7,50/10
27 Aralık 2023 Çarşamba
On Thorns I Lay - Crystal Tears (1999)
26 Aralık 2023 Salı
Dino Sabatini - Shaman's Paths (2012)
6,25/10
24 Aralık 2023 Pazar
V.A. - Dragon Attack: A Tribute to Queen (1997)
Queen grubu ve vokali Freddie Mercury ses, tavır ve besteleriyle nevi şahsına münhasır isimler. Ve dolayısıyla onların şarkılarını yeniden yorumlamak yürek ister. anlarım, tekno yaparsın, modern klasik müzik yaparsın ama hele ve hele aynı tür içinde şarkıların başkalarınca seslendirilmesi ve çalınması ise bir o kadar manasız. Seversiniz sevmezsiniz ama bu besteler Freddie Mercury'nin sesiyle ve yorumlama tekniğiyle özdeşlemişmiş. Ötesinde bizzatihi varoluş nedenleri bu karakterizasyon. Bu bilgiler ışığında demem o ki benim için bir şey ifade etmeyen bir çalışma olmuş. Gruplardan ziyade müzisyenler bir araya gelip şarkıları coverlamışlar. Yer yer sololarda vesair sergilenen hüner kulakta parıltı yapıyor . Müziyenlerin adlarına bakınca, Yalmsteen'i görüyorum hiç kaçırmaz böyle işleri, Glen Hughes, Mart Friedman, Soto vs... , bundan doğal bir şey olamaz elbette. Günün sonunda neden bir Queen best of'u yerine bu kaydı dinleyeyim sorusu cevapsız kalıyor.
6,25/10
23 Aralık 2023 Cumartesi
Badluck - Badluck (1992)
Türkiye'de böyle de bir grup çıkmıştı ve kaset bile yapabilmişlerdi. 80'lerin parıltılı hard rock türünde. Gayet de iyi yapmışlar. Buralı oldukları bile çok belli değil. Kaset kalitesi kötü olmasına rağmen eğlence ihteva eder. Tabi türü çok sevmiyorum ben. Sevenler daha mutlu mesut olacaktır. Kadroda Müebbet Muhabbetten Cenk var. Sonra duramamış Malt ile müzik dünyasına tekrar adım atmıştı.
6,50+/10
20 Aralık 2023 Çarşamba
Tamikrest - Toumastin (2011)
Kendi yazacağıma kendi söyleyeceğime inanamıyorum, bu kulaklar ne duyacak bu gözler ne görecek daha. Genel kanı öyle olmasa da bana hitap etmedi bu albüm. Sönük ve durağan buldum. Belki fazla duygusal geldi bana. O coşkudan eser yok. Şaşkınlık içindeyim.
6,75/10
18 Aralık 2023 Pazartesi
IDLES - Crawler (2021)
Son yıllarda rock namına ilginç şeyler oluyor. Dördüncü albümüne yetişebildiğim IDLES da kısa sürede büyük bir başarıya ulaşan ve görülüyor ki bunu hak eden gruplardan biri. Ve daha enteresanı bu kaydın ilk iki albüm kadar güçlü olmadığı kanısı hakim. Yine de sağlam yani, özellikle ilk kez dinleyen için. Alt notalarda post-punk belirgin olmakla birlikte grup türler arasında kalıplara sığamıyor. Vokale alışmak biraz zor. Ben ısınamadım ama çiğ ve ham haliyle değişik bir enerji kattığı da doğrudur. Uysallardaki punk gibi orta yaş krizine eşiğindeyim galiba bende. Bu tuhaflığı sevdim. Lemmy dans pistinde gibi bir şeyler.
7,50+/10
17 Aralık 2023 Pazar
Septicflesh - Modern Primitive (2022)
Senfonik death metal gibi spesifik bir türde istikarlı bir şekilde ürün verip bir numaraya yükselmek kolay iş değil. İşin daha zor tarafı ise şampiyon olarak kalabilmek. Açıkça konuşmak gerekirse ben bu albümden hiç etkilenmedim. Her zamanki işlerini yapmışlar. Grubun daha önceki işlerini bildiğim için orkestral kısımlar bile şaşırtmadı. Biraz zorlayan karakteri vardı zaten senfoni tarafında, fazla üsteleyen. Albümün sonlarında bu daha da belirgin hale geliyor. Ortadoğu ezgileri var zaten ki eski Yunan kültürü aslında bakarsanız doğudan gelen etkiler üzerine inşa edilmiş durumda, batılılar pek görmek istemese de gerçek bu. Yunan grupları da bu konuda daha açık fikir sergiliyor. Ne diyeyim, bildiğimiz Septic Flesh ya da septicflesh.
6,75-/10
15 Aralık 2023 Cuma
Nils Petter Molvær - Switch (2014)
Norveçli caz müzisyeni Nils amcadan dinlediğim bu üçüncü albüm. Eski günlerinin izini taşımakla birlikte füzyon tepkimeye elektronikayı ve ilginç amerikana tarzı efektleri sokmuş. Trompet sololarına söylenecek bir şey yok. Biraz tempoları ağır. Belki de çeşni olsun, dinlenirlik açısından zengin bir sofra sunsun diye bu farklı türlerle kaynaştırmış olabilir müziğini. Yine de atmosfer dingin , dinlendirci, kafa boşaltıcı, rahatlatıcı ve medidatif . Ara ara parlayan anlar , sinematik perküsyon tıkırtıları (Bathroom!) sunmakla birlikte albümün uzunluğu da göz önünde bulundurulunca bayağı bayağı sıkıcı diyebilirsiniz. Ben öyle dememeyi tercih ediyorum, akılda kalıcı değil diyorum. Yetmiyor bünye, daha fazlasını istiyor.
6,75/10
14 Aralık 2023 Perşembe
The xx - xx (2009)
Indie Pop türünün klasikleşmiş eserlerinden biridir. Bu çıkış albümünün ardından iki adet daha uzunçalarları bulunmakta. Çok da acele etmiyorlar bir bakıma. İlk dikkati çeken prodüksiyonun yalın ve sade olması. Albüm daha çok erkek ve kadın vokalin dansına dayanmakta. Bu da bir rahatlam ve ferahlık hissi veriyor ki günümüzün revaçtaki gümbürtü prodüksiyonları arasında bir nebze nefes almamızı sağlıyor. Bu minimalist yaklaşımın mini mini şekerler, lolipoplar sunmasını beklerken beste ve performans tam tersine durgun bir hüzün ve gereksiz bir drama sergiliyor. Sanki numetal ve alternatif rock dinlemeyi henüz keşfedememiş bu yüzden de bunalımını aşmayı öğrenememiş gençlerin bıkkınlığını paylaşıyor. Diğer bir deyişle ben pek de bağlantı kuramadım.
6,50+/10
13 Aralık 2023 Çarşamba
V.A. - In From the Storm (1995)
Jimi Hendrix saygı albümü basitçe yeniden yorumlardan oluşmuyor, orkestral düzenlemeler de aktif bir aktör. Hendrix'i biliyoruz ama şarkılarını çok da oturup dinlemiş değiliz. Farkına varıyorum ki bir kaç parçasına aşinalığım var. Dolayısıyla coverları beğenmeyip orijinalini aratıyorlar şeklinde eleştirenlerden olmayacağım. Asıllarına riff riff, melodi melodi hakim değilim çünkim. Dolayısıyla yeniymiş gibi dinlemenin keyfine varıyorum ve özetle beğendiğimi söyleyeceğim. Orkestranın fazlaya kaçan uyumsuz yanları olabiliyor. Ve Sting gibi bir vokal de biraz alakasız gelebiliyor kulağa. Böyle kusurları var elbette. Katkıda bulunan müzisyenlerin ismini geçirmeye başladıysak, duyulmuşlardan Carlos Santana, Steve Vai, Brian May, Paul Rodgers'ın isimlerini de geçirelim.
7,50+/10
12 Aralık 2023 Salı
Allan Megill - Aşırılığın Peygamberleri: Nietzche, Heidegger, Foucault, Derrida / Felsefe Yazın #23
Aydınlanmanın başarısızlığı yani modernizm-post modernizm gerginliği ile bağlantılı aynı çizginin savunucuları olarak addedilen dört filozofun, Nietzche, Heidegger, Foucault, Derrida, başta estetik, sanat ve kriz ekseninde olmak üzere yakınlıkları ve farklılıklarını inceleyen bu yapıt son iki felsefecinin yazıldığı dönem hayatta olması ile tam anlamıyla tamamlanmış bir projeye dönüşmese de kendi içinde hedefine ulaşmış durumda görünüyor. Yazarın Varlık ve Zaman isimli eserini okumaya bir türlü başlayamadığım Heidegger'ın bu eserinden sonraki dönemlerde ilk fikirklerinden uzaklaştığını belirtmesi, bir bakıma Foucault'nun da görüşlerini dinamik bir doğrultuda ama hep mükemmele yakınlaştırması geliyor akla, biraz hayal kırıklığı yaratmadı değil bünyemde. Yine de Heidegger'ın Nazizm ile flörtü kısa sürse de sonrasında hiç özeleştiri vermediği gibi gerçeklikleri öğrenmemize müsade etmekte.
Aslında tarihçi olan yazar Megill, kriz derken aklın ulaşabileceği muteber iyi, doğru ve güzel standartlarının ve bununla birlikte Kitabı Mukaddes'teki Tanrı Kelamı'nın yitirilmesini kastettiğini belirtiyor. Zaten modernizmin yenilgisi bu boşalan konuma yerleştiriği insan aklının soğuk bilimselliğe dayalı evrensel sorumluluk altından kalkamamasına dayanmıyor mu? İdeoloji sosyal insanın tinsel ihtiyaçlarını bir noktaya kadar oyalayabildi. Sonuçta sunaklar tekrar kuruldu ama bu sefer insanlar birbirlerini kurban ettiği bir dipsiz çukurdan, en baştan başladılar hayatı anlamlandırmaya. Döngüsellik...Kavramların içi zaten hiç dolu değildi ama varmış gibi davranılıyordu bir aralar. Şimdi herkesin orasını burasını tutup çekiştirdiği demokrasi, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar saygınlıklarını hiç olmadığı kadar kaybettiler. Kötü birer şaka her biri. Güçlü olanın kendini haklı ilan ettiği ve ona göre davrandığı bir dönem dünya geneline yayılıyor. Bazıları öyleydi, şimdi hepten öyle, öyle de olması gerekir. Neyse uzun bir parantez oldu.
Ancak yazar, bu yukarıda kendimce özetlediğim teolojik kırılma yerine krizi tarihselciliğin (kabaca bir yorumla ilerleme inancının) çökmesine bağlıyor. Konu ettiği estetizmi sanat ya da dil ya da söylem ya da metini birincil insan deneyimi alanını oluşturan şey olarak tanımlıyor. Aydınlanma ideolojisinin muhalifi sanatın ve şiirin gücünü önemseyen romantikler ile ilk iki filozof arasındaki bağlantılar. ortaya konuyor.
Yaşamı olumlaması ile tanınan Nietzche sanata dünya yaratıcı bir önem atfediyor. Dünya bir sanat eseridir ama Tanrının elinden çıkma değil kendi kendini doğuran bir sanat eseri. Sanat , bizi kusurlu bir dünyaya karşı koruyan"iyi görünüş istemi"dir. İnsanların ağırbaşlı ve ciddi yönlerine karşı, coşkun, gezgin, dans eden, alay eden, çocuksu ve mutluluk verici bir şeydir. Mit de sanatın üzerine inşa olduğu bir zemin olarak merkezi bir rol oynar. (Nietzche'nin sanatın karşısına bilimi konumladırdığı pozitivist bir dönemi olduğu da unutulmamalı) Miti antik Yunan kültürünün dini gerçeklikle somutlanmadan önceki zemininde yeniden inşasını umut eder. Romantizm klişesine düşene kadar Germen efsaneleri canlandıran Wagner'e de bu yüzden bel bağlamıştır. Üslübu ile birlikte Zerdüşt de bu çabadan bağımsız okunmamalıdır.
Heidegger dünya yaratıcı gücü ilk başlarda sanat olarak belirtmişken sonraları dil olarak revize ediyor. Dünya kendi kendini yazan bir şiir diye betimleniyor. Sanat yapıtı şeyleri daha iyi görmemizi sağlamanın ötesinde yeryüzünün yeryüzü olmasını sağlar. Foucault da benzer şekilde deneyim ve dil uğraklarını terkedip söylemin yaratıcı güç olduğu tezine sarılıyor. Nietzche'de kriz paradigması Tanrı'nın ölümü nosyonu iken Heidegger'de dünya savaşı etkisiyle kriz ete kemiğe bürünüyor. Krizin nedenini bilimin özünden yani Yunan kültüründeki köklerinden- uzaklaşmış olmamıza bağlıyor. Varlık zamanda ve uzayda mevcudiyettir. Heidegger'deki baskın nostalji teması her türlü ayrımın,ayrılığın ve farklılığın dışlandığı bir mevcudiyete duyulan bir özlemdir. Köylülerin dünyasını idealize etmesi, teknolojinin Varlığı tehdit eder bir hal alması, çözüm olarak hiç bir şey yapmamaya yani itidale davet belli başlı konu ettiği izlekler. Ve biz Varlık (büyük V ile başlayan) neye tekabül ediyor, açıkca bilemeyeceğiz.
Foucault için merkezi önem taşıyan metin değil faaliyettir, bu yüzden kuralları yeniden formüle eder ve sonra da yıkar. Ne geçmişi ne de geleceği temsil etmekle ilgilenir, asıl derdi mevcut düzene bir dizi saldırıda bulunmaktır. Heidegger her eylem düzenin parçası olacağı kabulüyle edilgen bir tavır geliştirmişken Foucault kesintisiz bir eylem taraftarıdır. Çünkü nesnel bilgi yoktur ve tüm bilgiler iktidarla bağlantılıdır. Bu saldırıların amacı mevcut düzeni başka bir düzenle değiştirmek değildir. Devrim süreklidir çünkü gerçekleştirmeye çalıştığı ideal bir toplum imgesi yoktur. Yazılarında kurmaca ve parodi öğeleri saklıdır. Diğer aşırılığın peygamberleri gibi yazıları programatik olmaktan çok kışkırtıcı, yapıcı olmaktan çok sağaltıcı (tedavi edici) olma niyetindedir.
Derrida o kadar anlaşılmaz yazar ki onunla ilgili sadece birbirinden farklı görüşler, yorumlar öne sürülebilir. Örneğin Derrida'nın fikrinin edebiyata uyarlaması, doğru ya da yanlış bir temeli amaçlamamasına dayanır, yorumun ortaya konuşundaki teknik ustalık ve sözel parlaklıktır ve başka yorumları harekete geçirebilme gücüdür. "Metin dışında hiçbir şey yoktur" Yazının görevi bir şey söylemek değildir, tam tersine gerekçesi kendisidir. Derrida yazılarında Yahudi kültürünün izlerini taşısa da Levinas'ın Batı felsefesi karşısına koyduğu İbranilik anlayışını da yapıbozuma tutar. Diğer üç filozof gibi hesaplaştığı Hegel ve Kant gibi isimler de yapıbozuma uğramaktan kaçınamazlar. Dolayırısıyla yazarın kabul etmemesine rağen post-modernizmin son ismidir, belki de sonlandıracak measihi.
Heidegger okumasına başlamadan önce bu kitapla birlikte Felsefeciler Derneği'nin yayın organı Felsefe Yazın'ın bu son ve gerçekten sanırım son sayısındaki Heidegger eleştirisine rastlamam da ilginç oldu. Tabi her eleştiride olduğu gibi muhafazakar devrimci Heidegger'in Nazi geçmişi ortaya konarak başlanıyor. Sadece bir süreliğine organik olarak bağlantılı olmanın ötesinde Alman halkı, Avrupa krizi gibi öğeler içeren metinleriyle de Nazizimi beslemesinden bahsediyor. Materyalist bir bakışın ürünü olan makale felsefecinin ünlü Varlık kavramını Tanrı ile özdeşleştiriyor. İlkel bir düşünme tarzı olan mitosa geri döndürmeye çalışıyor felsefeyi. Tıpkı kitapta da belirtildiği gibi Nietzche'nin eserleriyle tanıştıktan sonra değiştiğini, felsefeyi ve hatta bilimi şiirselleştirerek mistik anlayışların kapısını araladığını belirtiyor. Kitap bundan hayırhah bahsederken aynı veri makalenin eleştiri konusu olmakta. Derrida'dan aktarımından hareketle makalenin yazarı Heidegger'ı ömrü boyunca teoloji yazmakla suçlar.
Dergideki diğer bir makalede ötekileştirme terimi tartışılmaktadır. Karşı çıkılacak şeyin ötekileştirme değil aynılaştırma olduğu vurgulanır ve öteki / başka olma hakkının öneminden bahsedilmektedir. Elbette kapakta yer verilen Simone de Beauvoir ve Hannah Arent gibi isimler hakkında akademik yazılar bulmak mümkün. Felsefe hakkında yazmak hakkında da bir araştırma yazısı oldukça bilgilendirici.
9 Aralık 2023 Cumartesi
Agalloch / Nest (2004, EP Split)
Sadece iki parçadan oluşan bu kayıt neden tekli değil de EP diye etiketlenip satılmış, anlamak namümkün. Ön yüzünde ünlü amerikan atmosferik black metal grubu Agalloch'un kış mevsimine özgü havaya uygun düşen minimal bir ezginin defaatle tekrarına sırtını yaslamış sözsüz ve akustik parçasıyla açılış yapılıyor. Kapanışı da hemen arkasından Nest namında çok da bilinmeyen ama araştırınca hiç de öyle küçücük olmadığının farkına vardığınız neofolk grubu yapımakta Kanuna benzeyen kantele ya da flüt benzeri başka bir enstrümanla parça farklı bir hüviyete kavuşmuş. En azından Agalloch parçasından daha fazla üzerine düşülmüş, emek edilmiş. Clean ama hava kaçıran yani fısıltılı, nefes vererek telaffuza dayalı bir vokal de eşlik ediyor. Akustik gitarın duhulü Summoning vari karanlık orman gölgesini Akdeniz misali aydınlatıyor. Anlaşıldığı üzere kaydın arka tarafı dinleyeni daha fazla heyecanlandırmakta. Aralık ayı reçetesine 1 adet neo/dark folk albümü yazıyorum, tekli, maksi felan değil şöyle uzunca bir albüm.
6,75/10
8 Aralık 2023 Cuma
Turnstile - Glow On (2021)
Punk damarım azdı. Dans ve punk. kalipso hardkore. pop hunk. dream core. pozitif clouds. bumbastik hoy hoy. saykedelik tıntın.
BOMBOMBOM
8,25/10
6 Aralık 2023 Çarşamba
Dragon's Dogma - Black Mirror (6. sezon) - Stranger Things (4. sezon) - Kadim Uygarlıklar - The Office (1. sezon)
Dragon's Dogma namındaki sevdiğimiz ve bu aralar ikincisi çıkacak RPG oyunun 7 bölümlük anime dizisi Netflixde. Coğrafya ve bazı mekanlar tutsa da oyundaki hikayenin bir alakası yok. Yine de bir noktaya kadar ilgi çekici. Ana karakter 7 büyük günah ile sınanıyor, ailesini öldüren ejderhayı ararken. Konu oyunu sevenleri pek tatmin etmiyor. Peki ya çizgiler nasıl? Seinfield'in bir bölümü geliyor aklıma. Çıktığı kadın için güzel mi çirkin mi karar veremiyor. Işık yüzüne nerden vurduğuna bağlı olarak güzel ya da çirkin çünkü. Burada da öyle. Çok kötü çizimler de bulunmakta. Lafı sünnetlersek, pek de şey yapmayın yani.
Black Mirror'ın 6. sezonu bilim kurgudan ziyade psikolojik-gerilim sularında izleyiciyi boğuyor. 5 bölümden en aklımda kalanı absürd bir sıcaklığa sahip olan sondaki Şeytan 79. Karakterlerden kaynaklı genel bir iticilik hakim bu sezona. Bu öok kültürcü politik doğruculuk gerçekten baymaya başladı. Bir kez daha altını çizmek istedim.
Stranger Things en abartılı şekilde beğenilen dizilerden biri. Ama bu sezon belki de en iyisi. Bir kere bu alternatif tersine dünyadaki baş kötüyü ve arkasındaki hikayeyi, 11 ile olan bağlantısını öğreniyoruz. Taşlar yerine oturmaya başlıyor ve son savaşa doğru çatışa çatışa ilerliyoruz. Ama soınu için gelecek sezonu bekleyeceğimiz aşikar. Bir Türk vatandaşı olarak burada anlatılan 80'ler hikayesine nostaljik bir bağlantı kuramıyorum. Veledlerin her şeyi ellerine alıp dümnyayı kurtarmalarını saçma buluyorum. Ruslarca kaçırılan göbekli şerifin kurtuluş hikayesine katıla katıla gülüyorum. Çocujların romansını sıkıcı buluyorum. Ve se ve se. Ama prodüksiyonu ile temposu ile helecanı ile dizi kendini izletiyor. Biraz daha süreden kısabilseler daha iyi olurmuş.
Kadim Uygarlıklar ve bu belgeselin sunucusu ve ideologu yani her şeyi bu sağdaki adam resmi arkeoloji topluluğunca Netflixdeki en tehlikeli, en bilim dışı şey seçildi. Bu adam çok uyanık. Bilime eleştirel yaklaşmak her zaman iyi ama bilim kendi içinde de kendine eleştirel baktığı için daha korkak adımlar atıyor ve her şey yavaş gelişiyor. Çünkü tez, hipotez, anti-tez gibi çeşitli sınamalarla bilimsel gerçek kesinleşiyor. Ve bilim her zaman "şu an bildiğimiz kadarıyla" şerhini koşuyor zaten. Fizikteki inanılmaz gelişimlere bakmak bile yeterli. Bu adam ben UFOların medeniyeti yarattığını iddia etmiyorum diye başlıyor, resmi arkeolojinin bazı gerçekleri görmek istemediğine dem vuruyor ve özellikle denizdeki yükselmeler neticesinde geçmişte ileri bir medeniyetin olabileceğini söylüyor. Dünyada Göbeklitepe'yi de örnek göstererek belli anıtların geçmişlerinin daha eskiye gittiğini söylemekle başlıyor. Başlarda mantıklı, vay yazık etmişler adama dedirtiyor. Ama en sonda kendi de bir kanıt sunmuyor aslında. Vardığı nokta da yine Atlantis, Mu felan. Sorgulanabilir kanıtın var mı? Yok. Hiç olmazsa arkeoloji ve antropoloji ve teoloji pür dikkat gözünü Taştepeler'e dikkat çekmiş durumda. Derinden derinden düşünüyor, çalışıyor ve yavaş yavaş değişimler göz önüne düşürüyorlar.Komik dizi ihtiyacım için Steve Carell başrolündeki Ofis'i seçiyorum zira bu İngiliz kökenli başarı kazanmış Ofis dizisinin Abd versiyonu. Bunun da beğenisi felan arş seviyesinde. Ben anlamadım. Yani buradaki komediyi anlamadım. Bir sezon boyunca belki de bir kez güldüm. Hani utanç duruma düşürücü hareketler, kırılan potlar, farkına varılmadan yapılan hakeretler felan. Gülmeliyiz galiba. Gülme efekti de yok ki anlayamıyorum nerede güleceğimi. Zaten kara mizah denen şeyden zerre de anlamam da bu nedir onu da anlamadım. Komedide ben biraz daha klasik noktadayım. Aile sit-comu. Herkes gülsün eğlensin sorunları çözsün en sonunda sarılsınlar bitsin. Sadece 6 bölüm süren ilk sezonundan sonra açılıyor zaten diyorlar. I-ııh, benden bu kadar.
On Thorns I Lay - Orama (1997)
Grup daha bu ikinci albümüyle başyapıtına erken bir dönmede kavuşmuş görünüyor. Albümün profesyonel ve leziz olduğu geçiş görevini üstlenen sözsüz parçaların ucuz klavye melodileri yerine atmosferi güçlendiren ambiyans türüne dayanmasından belli oluyor. Kadın vokal ve brütal erkek vokal geleneksel eşlikçiliği gayet yerinde dozajlarda kullanılmakta. Belki de yeniden yağılmış versiyonu dinliyorumdur, prodüksiyon tertemiz, net ve pırıl pırıl. Sözleri okumamakla birlikte konsept bir hava sezinleniyor. Tempoda ve beste formülasyonunda bazı çekinik tavırlar var. Onun dışında karamel.
7,75/10
5 Aralık 2023 Salı
Mastodon - Hushed and Grim (2021)
Paradise Lost konserine gidemediğim şu gün başka bir sert gruba kulak verelim, her ne kadar diskografilerinde en softu olarak seçilse de bu son albümlerini geçen aylarda pek çok kez dinledim. Ama asıl dikkati ilk başta çeken şey bu değil. Grubun alametlerinden olan o güzelim vokalin kendini geriye çekmesi ve grup elemanların her birinin , davulcu arka vokal olmak üzere, mikrofon başına geçmesi. Garipsedim. Diğer noktalar müziğin yumuşaması, alternatif modern rock çizgisinin ufukta belirmesi, melodi melodi melodi ve çift sidiye sığan bir buçuk saatlik bir şölen. Negatiften pozitife yorumum değişti, farkındayım. Grup çok güzel melodiler yazıyor ve bu kayıtta da çok şık şarkılara yer vermişler. Tabi kaydın uzunluğu biraz kafa yoruyor amma bir kaç dinleme şarkılara ısınmak için yeterlidir.
1 Aralık 2023 Cuma
Holyarrow - 靖難 / Fight Back for the Fatherland (2018)
Çin'den black metal. Yerel ezgiler ve çalgılar bekliyorken oldukça klasik bir melodik black metal ile karşı karşıyayız. Dili ve belki de ölçekte ince detaylarda istisna olabilir. Paganik keyboard melodileri ise avrupai izler taşıyor. Konusu da ilginç bir o kadar. Vakti zamanda Çin'in bir limanında müslüman tüccarlar çok nüfuslanmış. İsyan edip etrafı ele geçirmişler. Sonra aralarında sünni- şii diye bölünmüşler. Eh, sonra Çinliler gelip isyanı bastırmakla kalmamışlar, işkenceler ve daha da anlatılmaz kırımla yok etmişler isyancı ve ailelerini. Bu Çinliler de bazen değil her zaman aşırıya kaçan bir millet. Tarihlerine bakınız. O kadar incelemedim de eminim bu blekçiler gururla bahsediyordur. Gel gel gelelim müziğe klasik geleneksel melodik black metal dedik amma sımsıkı ve layıkıyla yapmışlar işlerini.
7,25/10
Dragon Age:Origins - Metro 2033 Redux - Bastion- Wolfenstein (2009)
İlk Dragon Age oyunu klasik rol yapma oyunu hayranlarınca yere göğe sığdırılamıyor. Gerçekten de ek paketli sürümünü oynarken ben de hırs yaptım ve saatler sonrasında final savaşı da yapıp oyunu bitirdim. Dedikleri gibi eski Baldur's Gate serisindeki çarpışmaların hazzını veriyor, oyun ilerledikçe dahi çok da kolaylaşmayan ama bir kaç tekrarla biraz da oyun yapay zekasının bir kaç denemeden sonra kolaylaştırdığını da düşünüyorum, geçebildiğiniz çatışmalar tam ayarında ve sonuçta hırs yapmamak elde değil. Az çok konu da iyi sonuçta. Tünellerden goblin ork sürüsü geliyor, başlarında bir ejder var. Olmazsa olmazımız. İnsanların kralı bu karanlık yaratıklarla mücadeleye ömrünü adamış Greywarden ki en yeni üyesi sizsiniz ekibine güvenmişken ihanete uğrar, Greywardenlar kumpasla suçlu gösterilir. Siz yeni krala karşı muhalif bir dükün, elflerin ve cücelerin desteğini alıp onu alt etmek ve karanlık orduya karşı savaşa liderlik etmelisiniz. Ama yan görevleri yapmadan ilerlemek can acıtabilir. Yine de söylemeliyim ki oyun abartılıyor. Üç boyutlu kontrollerin zorluğu sebebiyle tamamiyla izometrik oynayabildim. Görüntüler çok da iyi değil sanki sarı bir filtre var. Steam'den oyun sürekli çöküyordu. Bayağı ayarlarla oynayıp internette farklı bir crack dosyayı indirmek zorunda kaldım. Lokasyonlar arası yolculuk can sıkıcı, binalardan ve kasabalardan çıkmak yol katetmek zorundasınız ki haritaya ulaşabilesiniz. Ekipteki karakterler, onların hikayeleri ve seçime göre hikayede belli unsurların değişmesi oldukça etkileyiciydi, itiraf edelim. Ve güzel yaşlanmamış. Ara videolar ve konuşma ekranı iyi olsa da oyun ekranı sıkıntılıydı bence. Tabi çok da yüksek kalite oynamaktan çekindim. Uzun bir serinin ilk adımı olarak dikkate değer yine de.Metro biliyorsunuz bir bilimkurgu roman serisi ve oyunları da çok sükse yapmış. Bu girizgah oyunu da ayrı bir sevilmekte. Post-apokaliptik bir dünyada yüzeyin radyoaktivite kirliliği sonucunda mutasyona uğramış yaratıklarca istila edildiği Moskova'nın yeraltındaki metro durağı ve hattı boyunca hayatta kalmaya çalışan insanları arasında buluyoruz kendimizi. Duraklar naziler ve komünistler gibi birbiriyle çatışan fraksiyonlarca da bölünmüş. Oldukça lineer bir hikayeyi takip ederek karakterimizi oradan oraya sürüklüyoruz. En sonda da yüzeyde bir kuleye çıkıp uydularla saldırı gerçekleştirerek yaratıkların toptan kökünü kazıyoruz inşallah. Sonunu zorlu boss savaşı yerine halüsinatif bir deneyim ile geçiştirmek garip olmuş. Bir de ben açık dünya oyunlarına alışmışım ya bu kadar doğrusal akışı pek ısınabilmiş değilim. Yine de fena değil. Zaten FPS'leri hem canım çekiyor hem de oynarken tam randıman keyif alamama gibi bir izdırabım var..
Aksiyon indie hit oyunu Hades'in stüdyosunun önceki işi Bastion retrospektif şekilde popüler olan bir oyun. Bu da aksiyona dayalı. Sürekli haritada parkur açıyorsunuz ve farklı silahlarla hikaye doğrultusunda ilerliyorsunuz. Haritada silahlarda ustalaşacağınız arenalar da var. Değişik bir seslendirme, renkli grafikler ve benim hiç dikkat etmediğim ama başkalarının pek bi övdüğü senaryo. İşin aslı havada duran yollar, ilerledikçe tetris gibi mekanın parça parça oluşması fantastikkare bir etki yaratıyor ki benim oyunun dünyasına girmemi engelledi. Keyifli ama bitirecek kadar etkileyici olduğunu düşünmüyorum.