Edward Elgar İngilizlerin klasik müzikte bildiğim kadarıyla banknotlarında resmine yer verecek kadar iftihar ettikleri ulusal bestecisi oluyor. 1934 yılında hayatının sona erdiği döneme kadarki çoğu yapıtını içeren bu derleme tam tamına beş cd'den oluşmakta. Londra Senfoni Orkestrası, Philharmonia Orchestra, Halle Orchestra ve Sinfonia of London gibi farklı orkestralarca icra edilen parçaların hepsi şef John Barbirolli tarafından lead edilmiş durumda. (Plaza diline geçmemek için kendini zorlama durumu) Öncelikle klasik müzikte ülke ülke bir sınıflandırma olmamakla birlikte Almanların, Rusların, İtalyanların, çılgın Fransızların ve hatta flamenko yada Endülüs ruhunu harmanlayan İspanyolların kendi seslerini müziğe eklemlendirmiş olduklarını söylemek mümkün. İngilizlerin ise bu tarz bir ekolü olduğunu hiç duymadım. Yoksa da eğer, bestecinin özellikle derlemenin son kaydına vardığımızda tam bir İngiliz karakterini somutlaştırdığı noktaya evrildiğini söyleyebiliriz. İşin ilginci bu kayıtların sıralaması ters bir kronoloji izliyor. Neden bunları anlatıyorum, ilk kayıttaki 1 nolu senfoniyi dinlerken ne kadar ilk işlerinden biri olmasa dahi, bu bahsi geçen farklı tarzları ve esintileri anlık olarak duyumsayabiliyorsunuz. Her ne kadar baştan sona dikkatimi vererek bir Wagner dinlememişsem de işin içine enerjik ve epik trompetlerin girdiği Star Wars temasına benzer bir şeyler duyuyorsam onun etkisidir diyebiliyorum. Brahms tarzı bir modernizmin etkisi de aşikar. Senfoninin umutkar, şen genel atmosferine tezat Adagio kısmı çok daha incelikli. İlk cd'de senfoniden kalan boşluğu yaylılar için bestelenmiş Introduction and Allegro parçası dolduruyor. Klasik müzik formu olarak senfonilere çok ısınamadığımdan bu ilk senfoni aklımda çok yer tutmamakla birlikte bu parça belki de bazı anlarında barok dönemine dek uzanan içerdiği geçmişe doğru referanslar dolayısıyla çok daha kolay takip edilebilir bir dinleti sunuyor.
İkinci senfoni açılışı ile valslere göndermeler içeriyor. Hayli uzunca olan ilk kısımda lirin de yankılandığı huzurlu bölüme geçiş, sıkıca oraya tutunuşu ve ilerleyiş gerçekten iyi. Yeni kralın taç giyme töreni için de sunulan bu çalışmanın bir bölümünün ise cenaze marşı olması hayli ilginç. Kısacası duygusallığı uyandıran, dört bir yandan tatarara görkem gösteriş gürültüye boğmak yerine sadeliğiyle öne çıkan ve büyük bir farfarayla karşılanan ilk senfoninin haksız yere gölgesinde kalmış bir senfoni. Burada da boşluğu yaylılar için çalınan ve ölen bir arkadaşı için yazılmış Elegy ile dinlendiğinde bir deniz kıyısından öteye bakışlarınızın toplanan fırtına bulutlarına yoğunlaştığı bir anı zihninize resmeden Sospiri doldurmakta. Bir nevi bu kayda hüznün ve duygusal birikimin damgasını vurduğu söylenebilir.
Üçüncü kayıt bestecinin son dönemlerinin eseri Fallstaf uyarlamasını içeriyor. Şekspir'in bir eserindeki nüktedan ve şişman bir karakterin hikayesini baz aldığı için klarnet gibi enteresan eşleştirmeler eşliğinde ilerliyor. Hikaye temelli olması görsellikten uzak bir dinlemeyi sönükleştirmekte, en azından benim için. Kayıtta iki adet de konser üvertürüne yer verilmiş: Cockaigne ve Froissart. Londra'nın sosyal hayatını betimleyen ilki sound olarak da Fallstaff'ın zengin çeşitlemelerini yansıtarak kaydı kendi içinde tutarlı hale getiriyor. Hareketli ve eğlenceli. Bu kayıt besteciyi ünlü yapan gürültülü marş ve varyasyonlarına yakın bir atmosfer sergiliyor.
Dördüncü kayıt ise erken dönem ürünü Enigma çeşitlemeleri ile açılıyor. Tanıdığı kişilerin karakterlerinden ilham alınarak bestelenen bu parçalar dolayısıyla farklı ruh hallerini sergiliyor. Bir çoğu kısa süresiyle klasik müziğin grindcore'u olma ünvanını hakediyor. İlgi çekici olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kayıt yine popüler bestelerinden Pomp and Circumstance marşları ile devam ediyor. İlk marş özellikle mezuniyet gibi seremonilerde sıkça kullanılması ve Amerika havasını taşıması ile ünlü. Kayıt son olarak yaylılar için bestelenmiş Serenade'i içermekte.
Son cd de ilk dönem kayıtlarını içermekte. Sea Pictures sadece vokal sebebiyle değil tüm atmosferi ile İngilizliğin ete kemiğe bürünmüş hali gibi. Çok etkileyici sayılmamakla birlikte sıkıcılığa düşmeyen ağır temposu kolay bir dinleti sunuyor. Bu kayıtta yer alan diğer eser Cello Concerto yani keman konçertosu gördüğü ilgiyi hak ediyor. Özellikle ilk kısımda yüreğinizin kabarmaması, hüzünden teslimiyete bağlanmamanız elde değil.
Şaka gibi, kendimden beklenmeyecek bir performansla beş sidiyi dinlemiş bulundum. Ustanın piyanodan çok keman ve üflemeleri çalgıları sevdiğini anladım. Zaten bilinen ve sevilen eserleri belki ilk senfoni hariç, gerçekten de öne çıkıyor. Özellikle ait olduğu dönem veya bir miktar öncesinin tarzından etkilenmiş görünmekte. Eleştirmenler Elgarian diye tabir ettikleri kendine özgü bir ekolü olduğunu belirtmekle beraber ben belki de buradaki eserlerin yarısında belirttiğim dönemin kıtadaki izlerini yansıttığını düşünmekteyim, eserlerinin. Yani bu cahil halimle ancak his kabilinden konuşabilirim. Aman aman etkilendiğimi söylersem yalan olur. Ama on numara beş yıldız olsa da tür icabı benim için zorlayıcı olabiliyor zaten. Elit bir karaktere bürünüp böyle klas türlere ait eserleri sahtece beğendiğimi söyleyecek de değilim. Bu kadar.
7,50/10
28 Şubat 2018 Çarşamba
25 Şubat 2018 Pazar
James Joyce - Ulysses
Modern edebiyatın kilittaşı eserlerinden biri olan Ulysses'i okumak aylarca sürmesinden dolayı bütün okuma düzenimi bozdu. Az çok araştırdıysanız konusu itibariyle Dublin'de başta Mr Bloom ve oğul Dedalus başta olmak üzere bir grup 'arkadaş'ın bir günlük sürede hayatlarını irdeleyen roman farklı yazış teknikleri ile 90 sene sonra bile hevesli yazarlara ilham kaynağı olabilecek şeyler sunabilmekte. İlk bölüm geleneksel yöntemlerle yazılmışken sonraki bölümlerde gerçeküstücülük, tiyatro diyalogları, devrik ve yarım cümleler, anıştırmalar, çağrışımlar, dil oyunları, deyim icatları, vessair vessair arka arkaya sıralanıyor ve bir perde arkasından kurguyu eşeliyor buluyorsunuz kendinizi. Takdire şayan son bölümde ise kadın karakterin ağzından uzunca bir düşünce seansı hiç noktalama işareti olmaksızın sayfalarca sürüyor da sürüyor. Zurnanın zırt dediği yer ise ortalama bir okuyucu gözüyle değerlendirmeye tabi tuttuğumuz yerde beliriyor. Deneyimli bir okuyucuyu bile zorlayacak teknikler ve İrlanda İngiliz tarihi ve kültürü ile şahsen üstdili sebebiyle (thoular thylar) bir türlü sevemediğim Şekspir göndermeleri nihayetinde bu serüveni (her okuma bir serüvendir ama bu romanın vaat ettiği serüven zaman ve mekan açısından çok daha belirgin) ıstırap dolu çile dolu bir hale sokuyor. Bir başyapıt mı? Abartılmış bir zaman kaybı mı? Ben hala kararımı veremedim. Ama bu iki seçeneğin ortasında bir cevabı yok.
21 Şubat 2018 Çarşamba
Demir Demirkan - 2004 İstanbul (2004)
Türkçe sözlü şarkıları biraz kabasaba bulmakla beraber vokal harmonilerinde ve bittabi gitar sololarında gönlümü hoş tutmayı başardı bu kayıt. İngilizce sözlüler ise daha mı hoş neydi? Tarz olarak daha alternatif rock tarafına kaydığı ölçütte, zaten büyük oranda oranın tam ortasında, başka başka yabancı grupları sezmedim de değil. Öyle yani, çok vaktim yok, bu kadar.
7,0/10
7,0/10
18 Şubat 2018 Pazar
Cazkedisi #11, Plüton #5, Nepal #7, B Planı #1, iki buçuk ayda bir #3
sır ol: puhu ya da mâr
bir kanatlı yılan
yüzüme hohla yeryüzünü
(hüseyin ferhad)
bahçedeki ağacın ormana feryadı
o başlangıçta buluyor suretini
savruluyor sonra sırtını alıp rüzgarını
(soner demirbaş)
avcumda gezdirdim balığın birini.
bak dedim
buralar çarşı pazar
bunlar evimiz
buralarda oturur gökyüzünü bekleriz
buralarda dalıp gideriz hayata
şuralar hep martı sesi
şuralar gecemiz gündüzümüz
benim hikayem böyle olunca böyle.
tanıştığımıza memnun oldum.
ses etmeden dönelim hayatımıza
sen suya. ben suyun düşüne.
(turgut baygın)
--------------------------------------------
bu kadar yüksekten ancak düşerek inerim (hakan keskin, barış bıçakçı'dan alıntılıyor, o da belki başkasından...)
henüz çocuktum, içimde kuşlar ölürdü, düşler ölürdü
kırış kırış teni ruhumun, bir kadeh daha...
(umut köksal)
mektup (emrah sağlam)
damacanalara tecavüz eden adamlar
sokakta öpüşmemize bile karşı çıktılar,
çıksınlar;
biz
onları
da
öperiz...
(toprak şems tezcan)
-çehren ekonomi-politiktir
(enes kalem)
---------------------------------------------------------------------------
Bende kalp var. Dizelle çalışır
(özgür göreçki)
yalnızlık ve bütün bunlardan korunmak için neşe var: alaycı neşe, saldırgan neşe
(inanç avadit)
herkes
kalbini inandığı davanın kurşunuyla doldurmkata
(enes kurdaş)
---------------------------------
bir kanatlı yılan
yüzüme hohla yeryüzünü
(hüseyin ferhad)
bahçedeki ağacın ormana feryadı
o başlangıçta buluyor suretini
savruluyor sonra sırtını alıp rüzgarını
(soner demirbaş)
avcumda gezdirdim balığın birini.
bak dedim
buralar çarşı pazar
bunlar evimiz
buralarda oturur gökyüzünü bekleriz
buralarda dalıp gideriz hayata
şuralar hep martı sesi
şuralar gecemiz gündüzümüz
benim hikayem böyle olunca böyle.
tanıştığımıza memnun oldum.
ses etmeden dönelim hayatımıza
sen suya. ben suyun düşüne.
(turgut baygın)
--------------------------------------------
bu kadar yüksekten ancak düşerek inerim (hakan keskin, barış bıçakçı'dan alıntılıyor, o da belki başkasından...)
henüz çocuktum, içimde kuşlar ölürdü, düşler ölürdü
kırış kırış teni ruhumun, bir kadeh daha...
(umut köksal)
mektup (emrah sağlam)
damacanalara tecavüz eden adamlar
sokakta öpüşmemize bile karşı çıktılar,
çıksınlar;
biz
onları
da
öperiz...
(toprak şems tezcan)
-çehren ekonomi-politiktir
(enes kalem)
---------------------------------------------------------------------------
Bende kalp var. Dizelle çalışır
(özgür göreçki)
yalnızlık ve bütün bunlardan korunmak için neşe var: alaycı neşe, saldırgan neşe
(inanç avadit)
herkes
kalbini inandığı davanın kurşunuyla doldurmkata
(enes kurdaş)
---------------------------------
Etiketler:
B PLANI,
CAZKEDİSİ,
İKİ BUÇUK AYDA BİR,
NEPAL,
PLÜTON
16 Şubat 2018 Cuma
Mare Cognitum - Phobos Monolith (2014)
Son yılların gözde atmosferik black metal gruplarından biri Mare Cognitum'a bakınca neden beğenildiğini gayet net anlamakla birlikte tür içinde deprem yarattığına yönelik abartı yorumlara katılamayacağımı söylemeden geçemeyeceğim. Takdir edlmesi gereken şeyleri öncelikle sıralayayım: Tek tabanca bir arkadaştan kurulu grup olmasına rağmen gitar ve bateri programlama (işin doğrusu ne kadar bilgisayar çıktısı ne kadar insan işi bir teyit etme gereksinimi duymadım değil) arkadaşımız, işinde acayip yetenekli olduğunu göstermekte. Bestecilikte ise oldukça sıkı bir iş kotarmış, hiç bir şeyin ucu açıkta kalmıyor. Gitarın tonu hafiften rüyalara dalmış indie rock versiyonuna yakınlaşsa da müziğine yakışmış. Süper bir performans. Isınamadığım noktalara gelince bu tarz vokali sevmiyorum. Hani sizin bile değil komşunun banyosunda kaydedilmiş gibi duran dersem daha anlaşılır olabilir. Bugünün atmosferik black metalini başarıyla temsil ettikleri çok açık olsa da geleceğe uzanabildiğini, konsept olarak ortaya serdiği uzaysı atmosferi sound olarak temsil etme görevinin altından başarıyla kalktığını bendeniz hissedemedim. Belki de başkaları hep böyle böyle konuştuğu için acayip enteresan şeylerin beklentisiyle sarsıldım, bilemeyeceğim. Nihayetinde işini layıkıyla yapan, sıkı sımsıkı bir grup. İçerik olarak değil de yaşadığım tecrübe sebebiyle Mgla'ya benzettim.
7,50++/10
7,50++/10
13 Şubat 2018 Salı
Marilyn Manson - Heaven Upside Down (2017)
Civanım gibi çıkmış kapakta, dünyanın yakışıklısı! (ironi diyeyim de anlamayan olursa) Bi ara Bob Dylan gibi şehir ozanı mı olup çıkacak başımıza diye korkutmuştu. Bu albümle aykırı isim, dimdik ayakta geri dönüyor. Ufak tefek kazalar olmuyor değil tabi, konserde üzerine sahne dekorunun devrilmesi gibi eften püften şeyler herkesin başına gelebilir. Neyse nazar çıktı diyelim. Gelmiş elli yaşına nelerle uğraşıyor diyebilirsiniz. Hala nefret ediyorum sizden, şeytanın müridiym hüloğ gibi yeniyetmelerin sinir krizlerine eşlik eden sözleri mırıldanıyor olabilir. Laf arasında abicim black metal türünde bir şeyler beklemekteyim hala, son nefesime kadar, bir ümit diyelim.. Cümleme geri dönersem, gırıltılı vokali eşliğinde son yıllarda yaptığı en diri şarkıları da içeren şaşırtıcı bir çalışma bu. Örnek Say10, Kill4me. Saçma biliyorum, hiç sözünü etmeyelim. Ancak besteler efsane olduğu dönemin ertesindeki döneme göz kırpıyor. İçeriğinden bağımsız düşünün, azıcık zorlayın beyninizi. Olmadıysa resimden kuvvet al, nasıl da mahzun mahzun bakıyor.
7,75--/10
7,75--/10
12 Şubat 2018 Pazartesi
Ghost - Meliora (2015)
Muhalif adam kimliğimle yeni Ghost'a karşı sesimi daha bir gür çıkarıyorum. Yalnız bu yönelimden nefret ettiğimi söylemem hatalı olur. Dinleyicileri ikiye ayıran bu kayıt karşısında sadece belki de gereğinden fazla tepkiliyim. Çünkü albümün sonunda yer alan iki canlı kayıtta da görüldüğü gibi eski Ghost ile yenisi arasında bayağı bayağı bir fark var. Bu barizlik can yakıyor. Şu an çok daha yavaş, pop altyapısını kullanmaktan çekinmeyen, sayke etkili ve bence pek bir zaman sıkıcı bir hard rock yapıyorlar. Ateşleri sönmüş gibi. Kimileri de işte grup şimdi kendini buldu diyor. Şu müzik dedikleri şey çok ilginç bir şey yafu.
6,75/10
6,75/10
11 Şubat 2018 Pazar
Dead Can Dance - Spleen and Ideal (1985)
Ambiyans? değil, gotik rock? değil, new age? değil, neofolk? değil, klasik? değil, synth pop? değil, hiç biri değil ama her biri birlikte. Uzun yıllardır ismini duyduğum Dead Can Dance bu albümüyle döneminin bence ötesinde bir sesi fezaya taşımış. Grubun daimi üyesi olup olmadığını çok da bilmediğim Lisa Gerrard'ın insanı kendinden geçiren, tüyler ürpertici vokalinin katkısı muazzam. Kayıt tümüyle bu dünyadan yabancısı olduğumuz başka bir dünya açılan bir pencerenin iki yönlü imajını zihinlerde uyandırıyor. Tek kusuru var, dinledikçe ki bir albümü kafamda değerlendirmeden nce çok dinlerim, ilk dinlemedeki aynı heyecanı uyandıramıyor olması.
8,50-/10
8,50-/10
9 Şubat 2018 Cuma
Mount Eerie - A Crow Looked at Me (2017)
Mount Eerie mahlasıyla albümlerini yayınlayan Phil Elverum'un kanser hastalığına yenik düşen karısının ardından bestelediği şarkıları içerir kayıttır. Bir kaç şarkı dışında ki fark çok az belirgindir, hemen hemen aynı tarza sahip bu dingin şarkıların bir tür gerçekle baş etme aracı olarak yazıldığı şüphe götürmez bir gerçek. Sonucunda da bu kadar ağır bir duygusal çöküntü ki ölen ölür, asıl onunla başa çıkması gereken geriye kalan yakınlarıdır, şarkı sözlerine de yansıyacaktır. İlginç olan şey şu ki sound olarak o kadar da karanlık tınılar hakim değil, arabeskliğe boğulmaması, isyan namına vokalde zorlamaların olmaması kaydı değerli kılıyor. Ya bu kayıp neticesinde şarkıcı katatonik hali aşamamış durumda yada artık kabullenme aşamasına geçmiş. Nihayetinde sözleri anlamasanız, arkasındaki hikayeyi bilmeseniz dahi değerinden bir şey kaybetmeyen, bu senenin en iyi albümlerinden biri.
8,0/10
8,0/10
7 Şubat 2018 Çarşamba
RETRO: Einherjer - Odin Owns Ye All (1998)
Bu albüm biraz değil hayli hayli hoylololoy tribün şarkısı içermekte, benden uyarması. Yer yer eşlik eden keyboardun tonu ise bir dönem revaçta olan düğün salonundan çıkma gibi. Vokal brütal geçmişini tümüyle geride bırakmış. Yine de eğlence amaçlı dinlemeler için tercih edilebilir.
7,50/10
7,50/10
5 Şubat 2018 Pazartesi
RETRO: Korn - Life is Peachy (1996)
4 Şubat 2018 Pazar
Kadir Aydemir - Sessizliğin Bekçisi
10 parmağında 10 marifet Kadir Aydemir'in haiku formunda yazdığı şiirleri derlediği kitaptaki her bir şiire İbrahim Çiftçioğlu'nun Lavi tekniğiyle ürettiği soyut resimleri eşlik ediyor. Japon haikuları da kısa bir süre önce okuma fırsatı bulduğumda fark ettiğim şey, yıllarca bu türe dair kafamda yersiz ama olağanüstü bir beklenti oluşturduğumdu. Dolayısıyla bu anlamda çok da söz sarfedemem. Yine de kitabın içerik olarak, 35 şiir ve desenle ebat ve fiyatına kıyasla zayıf kaldığını söyleyebilirim. Biraz daha zamana, tecrübeye, olgunlaşmaya ihtiyacı olan, biraz daha birikmesi gereken, belki de tabiri caizse aceleye gelmiş bir yapıt.
Neler var ardında
Sabah yeli,
-Dolanırım, sadece kuş yürekleri
Gürültüyle akar
Üzümün suyu-
Gün, kavuşunca!
Neler var ardında
Sabah yeli,
-Dolanırım, sadece kuş yürekleri
Gürültüyle akar
Üzümün suyu-
Gün, kavuşunca!
Fikret Kızılok - Singlelar 1
İlk teklik 1969 tarihini taşıyan Uzun İnce BirYoldayım/Benim Aşkım Beni Geçti. Büyük usta Aşık Veysel'in türküsü hakkında bir şey söylememize gerek yok herhalde.Yoruma kılpayı farkla damgasını vuran unsur, hoş tonlarda akustik gitar olsa gerek. Naif Kızılok vokali, gitar ile birlikte beklenenin tersine tempo açıdan daha dinamik bir seyir izliyor. Çok defa cover'lanan bu şarkının en hoş versiyonlarından biri olduğu söylenebilir. Diğer şarkı ise Kızılok tarafından bestelense de tam bir türkü formunda, sound olarak iki şarkı birbirine tam bir uyum içinde. Tek eleştirim bu ve diğer teklikler için geçerli olmak üzere, şarkıların kısalığı olsa gerek. Her bir parçanın süresi 2 buçuk dakikaya ya varıyor ya varmıyor.
Bir sene sonrasında yayınlanan single Söyle Sazım/Güzel Ne Güzel Olmuşsun adını taşımakta. İlk şarkı da Fikret Kızılok bestesi olmakla birlikte geleneksel normlarda ve ilk tekliğe göre çok sesli olma özelliğini göstermekte. Pozitif ve renkli soundu sayesinde favori şarkılarımdan biri oluyor. İkinci parçanın sözleri ise Karacaoğlan'a ait. Beste ise daha batılı akustik pop formuna yakın. Kendi içinde devri daim eden, bir yere gitmeyen bir parça olmakla beraber şarkıcının performansı için dinlenebilir özelliklerde.
Aynı seneye ait diğer tekçalar, Yumma Gözün Kör Gibi ve Yağmur Olsam şarkılarını içermekte. İki parça da Aşık Veysel'den yorumlar aslında. A yüzündeki şarkı form olarak Söyle Sazım'a benziyor. Düzenlemenin yetkinliği ve farklı çalma teknikleri göz dolduruyor. Normalde kulağa batacak laylilaylaylaylom gibi eklentiler hiç de öyle durmuyor. Yağmur Olsam'ın ezgisi ise ismin çağrıştırdığı gibi romantik tınılar içermekte. Dolayısıyla daha yalın bir sound ile karşı karşıyayız. Diğer yandan dinlendirici rahatlatıcı bir sesi dinleyiciye geçirmekte başarılı. Kısacası bu çalışmalar basitçe Anadolu pop adıyla tanımlanmanın ötesinde progresif folk öğelerin baskın özelliğini sergilemekte. O zamanın batılı normlarını yerel kökler üzerine aşılayarak farklı bir harmanlama tekniğiyle emsallerinden ayrışıyor şarkıcı. Fikret Kızılok'un kendine özgü vokali ile birlikte düşündüğümüzde bu kayıtlar bugünün hızlı yaşantımızda akıl sağlığımızı koruyabilme adına sık sık uğramamız gereken duraklardan olmayı hakediyor.
8,25/8,0+/7.75
Bir sene sonrasında yayınlanan single Söyle Sazım/Güzel Ne Güzel Olmuşsun adını taşımakta. İlk şarkı da Fikret Kızılok bestesi olmakla birlikte geleneksel normlarda ve ilk tekliğe göre çok sesli olma özelliğini göstermekte. Pozitif ve renkli soundu sayesinde favori şarkılarımdan biri oluyor. İkinci parçanın sözleri ise Karacaoğlan'a ait. Beste ise daha batılı akustik pop formuna yakın. Kendi içinde devri daim eden, bir yere gitmeyen bir parça olmakla beraber şarkıcının performansı için dinlenebilir özelliklerde.
Aynı seneye ait diğer tekçalar, Yumma Gözün Kör Gibi ve Yağmur Olsam şarkılarını içermekte. İki parça da Aşık Veysel'den yorumlar aslında. A yüzündeki şarkı form olarak Söyle Sazım'a benziyor. Düzenlemenin yetkinliği ve farklı çalma teknikleri göz dolduruyor. Normalde kulağa batacak laylilaylaylaylom gibi eklentiler hiç de öyle durmuyor. Yağmur Olsam'ın ezgisi ise ismin çağrıştırdığı gibi romantik tınılar içermekte. Dolayısıyla daha yalın bir sound ile karşı karşıyayız. Diğer yandan dinlendirici rahatlatıcı bir sesi dinleyiciye geçirmekte başarılı. Kısacası bu çalışmalar basitçe Anadolu pop adıyla tanımlanmanın ötesinde progresif folk öğelerin baskın özelliğini sergilemekte. O zamanın batılı normlarını yerel kökler üzerine aşılayarak farklı bir harmanlama tekniğiyle emsallerinden ayrışıyor şarkıcı. Fikret Kızılok'un kendine özgü vokali ile birlikte düşündüğümüzde bu kayıtlar bugünün hızlı yaşantımızda akıl sağlığımızı koruyabilme adına sık sık uğramamız gereken duraklardan olmayı hakediyor.
8,25/8,0+/7.75
2 Şubat 2018 Cuma
Fen - Winter (2017)
Sanki metal kısımları daha agresif ve dandun gibi. Karamsar bir hava hakimiyet kazanıyor dünyada yavaş yavaş. Savaşlar, cinayet her zaman vardı, var olacak. İnsanlığın varoluş şartı bu. Ya da grup üyelerinin vardır başka kişisel bi sorunu. En sevdiğimiz şeylerden biri de dertsiz başımıza dert yaratmak değil midir zaten? Yani sanki müziğe etkisi var böyle şeylerin elbette. Yoksa sadece bana mı öyle geldi vokalin boğazını daha bir yırttığı bu kayıtta. Diğer yandan post-rock'a göz kırpan akustiğe yakın introlar outrolar pasajlar yok değil. Yalnız albüm bence 2. şarkıda başlıyor asıl. II , IV ve VI çok sıkı parçalar. Son şarkı ki VI oluyor grup uzaylı ambiyans girişi uzun tutarak yabancısı oldukları bir alana ayak basıyor, şarkı tertemiz vokalin geçişiyle black metal angstına evriliyor. Pek güzel. Bu kaydın da ufak bir bonus sidisi bulunmakta. Melodik ve epik tatlarda klas black metal parçasının ardından üç adet akustik ağırlıklı neo-folk şarkı yer alıyor. O kadar gürültünün ardından taze bir hava soluklanıyoruz. Uzun lafın kısası, belki geleceğin değil ama günümüzün atmosferik black metalini layığıyla temsil ettiklerine inandığım, hayal kırıklığı yaratmayan, yapıtları arasında ufak tefek farklılıklar sergilemekle birlikte özünü muhafaza eden sıkı bir grup Fen.
8,0+/10
8,0+/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)