hiç bir şey yapmamaya yani itidale davet belli başlı konu ettiği izlekler. Ve biz Varlık (büyük V ile başlayan) neye tekabül ediyor, açıkca bilemeyeceğiz.

Foucault için merkezi önem taşıyan metin değil faaliyettir, bu yüzden kuralları yeniden formüle eder ve sonra da yıkar. Ne geçmişi ne de geleceği temsil etmekle ilgilenir, asıl derdi mevcut düzene bir dizi saldırıda bulunmaktır. Heidegger her eylem düzenin parçası olacağı kabulüyle edilgen bir tavır geliştirmişken Foucault kesintisiz bir eylem taraftarıdır. Çünkü nesnel bilgi yoktur ve tüm bilgiler iktidarla bağlantılıdır. Bu saldırıların amacı mevcut düzeni başka bir düzenle değiştirmek değildir. Devrim süreklidir çünkü gerçekleştirmeye çalıştığı ideal bir toplum imgesi yoktur. Yazılarında kurmaca ve parodi öğeleri saklıdır. Diğer aşırılığın peygamberleri gibi yazıları programatik olmaktan çok kışkırtıcı, yapıcı olmaktan çok sağaltıcı (tedavi edici) olma niyetindedir.

Derrida o kadar anlaşılmaz yazar ki onunla ilgili sadece birbirinden farklı görüşler, yorumlar öne sürülebilir. Örneğin Derrida'nın fikrinin edebiyata uyarlaması, doğru ya da yanlış bir temeli amaçlamamasına dayanır, yorumun ortaya konuşundaki teknik ustalık ve sözel parlaklıktır ve başka yorumları harekete geçirebilme gücüdür. "Metin dışında hiçbir şey yoktur" Yazının görevi bir şey söylemek değildir, tam tersine gerekçesi kendisidir. Derrida yazılarında Yahudi kültürünün izlerini taşısa da Levinas'ın Batı felsefesi karşısına koyduğu İbranilik anlayışını da yapıbozuma tutar. Diğer üç filozof gibi hesaplaştığı Hegel ve Kant gibi isimler de yapıbozuma uğramaktan kaçınamazlar. Dolayırısıyla yazarın kabul etmemesine rağen post-modernizmin son ismidir, belki de sonlandıracak measihi.


Heidegger okumasına başlamadan önce bu kitapla birlikte Felsefeciler Derneği'nin yayın organı Felsefe Yazın'ın bu son ve gerçekten sanırım son sayısındaki Heidegger eleştirisine rastlamam da ilginç oldu. Tabi her eleştiride olduğu gibi muhafazakar devrimci Heidegger'in Nazi geçmişi ortaya konarak başlanıyor. Sadece bir süreliğine organik olarak bağlantılı olmanın ötesinde Alman halkı, Avrupa krizi gibi öğeler içeren metinleriyle de Nazizimi beslemesinden bahsediyor. Materyalist bir bakışın ürünü olan makale felsefecinin ünlü Varlık kavramını Tanrı ile özdeşleştiriyor. İlkel bir düşünme tarzı olan mitosa geri döndürmeye çalışıyor felsefeyi. Tıpkı kitapta da belirtildiği gibi Nietzche'nin eserleriyle tanıştıktan sonra değiştiğini, felsefeyi ve hatta bilimi şiirselleştirerek mistik anlayışların kapısını araladığını belirtiyor. Kitap bundan hayırhah bahsederken aynı veri makalenin eleştiri konusu olmakta. Derrida'dan aktarımından hareketle makalenin yazarı Heidegger'ı ömrü boyunca teoloji yazmakla suçlar.

Dergideki diğer bir makalede ötekileştirme terimi tartışılmaktadır. Karşı çıkılacak şeyin ötekileştirme değil aynılaştırma olduğu vurgulanır ve öteki / başka olma hakkının öneminden bahsedilmektedir. Elbette kapakta yer verilen Simone de Beauvoir ve Hannah Arent gibi isimler hakkında akademik yazılar bulmak mümkün. Felsefe hakkında yazmak hakkında da bir araştırma yazısı oldukça bilgilendirici.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder