Havalar soğumaya başladıkça bir uyku hali bi tembellik çörekleniyor insanın tam içine. Bu yüzden kısa keseceğim. Koolarımı bile kaldırmak zor geliyor. Dinamizmi öldürüp parçaları aynileştiren prodüksiyon da keşke parça seçimi kadar iyi olaydı da bayram edeydik. Konser atmosferi de fifti fifti. Bu da o yalandan konser albümü mü bilmiyorum, ama zannetmiyorum da. Öyle yani. Taa Alamanyalardan...
7,50/10
29 Kasım 2012 Perşembe
28 Kasım 2012 Çarşamba
Colour Haze - She Said (2012)
Bir albüm çift cdden oluşuyorsa orada biraz duracak duraksayacaksın. Peşinen kabul etmek gerekir ki ortaya çıkan şey mükemmel olmayacaktır. Burada All albümüyle tanıyıp pek sevdiğim, öncesi sonrasıyla diye başlattığım dinleme turunda 2006 yılındaki Tempel'e kulak verdiğim grubun en güncel hali ile benzer bir durumdayız. Bu önceki sonraki halini Neurosis ve Om için de devam ettireceğim, her birinden iki albüm şeklinde. Colour Haze'i biliyoruz ki gayet kendine has, sertleştiği anlarda bile kadifemsi bir zarafete sahip, sofistike bir müzik sunuyorlardı dinleyiciye. Aynı durum üç aşağı beş yukarı devam ediyor. Yalnız dinlemeyi otantik hale sokan doğu ezgilerini bırakıp kendilerini cem (jam)e vermeleri o ihtiras ve tutku hissiyatını söndürüyor. Ortaya ister istemez içki sofrasına meze arka fon musikisinden fazla bir şey çıkmıyor. Evet, başlangıçda biraz Latin ritimlerine uğranmış ki pek tercih ettiğim hareketler dahilinde değil bu. Görüşlerimi adını geçirdiğim önceki iki albümlerine kıyasen seslendiriyorum. Yoksa son şarkıdaki yaylı düzenlemeler ya da ilk cd nin son şarkısı başta olmak üzere bazı riflerin, fazlasıyla tekrarlanmasına rağmen, ilgi çektiği inkar edilemez. Yine de bu kadar cem bana fazla. Onun yerine Kyary Pamyu Pamyu dinlemek daha eğlenceli yutupta.
7,50/10
7,50/10
25 Kasım 2012 Pazar
Be'lakor - Of Breath and Bone (2012)
Bir önceki Be'lakor albümünden bir miktar daha fazla hoşuma gittiğini söyleyebileceğim. En azından progresif detaylar dadadat tonlarında gitar ile dengeleniyor da dinleme daha bir gazlayıcı motivasyon altında gelişiyor. Yoksa çok da görünen duyulan bir fark yok. Ama bu grup nereye kadar gider, yolu nereye varır? Gönül rahatıyla diyebilirm ki şimdiden potansiyel sınırları belli olmuştur.
8,0/10
8,0/10
24 Kasım 2012 Cumartesi
üçtürü beştiri üçtürü beştiri top 5
1992
1) Iron Maiden - Fear of the Dark
2) WASP - The Crimson Idol
3) Anathema - The Crestfallen EP
4) Keith Jarrett- Dmitri Shostakovich: 24 Preludes and Fugues Op.87
5) Megadeth - Countdown to Extinction
6) Blind Guardian - Somewhere Far Beyond*
1993
1) Björk - Debut
2) Darkthrone - Under A Funeral Moon
3) Megadeth - Symphony of Destruction (Bootleg)
4) Rage - The Missing Line
5) Therion - Symphony Masses
6) Anathema - Serenades*
1994
1) The Offspring - Smash
2) Portishead - Dummy
3) Megadeth - Youthanasia
4) Yaşar Kurt - Sokak Şarkıları
5) Darkthrone - Transilvanian Hunger
1995
1) Moonspell - Wolfheart
2) Paradise Lost - Draconian Times
3) Blut Aus Nord - Ultima Thulee
4) Hypocrisy - Maximum Abduction (EP)
5) Björk - Post
6) Summoning - Minas Morgul*
1996
1) Şebnem Ferah - Kadın
2) Marilyn Manson - Antichrist Superstar
3) Moonspell - Irreligious
4) Ünlü - Son Defa
5) Özlem Tekin - Kime Ne
1997
1) Pentagram - Anatolia
2) Björk - Homogenic
3) Portishead - Portishead
4) Radiohead - OK Computer
5) Stratovarius - Visions
1998
1) Anathema - Alternative 4
2) Portishead - Roseland NYC Live
3) The Climb - The Climb
4) Death - The Sound of Perseverance
5) Paradise Lost - Reflection, best of
6) Massive Attack - Mezzanine*
7) Marilyn Manson - Mechanical Animals*
1999
1) Anathema - Judgement
2) Demons&Wizards - Demons&Wizards
3) Dark Tranquillity - Projector
4) Asafated - Tout va Bien (EP)
5) Nagelfar- Srontgorrth
6) Katatonia - Tonight Decision ** (EP yi saymazsak)
2000
1) Rotting Christ - Khronos
2) Dark Tranquillity - Haven
3) In Flames - Clayman
4) Björk - Selmasongs
5) Nevermore - Dead Heart in a Dead World
2001
1) Avantasia - Metal Opera
2) Summoning - Let Mortal Heroes...
3) Anathema - A Fine Day to Exit
4) Converge - Jane Doe
5) Ramsstein - Mutter
2002
1) Avantasia - Metal Opera II
2) Rotting Christ - Genesis
3) Sentenced - The Cold White Light
4) The Meads of Asphodel/Mayhem - Jihad/Freezing Moon
5) Deathspell Omega - Inquisitors of Satan
6) Antimatter - Saviour* (Spliti katmazsak)
2003
1) Şebnem Ferah - Kelimeler Yetse
2) Mors Principium Est - Inhumanity
3) Edge of Sanity - Crimson II
4) Anathema - A Natural Disaster
5) Korpiklaani - Spirit of Forest
2004
1) Mor ve Ötesi -Dünya Yalan Söylüyor
2) Neurosis - The Eye of Every Storm
3) Amon Amarth - Fate of Norns
4) Into Eternity - Buried in Oblivion
5) Rotting Christ - Sanctus Diavolos
2005
1) Sentenced - The Funeral Album
2) Mors Principium Est - The Unborn
3) Vega - Hafif Müzik
4) Darkest Hour - Undoing Ruin
5) Hard-Fi - Stars of CCTV
2006
1) Pinhani - İnandığın Masallar
2) Arctic Monkeys - Whatever People Say I am...
3) Katatonia - The Great Cold Distance
4) Massive Attack - Collected, best of
5) Amon Amarth - With Oden on our Side
6) Mono - You are There * (derlemeden dolayı)
2007
1) Rotting Christ - Theogonia
2) Şebnem Ferah - 10 Mart 2007 İstanbul Konseri
3) Burial - Untrue
4) Dark Tranquillity - Fiction
5) Klaxons - Myths of Near Future
6) Björk - Volta (konser albümü saymazsak)
2008
1) Portishead - Third
2) Grand Magus - Iron Will
3) Amon Amarth - Twilight of the Thunder God
4) Rainbow Arabia - The Basta (EP)
5) Pharaoh - Be Gone
6) Colour Haze - All * (EP den dolayı)
2009
1) Editors - In this Light..
2) Solstafir - Köld
3) Long Distance Calling - Avoid the Light
4) Kylesa - Static Tensions
5) Ch'aska - Pururauca
2010
1) Orphaned Land - The Neverending Way of...
2) Burzum - Belus
3) Deathspell Omega - Paracletus
4) Kurban - Sahip
5) Rotting Christ - Aealo
2011
2011'in ilk beşine iki yeni giriş olması yine 2011'i iyi bir yıl yapmaya yetmiyor. Yani buradaki ilk beş, diğer senelerin ilk onuna belki girer, belki de girmez.
1) Septic Flesh - The Great Mass
2) Solstafir - Svartir Sandar
3) Thy Catafalque - Rengeteg
4) A Hawk and a Hacksaw - Cervantine
5) Deafheaven - Road to Judah
2012
İyi başladı vallahi, memnunum. Yine de listede zayıflıklar var.
1) Sigh - In Somniphobia
2) Burial - Street Halo/Kindred
3) Fabrizio Paterlini - Autumn Stories
4) Ne Obliviscaris - Portal of I
5) Kafabindünya - Obi
6) Drudkh - Eternal Turn of the Wheel * (derlemeden dolayı bunu da ekleyelim)
1) Sigh - In Somniphobia
2) Burial - Street Halo/Kindred
3) Fabrizio Paterlini - Autumn Stories
4) Ne Obliviscaris - Portal of I
5) Kafabindünya - Obi
6) Drudkh - Eternal Turn of the Wheel * (derlemeden dolayı bunu da ekleyelim)
İsmail Gökalp - Akyazı: Bir Devrimcinin Anıları
Bugün Türkiye radikal solu içinde ayrıksı bir yerde duran Odak çevresinin öncülü Üçüncü Yol grubunun, sonu faciayla biten Akyazı soygun girişimine katılıp hayatta kalan tek grup üyesi İsmail Gökalp, bu kitap vasıtasıyla sadece bu meşum olayı değil bu vesileyle siyasi hatıratını özetliyor. Öncelikle bugün Odak grubu küçük sayısallığına rağmen durmaksızın operasyon gören bir grup. İşin ilginci yayınlarına bakıldığında görece etkisiz varlığına rağmen solda görmeye alışkın olmadığımız bir olgunlukta değerlendirmelerde bulunan, yerli yerinde eleştiriler getirmekten çekinmeyen ve ayağını kökleştiği yerel özgünlükleri reddetmeden (Şefik Hüsnü, Mihri Belli ve Kurtuluş Savaşı) sağlam basmaya çalışan yapısıyla şiddeti pratik haline getirmediği aşikar. Ama eskiden görüldüğü kadarıyla diğerlerinden pratikte pek bir farkı yokmuş. Bunu ben değil yazar belirtiyor. Idol aldığı devrimci ağbileri o kadar gözüpek ve cesur ki elinde silahla geziniyor, polise de doğrultmaktan kaçınmıyor. Bu kadar basite indirgendi yani. Diğer yandan kamulaştırma adı altında bildiğin soygun girişiminin nasıl bütün bir kasaba halkıyla çatışmayla sonuçlandığını okurken getirilen kısıtlı özeleştiri (öldürülen insanlara karşı mekanik bir bakış açısı) o kadar havada kalıyor ki. Sadece soygun hüviyetiyle değil elinde silah halkın canına da kastetme olasılığı olarak somutlanıyor aslında kamulaştırma denen eylem şekli. Benim fikrim hissiyatım bu. İster istemez patlayan silahın sorumluluğundan kaçınarak (bu olaya özgü konuşmuyorum) halka rağmen halkçılığın zirvesinde dolaşmanın sonucu elbette yılların heba edildiği bir boşa çekme fenomeni ile tarif edilecektir.
23 Kasım 2012 Cuma
Robot Koch - Cosmic Waves (2012) EP
Artık dubstep kalıplarına da sığmayan eklektik bir elektronik müzik karanlık bir atmosfer eşliğinde bize sunuluyor. Ritimler sık olmakla birlikte yaratıcı dokunuşlara tabi tutulmuş. Yine de bazı anlar biraz amatörce Burial işi demekten alıkoyamasanız da iyi bir işle karşı karşıya olduğumuzu inkar edemiyoruz. Yarım saat süren bu EP de özellikle parmak ucu farkıyla daha agresif tonlarda vuruşlara sahip olan Void ile Sludge gibi örnekler daha bir hoşuma getti.
7,25/10
7,25/10
22 Kasım 2012 Perşembe
RETRO: Helloween - Step Out of Hell (1993) Single
Step Out Of Hell hiç de singlelık bir parça olmamakla birlikte Cut In The Middle ile Get Me Out Of Here eğlenceli nakaratlarıyla dikkat çekiyor. Bir de 4 dakikalık parodik bir konuşma var ki ne yapılmak istndiğine dair hiç bir fikrim yok. Yine hard rock sularında geziniyorlar.
6,0/10
6,0/10
21 Kasım 2012 Çarşamba
Rhapsody - Legendary Tales (1997)
Müziği fazlasıyla ciddiye alırım. Bugüne kadar alırdım. Karşıma hoppidi hoppidi melodiler, ortaçağ avrupası dans ritimleri ve klişe soslu fantastik hikayesi ile Rhapsody bugünlerde bilinen ismiyle Rhapsody of Fire çıkana kadar. Yandan çakma senfonik kısımları ya da hoppa folklorik etkiyi azaltıp (tat ve lezzet olarak tamamiyle silinmesi elbette yanlış olur) gitar tonuna ağırlık verseler benim zevkime daha uygun düşermiş doğrusu. Bununla birlikte mevcut halleriyle bile 90'larda power metali yeniden canlandıran haysiyetli gruplar arasında yerini almayı bildiler.
7,25+/10
7,25+/10
20 Kasım 2012 Salı
Piano Magic - Life Has Not Finished With Me Yet (2012)
Ağır minimal sessizliğin sakinliğin yavaşlığın boğduğu bir tür ambiyatik pop ile karşı karşıyayız. Yani Radyo Eksen'in en sevdiği tarzlardan biri. Her ne kadar arada bir gitar devreye girse de can-ı gönülden daha baskın bir hale gelmesini dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Yoksa özellikle albümün başında eski Mısır ezgisine yaklaşan Judas, ya da olabildiğince tirajikomik bir ruh hali üzerinden yükselen albüme adını veren şarkı ya da gitar sayesinde göz dolduran High Definition'ın güzel melodilere sahip olmadığını söyleyemeyiz. Karanlık ve bittabiki bayan vokal sebebiyle Black Box Recorder'ı hatırlatan albüm, tabir-i caizse bu bayık hat boyunca ilerlemesi sebebiyle zor yutulur bir hap gibi. Ancak belirttiğim sebeplerden dolayı da büyük bir potansiyelin biraz cömertçe harcandığını görebiliyoruz. Yine de kötü değil, hiç değil. Sadece, niye? niye?
6,50/10
6,50/10
18 Kasım 2012 Pazar
Melanie Rawn - Ejderha Prens III: Güneşefendisi Ateşi
Serinin son kitabına geldik sonunda. Bir miktar temponun artmasından mütevellit okumanın kolaylaştığını söyleyebilirim. Hatta ve hatta hikayeyi de güzelleştiren yaratıcı yazarlık özellikelri konusunda ilerleme olduğunu bile ekleyebilirim.
Andy ile ailesi arasındaki bağlar iyice soğumaya başlar. Kendisi güneşefendilerinin geleneklerine aykırı uygulamalar geliştirmeye devam etmiş hatta metreslerinden çocukları bile olmuştur. Yıldızlardan beslenen büyücülük tekniklerini güneşefendilerine öğreterek savaşlarda pasif tavır alma kuralını da çiğnemeye başlamıştır. Çünkü vizyonunda kendi memleketi dahil ölüm kan ve gözyaşına boğacak bir istilayı görmüştür. Ancak güneşefendilerinin de savaşçı bir ruha bürünerek bu istilayı durdurabileceğini inanmaktadır. Diğer yandan Pol ise büyü tekniklerini, Andry'nin kalesinden ayrılan muhalif güneşefendilerinden öğrenmektedir. Kendi kalesini Pricemarch da inşa etmekte olup başına geçmek için gün saymaktadır. Onu seven Sionell ise başkasıyla evlenmesine rağmen Pol'a arkadaş gibi davranmaktadır.Yıldız büyücüsü Mireva yanında Ruval ve Marron ile birlikte kumpaslara devam etmektedir. Chiana'yı provoke ederek onun ordusunu harekete geçirme ve Meridalarla işbirliğinin yanısıra, Ruval'ın Princemarch'ın kanuni hakimi olduğu iddiası ile Pol'a meydan okuma konusunda kararlıdırlar. Bu esnada kılık değiştirme, ayna ile başkasını etki altına alma gibi değişik büyü yöntemlerine tanık olarak detaylara inebiliyoruz. Bu iki kardeş ejderleri öldürmeye başlayınca Pol ve şürekası tarafınan takip edilir. Yolda Ruala isminde yıldızbüyücüleri kökenli bir leydi gruba yardımda bulunur. Sonradan Riyan'ın sevdicağızı olacaktır. Bu ikili karşılaşmada Sorin hayatını kaybeder. Yani Andry'nin ikizkardeşi. Plan gereğince Cunaxa lordu Miyon , büyük kaleye teşrifatçıları ile gider. Hedefleri saf kızını Pol'e yamamaktır. Miyon kızına hep kötü davranır ki Pol acısın ve onu koruyucu bir ruh hali içinde sahiplensin. Tam da hedefledikleri olacaktır, fakat Pol planın farkına vararak kontrolünü hiç kaybetmez. Minerva, Miyon'un kızı Meiglan'ın baş dadısı kılığına girerek kaleye sızmayı başarır. Ruval ve Marron ise Miyon'un askerleri arasında yerini alır. Bu arada Ostvel Princemarch'daki sarayı kuşatmaya Chiana'nın ordusunun ilerlediğinin farkına varır. Sioned'in ve Andry'nin büyü gücüyle işgal etkisiz hale getirilir. Andry'nin haklı müdahalesi ailesi ve Rohan tarafından mahkum edilir ve şatosuna sürgün edilir. Tabi biraz öncesinde yemek salonunda Marron'un sinirden kılık değiştirme büyüsünü değiştirip meydan okuması ve Andry'nin kardeşini öldürmesi sebebiyle onu büyüyle yakarak küle döndürmesinin korkunç etkisinin de oldğunu söylemek lazım. Bu olay neticesinde Minerva ve Ruala kale içinde saklanmaya başarır bir süre. Minerva elegeçirilir. Ruala ise dışarıya kaçabilir. Ruala'nın meydan okumasına karşılık Pol'un da yıldızbüyücülüğü tekniğinde ilerlemesi için çalışması gerekmektedir. Ve bu gücü kendi genlerinden alabileceği yönünde özgüvenini geliştirmek adına artık ebeveynleri gerçek annesinin başkası olduğu sırını açıklamak zorunda kalacaklardır. Minerva ise onu sorguya çekmeye çalışan Andry'yi kandırıp kaçmayı başarır ve Pol ile Ruval'ın düellosuna müdahale ettiği anda Ruala tarafından öldürülür. Düello çok zorlu geçer. Hatta Ruval bir ejderin zihnini kontrol ederek Pol'a saldırtır. Ama ejder Pol'un yardımıyla kontrolü kırınca planları elinde patlar. Ta ta ta pol galip gelir. Meiglan ile koklaşmaya başlar. Miyon ve Chiana'nın canları bağışlanır. Amma sıkı bir kontrol altına alınırlar. Bir süre sonra Andry bir kaç büyücü arkadaşı ile birlikte saptadığı gizli yıldızbüyücülerinin peşine düşerek suçlu olup olmadığına bakmaksızın infazına başlar, gizli olarak. Bu esnada onların da kendisi gibi bir istila vizyonu gördüğünü ve içlerinden bazılarının Minerva'ya karşı Pol'u destekleme kararı verdiğini öğrenmesine rağmen onların varlığını dünyadan silmeye kararlıdır. Böylece diğer bir üçlemenin girizgahı yapılır.
Andy ile ailesi arasındaki bağlar iyice soğumaya başlar. Kendisi güneşefendilerinin geleneklerine aykırı uygulamalar geliştirmeye devam etmiş hatta metreslerinden çocukları bile olmuştur. Yıldızlardan beslenen büyücülük tekniklerini güneşefendilerine öğreterek savaşlarda pasif tavır alma kuralını da çiğnemeye başlamıştır. Çünkü vizyonunda kendi memleketi dahil ölüm kan ve gözyaşına boğacak bir istilayı görmüştür. Ancak güneşefendilerinin de savaşçı bir ruha bürünerek bu istilayı durdurabileceğini inanmaktadır. Diğer yandan Pol ise büyü tekniklerini, Andry'nin kalesinden ayrılan muhalif güneşefendilerinden öğrenmektedir. Kendi kalesini Pricemarch da inşa etmekte olup başına geçmek için gün saymaktadır. Onu seven Sionell ise başkasıyla evlenmesine rağmen Pol'a arkadaş gibi davranmaktadır.Yıldız büyücüsü Mireva yanında Ruval ve Marron ile birlikte kumpaslara devam etmektedir. Chiana'yı provoke ederek onun ordusunu harekete geçirme ve Meridalarla işbirliğinin yanısıra, Ruval'ın Princemarch'ın kanuni hakimi olduğu iddiası ile Pol'a meydan okuma konusunda kararlıdırlar. Bu esnada kılık değiştirme, ayna ile başkasını etki altına alma gibi değişik büyü yöntemlerine tanık olarak detaylara inebiliyoruz. Bu iki kardeş ejderleri öldürmeye başlayınca Pol ve şürekası tarafınan takip edilir. Yolda Ruala isminde yıldızbüyücüleri kökenli bir leydi gruba yardımda bulunur. Sonradan Riyan'ın sevdicağızı olacaktır. Bu ikili karşılaşmada Sorin hayatını kaybeder. Yani Andry'nin ikizkardeşi. Plan gereğince Cunaxa lordu Miyon , büyük kaleye teşrifatçıları ile gider. Hedefleri saf kızını Pol'e yamamaktır. Miyon kızına hep kötü davranır ki Pol acısın ve onu koruyucu bir ruh hali içinde sahiplensin. Tam da hedefledikleri olacaktır, fakat Pol planın farkına vararak kontrolünü hiç kaybetmez. Minerva, Miyon'un kızı Meiglan'ın baş dadısı kılığına girerek kaleye sızmayı başarır. Ruval ve Marron ise Miyon'un askerleri arasında yerini alır. Bu arada Ostvel Princemarch'daki sarayı kuşatmaya Chiana'nın ordusunun ilerlediğinin farkına varır. Sioned'in ve Andry'nin büyü gücüyle işgal etkisiz hale getirilir. Andry'nin haklı müdahalesi ailesi ve Rohan tarafından mahkum edilir ve şatosuna sürgün edilir. Tabi biraz öncesinde yemek salonunda Marron'un sinirden kılık değiştirme büyüsünü değiştirip meydan okuması ve Andry'nin kardeşini öldürmesi sebebiyle onu büyüyle yakarak küle döndürmesinin korkunç etkisinin de oldğunu söylemek lazım. Bu olay neticesinde Minerva ve Ruala kale içinde saklanmaya başarır bir süre. Minerva elegeçirilir. Ruala ise dışarıya kaçabilir. Ruala'nın meydan okumasına karşılık Pol'un da yıldızbüyücülüğü tekniğinde ilerlemesi için çalışması gerekmektedir. Ve bu gücü kendi genlerinden alabileceği yönünde özgüvenini geliştirmek adına artık ebeveynleri gerçek annesinin başkası olduğu sırını açıklamak zorunda kalacaklardır. Minerva ise onu sorguya çekmeye çalışan Andry'yi kandırıp kaçmayı başarır ve Pol ile Ruval'ın düellosuna müdahale ettiği anda Ruala tarafından öldürülür. Düello çok zorlu geçer. Hatta Ruval bir ejderin zihnini kontrol ederek Pol'a saldırtır. Ama ejder Pol'un yardımıyla kontrolü kırınca planları elinde patlar. Ta ta ta pol galip gelir. Meiglan ile koklaşmaya başlar. Miyon ve Chiana'nın canları bağışlanır. Amma sıkı bir kontrol altına alınırlar. Bir süre sonra Andry bir kaç büyücü arkadaşı ile birlikte saptadığı gizli yıldızbüyücülerinin peşine düşerek suçlu olup olmadığına bakmaksızın infazına başlar, gizli olarak. Bu esnada onların da kendisi gibi bir istila vizyonu gördüğünü ve içlerinden bazılarının Minerva'ya karşı Pol'u destekleme kararı verdiğini öğrenmesine rağmen onların varlığını dünyadan silmeye kararlıdır. Böylece diğer bir üçlemenin girizgahı yapılır.
The Sarcophagus - Towards the Eternal Chaos (2009)
Yerli black metal gruplar arasında rastladığım en iyi kayıt kalitesine sahip grubumuzun çıkış albümü jilet gibi keskin bir sound ile özellikle bateri ve düzenlemeler sayesinde elde ettiği epik atmosferi başarıyla kaynaştırıyor. Hızlandığı oranda daha da bünyeye gaz zerkeden gitar riflerinin (solo bilem var!) melodik olması barbar ve savaşçı atılganlığın derekesine leke süremiyor. Tabiki bu manik agresyon için grup Shining isimli grubun vokalini yapmasıyla ün ve şöhrete kavuşmuş Kvarforth'dan aldığı desteğe çok şey borçlu. Tecrübeye dayalı profesyonel vokal yaklaşımı inanın, çok şey farkettirmiş. Başlangıç introsundan sonra 3 şarkı gitgite etkileyici bir hale bürünüyor. Ondan sonrası ise albüme getireceğim eleştiri etrafında sönükleşmeye başlıyor. O da şu ki, grup halihazırdamevcut emsallerinden farklı bir şey üretmemiş durumda. Biraz daha besteciliğe ağırlık vermeleri gerekliliğinden başka işlerini gayet de iyi yapıyorlar. Lakin gruba henüz öznel bir karakter kazandırmaktan uzaklar. Melodikler, aynı zamanda brütal yanları var, biraz epik biraz atak. Lakin dinlemenin sonunda akılda kalıcı bir kimlik yok ortada.
7,0+/10
7,0+/10
16 Kasım 2012 Cuma
RETRO: Marduk - Glorification (1996) EP
Glorification of Black God ile açılması bu kısa albümü daha dinlenebilir çok daha doğru ifadeyle daha satın alınabilir bir hale getiriyor. Çünkü diğer şarkılar thrash coverı olaraktan grubun istediği bir projenin eseri amma dinleyen açısından çok da istenilen, talep edilen değil, belki fanları dışında. 2 adet pek bilinmeyen Piledriver şarkısı, Total Desaster isimli hiç dinlemediğim lakin Marduk yorumunun arkasını deşeledikçe bünyeye güzel bir gaz pompaladığına inandığım Destruction şarkısı ile buraya yazmaktan erineceğim uzun isimli ilk dönem ki o dönemini de severim Bathory parçası. Gel gör mevlevi ol ki, bu black yorumlarını pek tutmadım. Pek çok kişi de benim gibi eh yani diyip geçmiş durumda. Ki bu da ender bir olgu, benim başkalarıyla hemfikir olmam, diyorum. Tadını çıkarayım bari.
6,50-/10
6,50-/10
RETRO: Helloween - When the Sinner (1993) Single
When the Sinner iyi hoş bir parça da biri uzun olmak üzere iki versiyon olarak bir single'a tıkıştırılacak kadar ahım vahım şahım değil. Hatta daha düz ve rock ve öz ve has ve adam gibi adam I Don't Care You Don't Care 'in bu cihette kulağa daha bir güzel geldiğini söyleyebilirim. Zaten bu kadar, 3 şarkı.
6,50+/10
6,50+/10
14 Kasım 2012 Çarşamba
V.A. - Maximum Hit Music 01 2012 (2012)
Biliyorsunuz, günümüzün pop müziğinden hiç hazetmiyorum, hele hele kliplerine hiç katlanamıyorum. Radyoda dinlemediğim için bazen komik duruma düştüğüm oluyor bu yüzden: Örneğin bu derlemenin de giriş parçası olan ve benim ecnebilerin deyişiyle guilty pleasureum Ai Se Eu Te Pego (ki sadece bu şarkı değil, söyleyenin Michel Telo olduğunu bilmeden sevmeye başladığım Bara Bara Bere Bere'yi de düşünürsek sanırım, ahh neyse boşverin, ayarım bozuldu galiba)'yu etrafımdakilere söylediğimde aldığım tepki böğ gelme ve kusma efektleriydi. Dolayısıyla ilk hedefim: Radyoda çalan popüler şarkıları dinlemek! Belçika ya da Hollanda'da yayımlanan bu derleme tam tamına 22 parçayı biraraya getiriyor. Klipleri müzik kanallarında dönen dans şarkılarıyla birlikte bir miktar daha kaliteli Kuzey Avrupa şarkılarının bir tür dengesi yakalanmış durumda. Yani Katy Perry, Flo Rida, Rihanna, LMFAO, Adele, Sean Paul, One Direction gibi isimlerin yanısıra çok bilmediğiniz Birdy, bir kaç Belçikalı hip-hopçıya da rastlamak mümkün. Yine de ağırlık ünlüler tayfasında. Çok da fazla duymadığım için süpriz yaratabilen parçalar olmadı değil. Take You Higher (Goodwill & Hook N Sling) güzel bir elektronik dans parçası, aynı şekilde Ode to Bouncer (Studio Killers) da ilginç tarzı ve güçlü basıyla dikkat çekiyor. Soul ve blues'a yakın Home Again (Michael Kiwanuka) de farklı bir yerde duruyor. Abartılı prodüksiyon eseri şarkıların biraz da olsa dengelenmesi iyi olmuş. İşin ilginci Sean Paul hatta ve hatta One Direction'dan ki kliplerinin salisesine bile dayanamıyordum, o kadar da rahatsız olmadım. Herşey de olduğu gibi müzikte de önemli bir kural işliyor demek ki: Alışmak.
7,0-/10
7,0-/10
13 Kasım 2012 Salı
Tomoko Sunazaki - Tegoto (1992)
Koto, görünüşü kanuna benzeyen ve ipek tellerden oluşan bir Japon çalgısı. Bayan Tomoko Sunazaki ise şıkıdım şıkıdım kimonosunu giyip musikişinaslığını konuşturan bir koto üstadı. Tamamiyle sözsüz parçalardan oluşan bu albümde soundun yerel ile evrenselin sentezinden oluştuğunu ancak bir süre dinledikten sonra farkına varabiliyorsunuz. Genel olarak ilk bakışta filmlerdeki klişereden vesair tanıdık gelen dındırı dındırı dındındın melodileri gelse de inceliğinde bazı yerelliği modernize etme, özellikle ritimlerde, çalışmalarını duyumsayabilmek mümkün. Bununla birlikte,uyarmadı demeyin, alışana kadar bu ne yafu, bunların hepsi aynı be birader diyebilirsiniz. Normaldir, geçer.
7,50++/10
7,50++/10
11 Kasım 2012 Pazar
Jean Baudrillard - Kusursuz Cinayet
Bodriya(r), Bodriya(r)! Okuyucuyu alaya alan bir modern zaman şarlatanı mı, yoksa gelecek toplumunun arkeolojisine kendini adamış bir kahin mi, karar veremiyorum. Aslında söylediklerinin gerçekliği 10 sene önce anlaşıldı ve bitti, şimdi perde Zizek'in. Ama bir Foucault anlaşılıp hakkı teslim edilmesine rağmen Baudrillard'da benzer bir şey yaşanmadı. O yüzden hala yapmış olduğu şeyi ümitsiz bir gelecek oyununa hapsolmuş olarak görebiliriz diye düşünüyorum. Her söylediğini, (özellikle tercih ettiği sezgisel yöntem ve sembolik temsil sayesinde) idrak edebilmek bir o kadar güç ki sudoku faydası oluyor zihne. En yakın tümevarıma düşürebildiğim dağınık metolodiji ile birlikte nispeten Foucault'yu okumak çıtır çerez bir deneyim haline geldi.Yalan yanlış şöyle çalakalem aktaralım bakalım. Kendi sözleriyle:
Görüntü, gerçeğin kendisi haline geldiğinden, artık gerçeği imgeleyemez...Neyse ki, bize görünen nesneler hep daha önceden kaybolmuş nesnelerdir. Neyse ki, hiç bir şey bize geceleyin gökyüzündeki yıldızlardan daha fazla gerçek zamanda gözükmez. Eğer ışık hızı sonsuz olsaydı bütün yıldızlar aynı anda görünürdü ve gökyüzü dayanılmaz bir ışımayla parlardı. Neyse ki hiç bir şey gerçek zamanda olup bitmemekte..Neyse ki yaşamsal bir yanılsama düzeni içinde yokluğun, gerçekdışılığın, şeylerin dolaysızlıktan arınmış bir düzeni içinde yaşıyoruz. ..Neyse ki gerçeklik gerçekleşmedi...Dünya, ancak dış görünüşler düzeneği olan bu kesin yanılsama aracılığıyla varolur, her anlamın, her erekliliğin durmaksızın kaybolduğu yerdir... Geriye kalan tek belirsizlik, pek az olan gerçekliğine boyun eğmeden önce dünyanın nereye kadar gerçeklikten uzaklaşacağını ya da tersine çok fazla gerçeklik altında ezilmeden önce nereye kadar aşırı gerçekleşebileceğini bilmeye ilişkindir. Bir başka deyişle kusursuz gerçek olduğunda, gerçekten daha gerçek olduğunda, dünya eksiksiz simülasyonun etkisi altına girecektir.
Varoluş, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. ..ona inanmamak gerekir. İstenç ( ki bir inanç ve arzu yanılsamasıdır) boyun eğilmemesi gereken bir şeydir... Gerçek, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. Bize bir simülakr olarak sunulmuştur. Yalnızca boyun eğilmesi gereken kural vardır. Ama bu durumda bu artık öznenin değil, dünya düzeninin kuralıdır (Zaten dünyanın hiçliğinin bir parçası olduğumuza göre buna katacak hiç bir şeyimiz olmayacaktır, dünyada bir etkide bulunmayız yani) Artık istememe konusunda özgür değilizdir. Ama çoğu zaman ancak vadesi her zaman daha önceden belirlenmiş şeyi istemekten başka bir şey gelmez elimizden. İnsan hiçbir şeyi arzulamama korkusuyla hiçi arzulamayı yeğleyecektir (nesnesiz bir istenç)
Gerçeğin içinde ancak gerçek olabilen şey yanılsamanın etkisine girer. Gerçek içinde gerçeği aşan şey, bir üst yanılsamaya bağlanır.
Artık seyirci değil, başarılı ve oyunun akışıyla giderek daha fazla bütünleşen oyuncularız. Dünyanın bir gösteri olarak gerçekdışılığını kaldırabilecekken ve dünyanın aşırı gerçekliği, bu sanal kusursuzluk karşısında savunmasız kalıyoruz. Gerçekten de her türlü yabancılaşmadan kurtulmanın ötesinde bulunmaktayız.
En yetkin biçimde belirlenmiş görüntünün temsiliyetle hiç bir ilgisi yoktur, ..görüntünün her türlü üretken yanılsaması teknik kusursuzlukla ortadan kaldırılmıştır (zaman için gerçek zaman, müzik için high fidelity, seks için pornografi, düşünce için yapay zeka, dil için sayısal diller ve beden için genetik kod ve genom) İster hologram veya sanal gerçeklik, isterse üç boyutlu görüntü söz konusu olsun, artık kendisini üreten dijital kodun kendini gerçekleştirmesinden başka bir şey değildir. Bu, görüntünün görüntü niteliğini yok eden daha açık bir deyişle gerçek dünyadan bir boyutu kaldıran aşırılaşmadan başka bir şey değildir.Bu kusursuz yetkinliğe, bu yararsız kusursuzluğa ne denli yaklaşılırsa yanılsamanın gücü o denli azalır. (Bu tekniklerde, iletişim de örneğin, zamansal gecikme yok olur) Sanal gerçeklikle ve onun tüm sonuçlarıyla tekniğin en uç noktalarına, aşırı bir görüngü olarak tekniğin içine geçmiş bulunmaktayız. Bu varsayım, teknik yabnacılaşmadan çok daha vahimdir. Tüm teknolojilerimiz, egemen olduğumuzu andığımız, oysa çalıştırıcılarınan başka bir şey olmadığımız bir düzen aracılığıyla üzerimizde egemenlik kuran bir dünyanın araçlarından başka bir şey değildir. (Bu bağlamda) iktidar, kitleleri yönlendirdiğini (kitle iletişim araçları vasıtasıyla) sandığı sırada, kitleler kendi gizli etkisizleştirme ve dengesizleştirme stratejilerini benimsettirirler.Her iki varsayım aynı anda geçerli olsa bile...kitle iletişim alanında yapılacak veya söylenecek herşey, bundan böyle alaycı bir biçimde kararsızlık sunar.
Alay,..modern dünyanın tek tinsel biçimidir. Yalnızca alay gizi elinde tutar, ama onu artık yalnızca bizim elimizde bulundurma ayrıcalığımız yoktur. Çünkü artık alay, ..nesnel bir işlevdir. Öznenin eleştirel işlevi, yerini nesnenin alaycı işlevine bırakmıştır. Dünyamızın halesi artık kutsal bir yan içermez. Artık görünüşlerin kutsal ufku değil, mutlak ticari malın eleceğini sözkonusudur. Özü, reklama dayanır. Göstergeler evrenimizin merkezinde ticari malın soytarılığıyla sahnelenmesini bütünleştiren bir alaycı ilah vardır. Öznenin artık temsiliyette söz sahibi olmaktan çıkıp dünyanın nesnel alaycılığnın çalıştırıcısı durumuna indirgendiği bu tersine çevrilmeyle tüm fizikötesi ortadan kalkmıştır.
Irk ve dil farklılıklarını göz önünde bulundurmaksızın ötekini bütün biçimleri altında ortadan kaldırarak, toptan bir olumluluğu yerleştirmek için bütün ayrıksı durumları ortadan kaldırarak, bizler, kendimizi ortadan kaldırmak üzereyiz. (Kendini ölümden korumaya çalışan insanoğlu ırkçılık mecrasına varan bir politikada ötekiyi yeniden kurmaya çalışır)
Özün özcesi şu: Platonvari bir açıklama ile idealar dünyasını temsilen görüngülerden oluşur dünyamız. Kendileri gerçek haline gelen görüngülerin ardından ideal anlamda gerçekliğin tözünü arayarak yanılsamaktan kurtulmaya çalışan simülasyon, hedeflediğinin tersine (ki insanoğlunun gerçeklikten ve ölümden kaçış mücadelesinin parçası olarak) yukarıda bahsi geçen teknik faktörler aracılığıyla aşırı gerçekliği yaratıyor. Foucault'nun da sevdiği cinselliğin reklam başta olmak üzere insanların dünyasına abartıyla sunulması örneğinde olduğu gibi , yıldızların tümü kamaşmaya başlıyor ve insanlık aslında hiç bir zaman ulaşamayacağı kusursuzluk peşinde anlamsızlık daha doğrusu aşırı-anlam düzleminde kaosa sürükleniyor. Ama bir ümit vardır: olumsuzlanmanın olumsuzlaştırılamadığı bu aşırı gerçek döneminde olumluyu olumluyla çoğaltmak mümkündür. Yani iyi'nin iyi'yi ya da kötü'nin kötü'yü üretmesi iyidir (olumlu), İyi'nin kötü'yü (ya da zıttı) ise kötüdür. Örneğin fransızca "aptal ve kötü" deyiminde olduğu gibi kötü kötüyle dengelenir. Brecht'in ,bir şey istenmeyen bir yerde duruyorsa bu karmaşadır, istenen yerde hiç bir şey yoksa bu düzendir deyişi üzerinden: düzeni oluşturan hiçlik diyalektiği kendimizi güven içinde hissedebileceğimiz yegane çözümdür. Gerçek cesaret, orada birisinin bulunması gereken yerde bulunmamasıdır. Buna karşın bir kimsenin gerçekten olması gerektiği yerde olması durumu imkansızdır.
Özün özün özcesi şu: yansımanla barış, şefkat göster, sev onu. Kötünün kötüsü var bak!
Görüntü, gerçeğin kendisi haline geldiğinden, artık gerçeği imgeleyemez...Neyse ki, bize görünen nesneler hep daha önceden kaybolmuş nesnelerdir. Neyse ki, hiç bir şey bize geceleyin gökyüzündeki yıldızlardan daha fazla gerçek zamanda gözükmez. Eğer ışık hızı sonsuz olsaydı bütün yıldızlar aynı anda görünürdü ve gökyüzü dayanılmaz bir ışımayla parlardı. Neyse ki hiç bir şey gerçek zamanda olup bitmemekte..Neyse ki yaşamsal bir yanılsama düzeni içinde yokluğun, gerçekdışılığın, şeylerin dolaysızlıktan arınmış bir düzeni içinde yaşıyoruz. ..Neyse ki gerçeklik gerçekleşmedi...Dünya, ancak dış görünüşler düzeneği olan bu kesin yanılsama aracılığıyla varolur, her anlamın, her erekliliğin durmaksızın kaybolduğu yerdir... Geriye kalan tek belirsizlik, pek az olan gerçekliğine boyun eğmeden önce dünyanın nereye kadar gerçeklikten uzaklaşacağını ya da tersine çok fazla gerçeklik altında ezilmeden önce nereye kadar aşırı gerçekleşebileceğini bilmeye ilişkindir. Bir başka deyişle kusursuz gerçek olduğunda, gerçekten daha gerçek olduğunda, dünya eksiksiz simülasyonun etkisi altına girecektir.
Varoluş, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. ..ona inanmamak gerekir. İstenç ( ki bir inanç ve arzu yanılsamasıdır) boyun eğilmemesi gereken bir şeydir... Gerçek, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. Bize bir simülakr olarak sunulmuştur. Yalnızca boyun eğilmesi gereken kural vardır. Ama bu durumda bu artık öznenin değil, dünya düzeninin kuralıdır (Zaten dünyanın hiçliğinin bir parçası olduğumuza göre buna katacak hiç bir şeyimiz olmayacaktır, dünyada bir etkide bulunmayız yani) Artık istememe konusunda özgür değilizdir. Ama çoğu zaman ancak vadesi her zaman daha önceden belirlenmiş şeyi istemekten başka bir şey gelmez elimizden. İnsan hiçbir şeyi arzulamama korkusuyla hiçi arzulamayı yeğleyecektir (nesnesiz bir istenç)
Gerçeğin içinde ancak gerçek olabilen şey yanılsamanın etkisine girer. Gerçek içinde gerçeği aşan şey, bir üst yanılsamaya bağlanır.
Artık seyirci değil, başarılı ve oyunun akışıyla giderek daha fazla bütünleşen oyuncularız. Dünyanın bir gösteri olarak gerçekdışılığını kaldırabilecekken ve dünyanın aşırı gerçekliği, bu sanal kusursuzluk karşısında savunmasız kalıyoruz. Gerçekten de her türlü yabancılaşmadan kurtulmanın ötesinde bulunmaktayız.
En yetkin biçimde belirlenmiş görüntünün temsiliyetle hiç bir ilgisi yoktur, ..görüntünün her türlü üretken yanılsaması teknik kusursuzlukla ortadan kaldırılmıştır (zaman için gerçek zaman, müzik için high fidelity, seks için pornografi, düşünce için yapay zeka, dil için sayısal diller ve beden için genetik kod ve genom) İster hologram veya sanal gerçeklik, isterse üç boyutlu görüntü söz konusu olsun, artık kendisini üreten dijital kodun kendini gerçekleştirmesinden başka bir şey değildir. Bu, görüntünün görüntü niteliğini yok eden daha açık bir deyişle gerçek dünyadan bir boyutu kaldıran aşırılaşmadan başka bir şey değildir.Bu kusursuz yetkinliğe, bu yararsız kusursuzluğa ne denli yaklaşılırsa yanılsamanın gücü o denli azalır. (Bu tekniklerde, iletişim de örneğin, zamansal gecikme yok olur) Sanal gerçeklikle ve onun tüm sonuçlarıyla tekniğin en uç noktalarına, aşırı bir görüngü olarak tekniğin içine geçmiş bulunmaktayız. Bu varsayım, teknik yabnacılaşmadan çok daha vahimdir. Tüm teknolojilerimiz, egemen olduğumuzu andığımız, oysa çalıştırıcılarınan başka bir şey olmadığımız bir düzen aracılığıyla üzerimizde egemenlik kuran bir dünyanın araçlarından başka bir şey değildir. (Bu bağlamda) iktidar, kitleleri yönlendirdiğini (kitle iletişim araçları vasıtasıyla) sandığı sırada, kitleler kendi gizli etkisizleştirme ve dengesizleştirme stratejilerini benimsettirirler.Her iki varsayım aynı anda geçerli olsa bile...kitle iletişim alanında yapılacak veya söylenecek herşey, bundan böyle alaycı bir biçimde kararsızlık sunar.
Alay,..modern dünyanın tek tinsel biçimidir. Yalnızca alay gizi elinde tutar, ama onu artık yalnızca bizim elimizde bulundurma ayrıcalığımız yoktur. Çünkü artık alay, ..nesnel bir işlevdir. Öznenin eleştirel işlevi, yerini nesnenin alaycı işlevine bırakmıştır. Dünyamızın halesi artık kutsal bir yan içermez. Artık görünüşlerin kutsal ufku değil, mutlak ticari malın eleceğini sözkonusudur. Özü, reklama dayanır. Göstergeler evrenimizin merkezinde ticari malın soytarılığıyla sahnelenmesini bütünleştiren bir alaycı ilah vardır. Öznenin artık temsiliyette söz sahibi olmaktan çıkıp dünyanın nesnel alaycılığnın çalıştırıcısı durumuna indirgendiği bu tersine çevrilmeyle tüm fizikötesi ortadan kalkmıştır.
Irk ve dil farklılıklarını göz önünde bulundurmaksızın ötekini bütün biçimleri altında ortadan kaldırarak, toptan bir olumluluğu yerleştirmek için bütün ayrıksı durumları ortadan kaldırarak, bizler, kendimizi ortadan kaldırmak üzereyiz. (Kendini ölümden korumaya çalışan insanoğlu ırkçılık mecrasına varan bir politikada ötekiyi yeniden kurmaya çalışır)
Özün özcesi şu: Platonvari bir açıklama ile idealar dünyasını temsilen görüngülerden oluşur dünyamız. Kendileri gerçek haline gelen görüngülerin ardından ideal anlamda gerçekliğin tözünü arayarak yanılsamaktan kurtulmaya çalışan simülasyon, hedeflediğinin tersine (ki insanoğlunun gerçeklikten ve ölümden kaçış mücadelesinin parçası olarak) yukarıda bahsi geçen teknik faktörler aracılığıyla aşırı gerçekliği yaratıyor. Foucault'nun da sevdiği cinselliğin reklam başta olmak üzere insanların dünyasına abartıyla sunulması örneğinde olduğu gibi , yıldızların tümü kamaşmaya başlıyor ve insanlık aslında hiç bir zaman ulaşamayacağı kusursuzluk peşinde anlamsızlık daha doğrusu aşırı-anlam düzleminde kaosa sürükleniyor. Ama bir ümit vardır: olumsuzlanmanın olumsuzlaştırılamadığı bu aşırı gerçek döneminde olumluyu olumluyla çoğaltmak mümkündür. Yani iyi'nin iyi'yi ya da kötü'nin kötü'yü üretmesi iyidir (olumlu), İyi'nin kötü'yü (ya da zıttı) ise kötüdür. Örneğin fransızca "aptal ve kötü" deyiminde olduğu gibi kötü kötüyle dengelenir. Brecht'in ,bir şey istenmeyen bir yerde duruyorsa bu karmaşadır, istenen yerde hiç bir şey yoksa bu düzendir deyişi üzerinden: düzeni oluşturan hiçlik diyalektiği kendimizi güven içinde hissedebileceğimiz yegane çözümdür. Gerçek cesaret, orada birisinin bulunması gereken yerde bulunmamasıdır. Buna karşın bir kimsenin gerçekten olması gerektiği yerde olması durumu imkansızdır.
Özün özün özcesi şu: yansımanla barış, şefkat göster, sev onu. Kötünün kötüsü var bak!
Triggerfinger - I Follow Rivers (2012) Single
Lykke Li'yi kliplerinde rastladığım kadarıyla biraz ruhsuz buluyorum, bu şarkının da aslını asıl sahibinden duyduğumu hiç mi hiç hatırlamıyorum. Bu versiyonu da daha çok coverlarıyla ünlenmiş olan Belçikalı rock grubundan dinleyince, hiiiç aldığım keyfi riske atmayayım dedim. Orjinali bir kenarda beklesin. Triggerfinger'ın bu şarkıda yansıttığının tersine sert bir soundla müzik yaptığı söylense de karşımızdaki yorum oldukça hissiyatli, yalın ve dinleyeni daha ilk duyduğu an esir alan bir özelliğe sahip. Artık sakalları ağarmış abimiz görünüyor ki karizmatik hal ve duruşun zirvesine ulaşmış. Sonucunda sesi de yıllanmış şarap kıvamına varmış. Hem bir hasret hem bir özlem hemi de umut türküsü I Follow Rivers. Diğer benzeri şarkılar gibi henüz bıktırmadı bendenizi. Tabi telefon melodisi yapınca bu durum ne kadar devam eder bilmiyorum. Ama öncelikle baştaki sessiz kısmı kesip atmalı ki telefon çaldığında vurucu kısımları duysun elalem.
8,50+/10
8,50+/10
10 Kasım 2012 Cumartesi
Ayo - Joyful (2006)
Ayo'yo (o'su alttan noktalı) Down on My Knees isimli küçük düşürücü bir aşk şarkısıyla tanımıştık. Ve bu akustik ağırlıklı soul ritimli iç parçalayan şarkıyı elbette sevdik. Dizlerime çöktüm, yalvarıyorum, lütfen lütfen beni bırakma diyen bir sese kulak vermemek olmaz bittabi. Bir kez soul'a yakın olmakla birlikte parlak bir keskinliğe sahip olması vokali, hoş bir yerde konumlandırıyor. Birbirine bazen fazlasıyla benzeyen şarkılar, her ne kadar Down On My Knees hitinin yanısıra What is Love ve Without You gibi diğer bir kaç parça öne çıkıp kendini gösterebilse de, popüler anlamda şarkıcıya ayak bağı olmuş görünüyor. Yalnız amerikan stilinden farklı Akdenizvari bir atmosferi sunması dinlemeyi daha moody bir hale büründürüyor. Kısacası dinlemekten pişman olunmayacak ha dinleyini de öyle uzaya götürmeyen, bir albüm.
7,0/10
7,0/10
9 Kasım 2012 Cuma
Colour Haze - Tempel (2006)
Colour Haze gibi bir gruba rastlamadım. All'u dinleyip oldukça beğenmiştim önceden. Şimdi Tempel'ı ardından da bu sene çıkan She Said adlı albümlerine kulak verip yıllar içindeki değişimlerini gözlemleme fırsatını yakalacağım. Aynısını Neurosis ve Om için de yapacağım. Grubun bu albümü takip eden All'un sofistikasyonunundan ( varmı böyle bir kelime lugatimizda) ve profesyonelliğinden bir nebze eksik kalmışsa da stoner/heavy psyche gibi bir türde uzmanlaşıp elitleşmenin türün ruhuna aykırı bir gelişme olacağına varsayarak çok da kafama takmıyorum. Vokaller yine keyfe keder devreye giriyor. Özellikle misal Fire gibi bir şarkıda fısıltıya varan sükuneti iç gıcıklıyor. Yani süper bir şey bu. Ritimler ve tempo ağır değil, trippy, keyifli. Müzik ise kadife gibi yumuşak bir sertliğe sahip. Sıcak bir şekilde kavrıyor dinleyeni. Melodiler biraz güçsüz kalsa da grup yine dinlemesi müthiş rahat, peynir zeytinli bir kahvaltı tabağına damlatılan kekikli zeytinyağı sosu kıvamında bir keyif takdim ediyor.
8,50-/10
8,50-/10
8 Kasım 2012 Perşembe
Katatonia - Dead End Kings (2012)
Bir önceki Katatonia entrysine baktım da amma kızmışım yafu o zaman. Yanlış da değilim hani. Kuul ve soğuk bir vokal ve tekdüze bateri tıkırtılarını Viva Emptiness zamanına gönderme yapan gitar işi rifler ve melodiler kurtarmaya yetmiyor bence. Parlayan kimi anlar var ama toplarsanız, üstüste eklerseniz yani bir seferde dinlemek isterseniz çekilmesi zor, keyif vermeyen bir kayıt haline geliyor. Eski zamanlara ait referanslar öyle gök gürleten yer titreten bir performans sunmuyor ki yine de albümün iskeleti bu besteler. Kötü bir albüm değil elbette, Katatonia'dan bahsediyoruz. Amma bazen bu müzisyen arkadaşlar bu şarkıları icra ederken kendilerini nasıl oluyorda uyumaktan alıkoyuyorlar merak ediyorum. Öztürkçesi sıkıcı, sindirmesi zor. Zaman verirseniz aslında albümün düzenlemelerine nasıl kafa yorulduğuna, çok kısa süreli de olsa devreye giren bir solonun nasıl fark yarattığına şahit olabilirsiniz. Bu yönüyle de ve sertlik namına karşılaştırılırsa önceki albümünden daha iyi bir noktada durduğunu bile söyleyebilirim. En azından bu seneki Anathema'dan bir gömlek daha üstün işler sunuyor Dead End Kings. Yine de ben artık o yoldan yürümüyorum. Diyorum ki: ritim arkadaşlar ritim, canlılık ve biraz da arabesk.
6,50/10
6,50/10
7 Kasım 2012 Çarşamba
RETRO: Helloween - Chameleon (1993)
Ya, bir şey söyleyeceğim: Eğer power metal gözlüklerini çıkarıp ki P si bile yok burada, ayarınızı heavy metal'e, hatta ve hatta hard rock'a getirirseniz , bir tık bir tık daha çevirin ayar düğmesini, hiç de fena bir albüm değil. Hatta, iyisi mi, dinlediğiniz grubun Helloween olduğunu bile unutun. Tamamdır, gayet keyifli yumuş yumuş tatlı melodilerden oluşan bir albümle karşı karşıya olduğumuzu inkar edemeyeceksiniz bu durumda. Hmm, bu melodiler o kadar akılda kalmıyor mu, fazla mı genel kitleye yani tüketicilere yönelik, besteler arasında sound uyumu yok mu, garip sentezler mi yapılmış (moderen soundlu Revolution da yedule yedule you narası mı?), geçelim yafu. Amma da seçicisiniz. Bu albümde sevdiğim şeylerden biri de Kiske'nin vokalinin sakinleşerek yumuşaması ehlileşmesi. Ses renginin güzelliğini cırtlamaya fırsat vermeden bol bol duyabilmek mümkün. Lakin sanki şarkılar aman aman progresifmiş gibi 8 -9 dakikaya varan sürelere ulaşması da pek anlaşılır değil. baladlar konusunda ise hala kararsızım. Güzeller mi, çok mu tribünlere oynuyorlar, karar veremedim.
7,25/10
7,25/10
6 Kasım 2012 Salı
Insomnium - Above the Weeping World (2006)
Mantiki çıkarımlar içinde baştacı göz nuru bir albüm olması gerekirken kim bilir belki bahsini daha önceden geçirdiğim içime çöreklenmiş huysuz ve mızmız minotaur yüzünden belki de kaderin talihsiz oyunları, bir türlü ısınamadığım albümler arasında yerini aldı Above the Weeping World. Ya ismi bile bir garip geldi işin aslı. Melodik death'in melodik tarafını bazı riflerde görmekle beraber bünyeye ağırlık yapan atmosferi beni etkilemeye başaramadı. Çok da çaba gösterdim, istedim, sevmeyi hoşlanmayı. Ne dramasını ne melankolisini idrak edebildim. Bana Death gibi enercayzır şeyler lazım demek ki.
6,25/10
6,25/10
4 Kasım 2012 Pazar
RETRO: Marduk - Heaven Shall Burn... When We Are Gathered (1996)
Hatırladığımdan daha iyi çıkığını söylemeliyim. Halihazırda klasik konumuna yükselmiş Glorification of the Black God'ın yanısıra amansız ofansıyla Darkness It Shall Be ve yine Kont Drakula takıntılı Dracul Va vıdı vıdı hayli öne çıkan parçalar. Besteler arasında çeşitlilik de sağlanmış. Kayıt kalitesinin bir nebze daha iyi olmasının black metal'de hiç de fena durmadığını tersine güzellik kattığını görebiliyoruz bu vesileyle. Hep çamır kayıt hep cızırtı fosurtu, nereye kadar?
8,0/10
8,0/10
3 Kasım 2012 Cumartesi
Bakırköy Oda Orkestrası Konseri 28-10-2012
Yavaş yavaş içine girdiğim klasik müziğini bir de sahneden dinlemek nasıl olur merakıyla ilk kez bir klasik müzik konserine gitmiş bulunmaktayım. Ucuz biletlerin yanısıra böyle bir orkestrayı desteklemesiyle , hem de ilçe gibi küçük ölçeğine rağmen, Bakırköy belediyesi büyük bir övgüyü hakediyor. Kendi oturduğum yerdeki belediye aktiviteleri genelde dini sohbetler ve konferanslar en iyi ihtimalle TSM terennümleri üzerinde şekillenirken, özellikle. O yüzden performans hakkında da bir eleştiri getiremeyeceğim. Zaten etim ne butum ne, klasik müzikten anlayan biri de değilim ki. Neyse, konsere Bach'ın ünlü Air adlı parçasının da bulunduğu süitle başladılar. Barok tarzı, kötü olamaz zaten. Eserin tümüne ordan burdan kulak aşinası olduğumu anlıyorum. Yine Bach'a ait keman konçertosunda ise baş kemancı abimizin (bu kavramın ismi neyse artık, assolist olarak öne çıkıyor yani) keman yayının teli kopuyor. Yine de performansa devam ederken aklımda sorular beliriyor. Bu yayda alternatif yedek tel mi var? Kulisde başka bir yay yok mudur? Tel kopmasına rağmen çalmaya devam edince performansı kötü etkilemez mi ki özellikle bir yerde gayriihtiyari keman sesinin kulak tırmaladığını açıkca farkedebildim? Yalnız konçertonun andantesi oldukça etkileyiciydi. Ardından sanırım, sıralamayı hatırlayamıyorum, Elgar'ın bir çalışması icra edildi. İlk kez dinlememe bağlı olarak sıkıldığımı inkar edemeyeceğim. Ardından Mozart'ın ünlü Küçük Bir Gece Müziği ile yine bilindik mecralara yöneldik. Kapanışı ise bir kaç Rachmaninoff şarkısı ile yaptık. Kasıtlı olarak daha önce dinlememekle birlikte tam kafamdaki Rachmaninoff imgesini tamamladı bu şarkılar. Ayriyeten takip etmek lazım besteciyi. Afişte bir de yabancı bir solistin yer alacağını okuyunca konserin sonuna kadar bir vokalin katılmasını bekleyip durdum. Sonunda kafama dank etti, bu baş kemancı abimiz sanırım o misafir sanatçıydı. Neyse hoş güzel bir akşam için konserde emeği geçen herbirkeslere teşekkür ediyoruz.
1 Kasım 2012 Perşembe
Gang of Four - Entertainment! (1979)
Grubun ismi kuul, belki de Çin'de daha bir seviliyorlardır kim bilir, dans-rock'ın post-punk üzerinden kuran atalardan biri olması açısından kuul, albüm kapağı kuul, punk tavır kuul, antikapitalist sert sözler kuul. Kısacası karşımızda duran albüm her tarafından britişlik sızan ve çok da sevilip sayılan kült bir albüm. Yani sevmedim (nispeten), içine giremedim, ısınamadım bir türlü. Çabaladım, gerçekten. Ben de çoğunluğun, en azından dinleyenler arasında, parçası olmalıyım. I-ııh. Damaged Goods bir adım daha önde. Genel sound olarak diğer parçalar da fena değil. Ancak o konjönktüre o döneme ait bir albüm bence. Dinledikçe özellikle A yüzü'ne bir nebze alışıyorsunuz.
7,0/10
7,0/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)