27 Kasım 2025 Perşembe

Vüs'at O. Bener - Dost / Yaşamasız

 İsmi çok da öne çıkmayan , bununla birlikte 50'li yıllardan beri Türk öykücülüğünde kendine yer edinmiş bir isim Vüs'at O. Bener. İsmi de ayrı enteresan.  İlk 2 öykü kitabını bir araya getiren derleme içinde bir öyküye televizyon ekranı da düşünce, zamanla kitabına öykü ekleyip eklemediğini merak ettiğim bir durum da olmadı değil. Hikayeleri okurken aklıma birden fazla olgusallık düştü.

dünyaya düşmek: okuyucu olarak dünya işlerine sarılmış insanların hayatına birdenbire düşüveriyoruz ve geldiğimiz gibi gidiyoruz.

bir şey olmasa da bir şeyler oldu: olay örgüsü öyle bir hale geliyor ki, bakışlar, sözler bir şeyler ima ediyor, ama anlayamıyoruz. mühim bir şeyleri mi kaçırıyoruz.

ilmik ilmik içiçelik: diyalog, içses, düşünme, yargı cümleleri boşluk bırakmadan arka arkaya sıralandığı oluyor. 

gotik: anadolu gotik yazını denebilir mi? Denizde açılan ve bir salda mahsur kalan iki adamın garipçeliği ne anlatmak istenmektedir.


Yazarın iki tarzı ve bunların birleşimi olan bir tekniği var. İlki yalın, tedirginliği belirgin, kırsal bir izlek takip ediyor. Diğeri ise bilinç akışıyla, sembolizmle örülü ağır denemeler içermekte. Sentezi ise en iyi çocuk düşürme temalı öyküde beliriyor, karakterlerin sözleri, düşünceleri birbirine giriyor. Buna ek olarak onunun ağırlığı ve çıplak acısı zihni karıştırıyor. Her halükarda öyküler yavaş ve hatta sesli okumalar talep ediyor okuyucusundan. Dolayısıyla kendine özgü bir sesi daha ilk eserlerinde keşfetmiş ve tarzında denemeler yaparak  bunu geliştirmiş bir yazar kendileri. Daha fazla ilgi alaka hak ediyor.


25 Kasım 2025 Salı

Isis - Celestial (2000)

 Atmosferik sludge mahiyetli post-metal işleri özlemişim, gözden kaçırdıklarımı dinlemeye aldım ki zaten
bir Isis var bir de Neurosis bir de Cult of Luna ilk  akla gelen. Isis'in bu merhaba albümü diğer kayıtları kadar ön planda değil ne yazık ki. Az biraz endüstriyel elektonik tınılar var ve gençlik başlarında duman, baslar tonajlı kamyon , sert bir kayıt bu. Besteler ise biraz git gelli. Her zaman aynı etkiyi yüksek bir seviyede tutabilmekte zorlanıyor. Collapse and Crush isimli gayet şık bir parçadaki melodi ise çıldırtacak kadar başka bir yerden aşinalık uyandırıyor. Ve üstelik albüm sonlarda daha bir şıkıdım olmamış mıdır? O zaman da bu zaman da işin içine post-rock girince yani yumuşayınca hal tavır daha hoşuma gitmiştir. Burada da geçişlerde böyle şeyler duymakla birlikte henüz o seviye vaki değil.

7,50/10

24 Kasım 2025 Pazartesi

Chavela Vargas - Chavela Vargas (1961)

 Aslen Kosta Rika'lı ablamız, rahmetli nenenimiz aslında , genç yaşında Meksika'ya göçüyor ve oranın müzikal tarihine damga vuracak eserler seslendiriyor. Belki de o ülkenin Ümmü Gülsüm'üdür, vardır her ülkenin, ulusun sesi olmuş kadınlar. Akustik gitar eşliğinde tüm duygusuyla bir vokal performansı ile karşı karşıyayız. Kah aşktan, kah hiddetten sesi titriyor bazı anlar. Bazen sessizliğe sarmalanıyor, gülüyor, ağlıyor. Teyatrallığı abartılı bir seviyeye ulaşmıyor ulaşmasına da yine de benim için bir tık arabeske kaçıyor. La Llorona bizim bile duyma ihtimaliniz olacak büyüklükte bir ağıt. Kadehleri offlatacak bir şarkı. Albümün en iyi temsili olabilir. La Nina Isabel, La churrasca gibi şarkılar da öne çıkmakta. Otantik folklör çalışmalarında olduğu gibi anlatılanın, aktarılanın da yani güftenin de ehemmiyeti, bestenin minimalizmini şartlıyor. Bu yargıyla dinlenmesi lazım. 

7,75/10

23 Kasım 2025 Pazar

Lay Llamas - Ostro (2014)

 Kıyıda köşede kalmış ama kendine niş açmış sanatçıları ve albümleri keşfetmeyi seviyorum. Bazen pek bir ünlendikleri de oluyor sonrasında. İtalya'dan ses veren bu grubun ezoterik bir alt tür ile ilişkilendirildiği için popülerlik anlamında gidecekleri çok da bir yeri yok. Bu sınıflandırmaya dahil olup olmadıklarına dair bir fikirleri var mı onu da bilemeyeceğim. POI yani İtalyan okült saykedeliği etkiketini taşıyor. İtalya progresif rock türünde kendine ait bir yer açmış durumda, bu biliniyor. Bu alt tür nedir bilemeyeceğim, çok da kayıt da yok. Albümün sesine kulak verdiğimizde saykedelik okey, tekrar eden tribal ritimler, elektronik katkılar, vecd ve hipnotizm, bir animist hava. Bir ayağı şamanist geçmişimizde diğer ayağı yıldızlarda. Kubric'in filmi geldi aklıma. Ormanlardan denizin derinliklerine natural bir atmosfer hissediliyor. Modern bir new age denemesi de diyebilirsiniz ama hiç de sıkıcı ritimlere sahip değil. Tempolu 2-3 şarkı var ki öne çıkıyor. We Are You, Archaic Revival. Progresif rock, dream pop, Fallout oyun müziği tribal ve Blade Runner bilimgurgusal ambiyansı gibi bol etkiler taşıyan bir kayıt elbet biraz dağınık olacaktır. Albümün bir odağı yok. Akla eseni kaydetmişler belli ki. Ama ortak noktalar yok değil, sıraladık zaten. Derin nefes alıp hayatı yavaşlattığınızda keyifli bir yolculuğa çıkaracak ama zihnimizde iz bırakmaktan yoksun hoş bir albümdür. 

7,0-/10

19 Kasım 2025 Çarşamba

EABS Meets Jaubi - In Search of a Better Tomorrow (2023)

 Modern cazın iki ismi işbirliği yapıyor ve ses de getiriyor bu çabaları. Pakistan'dan yöresel çalgılar ve melodiler, Polonyalı EABS'ın ritimlerine entegre oluyor. Tabi, bu çalgıların sesleri ne kadar keyifli gelirse dinleyiciye. Ben biraz şüpheli taraftayım. Hint kültürünü de bazı bazı enstrümanların kulak tırmalamasını da pek sevmem. EABS da biraz deneyselci seslere kayabiliyor bu albümde. Dolayısıyla etnik füzyon bir cazın macerasını sevenler mutlu olacaktır. Ama itiraf etmek gerekirse iyi bir ekip olmuşlar, birbirlerine iyi pas atıyorlar. Bayağı bir anda da melodileri güçlü ve belirgin. Atmosfer de bu doğu dokunuşuna rağmen şehir yalnızlığını yansıttığı da oluyor. Velhasıl ilginç bir çalışma, hitap edene. Yeniden dinleme isteği uyandırmadığı için değerlendirmem biraz düşüktür.

6,75+/10


17 Kasım 2025 Pazartesi

Eluveitie - Helvetios (2012)

 Bu beşinci elövötö albümüm. İlk iki albümün seviyesinde değil, o günleri tekrar canlandırmak zor elbet. Lakin bayağı bir yakın. Melodik death ve Kelt ekolünden folklör nasıl birleşir sorusunun en net cevabıdır. Bu birleşimin temeline harç dökmüşlerdir. Bu sentez kulağınıza iyi geliyorsa bunu dinlediğinizde de pişman olmayacaksınız yani. Yerel enstrümanların zenginliğinden bahsetmeye bile gerek yok. Zaten Eluveitie yada kelt metal aşinalığınız varsa radikal ve yaratıcı bir farklılık da beklememek lazım tabi. 

7,75-/10

16 Kasım 2025 Pazar

Ulver - Nattens madrigal: Aatte hymne til ulven i manden (1997)

 Nedense atmosferik black ile ilişkim hep bir gelgitli. Üzerinden zaman geçse de burda bir gelişme olmadığını anlıyorum benin cephemde. Kurtlar temasını işleyen Ulver'in bu üçüncü kaydının belki de yarısını oluşturan sayıdaki şarkılara uzun süredir de hakimim. Oturup albümü baştan sona dinleyecek dürtüyü hissetmedim sadece. Çünkü  prodüksiyon da öyle bir kirli duvar var ki o etkileyici riflere, akustik geçişlere, atmosferik seslere  rağmen beğeniniz bir noktada o duvara gelip dayanıyor. Aşanlar için zaten grubun en iyi işlerinden biri nitelemesine katılacaklar kervanına katılmaktan başka çıkar bir yol yok. Cızırtısı, lo-fi kayıt kalitesi, rifleriyle biraz Darkthrone'u da hatırlatıyor bu kayıt. Ama Ulver'in bu ilk dönemini çok sevmekle beraber Ulver dinleyesim geldi dedirtecek bir seviyede değil. Zaten şu aralar synth pop'a kadar evrildikleri müzikal kariyerlerinde metal içinde kaldıkları ilk dönemde bile her kayıtta bir değişiklik yansıttıkları aşikar. Dolayısıyla hangi Ulver'i dinleyesim gelebilir ki?

7,75/10

14 Kasım 2025 Cuma

Gülden Karaböcek - Dostum (1976)

 Altın Gün'ün ilhamını en çok nereden aldığı anlaşılmış olunduuu. Uzay synthleri ile ki son baskıda bir miktar daha öne çıkarılmış sanki, muhteşem parça seçimi benim nazarımda bir tezat teşkil ediyor. İçerik halk müziğinden örnekler ile zenginleştirilmiş. Fırat Tanış'ın da pek sevdiği Alevi türküleri, Dostum Dostum, Gafil Gezme Şaşkın, Oy Dünya Dünya ya da Azeri türküleri Arzu Kızım, Özüne Özüm Kurban ve Karadeniz türküsü Çaya Gider O Yani coğrafi çeşitliliği sergilerken eski Türk filmlerinin neşesini hatırlatan hareketli ve eski Türk filmlerinin dramasını hatırlatan hüzünlü örnekler de çeşitlilik eksenini farklı bir açıyla kesmekte. Ses rengiyle çok sevilse de yorumlama ve düzenleme noktasında hissettiğim çekincelerden sonra belki de arabesk dönemine bakmanın sırasının geldiğini kabul etmenin vaktidir.

7,50/10

13 Kasım 2025 Perşembe

Metallica - 72 Seasons (2023)

 Sevabıyla günahıyla Metallica bizimdir, bizim kalacaktır. Hala da kendilerinde iş vardır. Bu da nişanesidir. Ben sevdim vallaha, ne derseniz deyin. Agresifliği biraz sahte duruyor, şarkıları gereğinden uzun ve öhöm Inamorata öhem bariz bir kaç kötü şarkı var. Yaratıcı değiller zaten, öyle bir iddiaları mı varkine? Ama metal içinde bile bugün solo atan ne kadar grup kaldı. Bence eğlenceli bir kayda imza atmışlar, kardaş. Çok da şey etmemek lazım kısacası.

7,50/10

12 Kasım 2025 Çarşamba

Fazıl Hüsnü Dağlarca - Bütün Şiirleri 2 (Bölüm 1)

 Dağlarca'nın toplu şiirlerininin bu ikinci cildi ilk 1968 yılında basılan 19 Mayıs Destanı ile başlıyor ve 70 ile 80'li yılları kapsıyor. Politik olarak çalkantılı yıllarda ulusal yanı ağır destanların hacmen belirleyiciliği bir duruşu temsil ediyor olsa gerek. Türk ulularının izinde İstanbul'da Atatürk'ün toplantığı yaptığı evden yolculuğa çıkışının dizelere döküldüğü bu destandan sonraki yapıt 1970 tarihli Hiroşima'dır. Bu eserde çoğu kez atom bombasıyla yok edilen Japon sivildir dile gelen ama bombayı bırakan pilottur da. Bu kısa eseri Vietnam Körü isimli tiyatral bir yapıtı takip eder. Sonu bir katliam ile biten eserde köylüler ile vicdanlı bir amerikan teğmenin geliştirdiği diyalog umut emaresi olarak geliştirilmiş. Yine de askerlerin kendi aralarında dillendirdiği insanlık dışı acımasız diyaloglar yapıtın gerçekliğini zedelemektedir. Zira tarihte en gaddar işlere imza atanlar kahkalarla gülerek ben kötü adamım şarkısını söylemezler. Eserin ilginç bir yönü de post-modern metinler arasılığıdır, Vietnam'lı dede arkadaşı Dağlarca'nın Vietnam Savaşımız eserini okur köylülere. Takip eden Malazgirt Ululaması ise isim üzere Anadolu'nun kapılarının Türk'e açılmasının destanıdır. 

Yellere karşı sen yellerce es estir /Yankılanan Türkçe ol ta için bir sestir 

BAĞIŞLAMA III 

Atlar insanları sever 
At gibi sevdim seni. 

 Atlar uzakları sever 
 Upuzundum. 

 Atlar çoğulu sever 
 Çoğalmıştır uluslar uluslarla hep.
 
Atlar 
Bağışlar duyuyor musun geçtigi atları. 

1972 tarihli yapıtının adı Haliç'tir. Çocukluğum da Altın Boynuz kıyısında bugün mevcut olmayan ve daha da acıklısı sermayeye ve ranta peşkeş edilerek tarihe hakaret nişanesi olarak olduğu yere bırakılan Aktalana uğramış (elleri kurusun, ocakları sönsün) bir semtte geçmiştir.


Aynı sene Kınalı Kuzu Ağıdı'nı yayınlar şair. Kırsal hayatın zorlukları şairin sık uğraklarından biridir. Bağımsızlık Savaşı üst başlığı altında üç eser gelir devamında, Sakarya Kıyıları, 30 Ağustos ve İzmir Yollarında. Daha önce başvurduğu dipnot kullanımı, alıntılar ve sayfa sonu dizeleri gibi yöntemlere başvurmuş bu eserlerinde de.




11 Kasım 2025 Salı

Propagandhi - How to Clean Everything (1993)

 90'lar punksamıştım. Offspring, Green Day yerine daha anarşik takılmaca adına Propagandhi'nin çıkış albümüne kulak veriyorum. Sound farklı değil, bir kaç şarkıda ska ve reggae'ye göz kırpıyorlar.  Eski Etiyopya kralına çakarken tür değişikliği de olmazsa olmaz tabi. Bir miktar sesleri de sert tabi. Vokalin değişik bir icrası var, bir tık daha yırtıcı ve söyleme tarzı tutuk, telaffuz tıngırtılı. Sözler pek olgun değil, ona fuck buna fuck. Sound yine bizi direkt 90'lara taşıyor, tonlar felan. Ayrıca zamanla eskidiğini de söyleyemeyiz, hala %77,85 oranında sağlamcana ayakta. Bestelerin gücü konusunu tartışabiliriz. Akılda kalıcılıkları veya ayırt edicilikleri eksik çünkü. Yine de üj bej parça var ki akide şeker. Gang dedükleri koro bağırışları da pek uğramamış. 

6,75/10

10 Kasım 2025 Pazartesi

Yann Tiersen - La valse des monstres (1995)

 Amelie film müziklerini de yapan Yann Tiersen'i severiz. Fransız ezgilerinden ve enstrümanlarından faydalanarak hoş hatıralar yaratmaya mahir bir abimiz. Bu ilk albümü de farklı değil. Sözsüz çalışmalarda kendini tekrar eden aynı ya da bu tekrarları farklı parçalarda ufak revizyonlara tabi tutan minimalist yaklaşımıyla modern klasik müziğe de dokundurmalar sergiliyor. Bana sorarsanız nouvel age a la française. Bu albümün baskın bir sesi de zillerin ve çınlamaların fazlalığı. Yer yer enstrümanların orta çağ sesi verdiğini de duyabiliyoruz. Hafif karnaval kokusu da sinen albümün ismine (canavarların valsi) ve kısa, taslakmış gibi duran parçalarına baktığımızda sanki gotik bir çizgi filmin namevcut soundtrack kaydı intibası verdiğini reddedemiyoruz. Tabi albüm geneli itibariyle lineer bir gelişim göstermiyor, dinleyeni lerletmiyor, girdiğimiz karnala kapısından geri çıkıyoruz.

7,50-/10

8 Kasım 2025 Cumartesi

Verdi - Requiem (1951, Toscanini)

 Requiem Hristiyanlığa özgü, ölünün ardından yapılan bir ayin, ağıt bir bakıma ve bir çok klasik besteci de bu türde esere imza atmış. Özünde dini bir format taşıyan bu esere Verdi daha farklı bir yorum getiriyor. Belki biraz daha laik demek yanlış olmaz. Draması ağır, orkestral yönü güçlü ve opera formundan beslenen bir yorum. Bu da dinlemesi keyifli bir deneyim sunuyor. Kayıt ise çok eski. Şef Arturo Toscanini. Önemli bir isim zamanında. Günümüzün stüdyo odalarında gerçekleştirilen mükemmelliyetçiliğin gerisinde kalıyor kayıt ister istemez. Enstrümanlar ve vokaller arasında sanki bir doku uyuşmazlığı var, bu da canlı kaydedildiğinin emaresi. Sonuçta mono bir kayıt ve o nostaljik hissiyata değer katıyor. Dies Irae, Liber Scriptus, Rex Tremendae, Confutatis gibi bölümlerde tempo ve koro baş döndürücü şekilde yükselişe geçiyor. Etkileyici doğrusu. Kendine has bir özgünlüğe sahip olan bir eser. Belki bulabilirsem daha çağdaş bir versiyon ile yeniden dinlemeye tabi tutarım. Cezbetmedi değil.

8,0/10

7 Kasım 2025 Cuma

Ostrovski - Bu Hesapta Yoktu

 Doksanlarda Cumhuriyet gazetesi okurlarına klasikler armağan ediyordu. Gazeteler promosyon eşantiyon konusunda yarışırdı. Kuponlar biriktirilirdi. Halı yüklenip taşındığını hatırlıyorum, o kaddar yani. En masumu ve iyisi bu tür kitaplar, dergiler ve kasetler olsa gerek. Ben de biraz bu kitaplardan toplamışım. Ömrümün yarısından çoğu bitmişken okuma sırası anca geldi. Çünkü bu bir tiyatro eseri. Okumayız yani, izlemek varken. Zaten izlemeye de sonradan alıştım. Benim alanım daha çok sinemadır ki 6-7 senedir gitmemişim. Ostrovski 1800'lerde Rusya'nın önde gelen bir oyun yazarı. Ağır sansür rejiminde oralar sanat doğurmuş pek çok alanda. Burası tık nefes. Neyse oyun Glumov adlı fakir bir gencin annesi ve hizmetçisi ile birlikte bağnaz akrabalarını ve dindar muhafazakar sosyeteyi kandırarak , diğer bir deyişle kendini en muteber gözde bir genç gibi göstererek, bu uğurda rüşvetler yedirerek, güzel bir evlilik ve iş hedefiyle planlarını yürütmesini konu alıyor. Sosyete demişken siyasetten ayrı düşünülemez tabi ki. Herkese nazar boncuğu ve öpücük yani. Foyası ortaya çıkınca da ben çok da namussuz biri değilim, sizler bana muhtaçsınız gibi bir cevap yapıştırmaz mı? Herkesin de aciz bir şekilde haklı yafu, Glumov gel bizi ter etme diye seslenişiyle eser sona erer. Anlaşıldığı kadarıyla klasik bir toplumsal eleştiri örneği. Şeklen de tam bir piyes, hızlıca akıyor, karakterler soldan sağdan sahneye giriyor, ortalık yol geçen hanı. Tüm metin son sahnedeki tirada bağlanma amacıyla dört nala ilerlerken gerçekçilikten kopuyor. Bu da tam olarak teyatral sıfatına denk düşüyor.

Aç Yazı # 8 - 9 - 10 - Çıngıraklı Sokak #34 - Hece #46-47(öykü)

 Aç Yazı dergisinin 8. sayısında Behçet Necatigil ve eserleri bir hayli yer tutuyor. Çok anlamlılığa kapı aralayan  yönüyle deneyci besteciliğe ilham olduğu yazı ilgi çekici. Youtube'dan sonuçlara ulaşmak mümkün. Dergide süreklilik kazanan yazarlar ve onların şiir ve metinlerinde benzer deneyci hattın izini bu sayıda da görebiliyoruz. Tıpkı Fransız yazarların metin ve oyunlarında sergilendiği gibi.
Derginin 9. sayısının yarı- dosya ismi Emily Dickinson seçilmiş. Hazin bir hayat süren şairi okuyucu ile tanıştıran ve örnekler ile çözümlemelerle temsili başarıyla yerine getiren yazılar oldukça doyurucu. Nermin Er'in sergisine dair not ve fotoğraflar derginin bu sayısında yer bulabilmiş. Önceki sayıda olduğu gibi Emre Dündar bu kez Emily Dickinson ilhamıyla bestelediği eserin hikayesini nakletmiş. Diğer şiir ve metinlerin odağı bu kez Anglo-saxon dünyasına yönelmiş.

10. sayının odağında şair Gülten Akın yer alıyor. Ters Çingene isimli şiiri şairin karakterini içerir bir tahlile tabi tutulmuş. Şaire farklı açılardan yaklaşan üç makale daha basılmış. 5 adet de şiiri alıntılanmış. 

Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin
Sayıda Körler adında absürt bir piyes metninin yanında yeni bir kaç isme de rastlayabilmek mümkün.

Aylık şiir dergisi Çıngıraklı Sokak 34. sayısında aynı yayın çizgisini devam ettiriyor. Nilgün Marmara, Şennur Sezer ve Anadolu kültürleri ayrıca yer tutan temalar. Edip Cansever ve şiirinde varoluşçuluğun izleri üzerine inceleme yazısı öne çıkıyor. Bu Toprağın Şiir Dili teması altında Laz, Ermeni,Kürt ve Yahudi şairlerden örnekler sıralanıyor.Toplantı ve buluşma haberleri yapıldıktan sonra değil öncesinde de bir takvim gibi listelense ne iyi olur dedirtiyor. Daha önce belirttiğim gibi, kitap yorumu ve tahlil eksikliği, bu da gazete formunun getirdiği bir seçim olarak kendi tercihleri.


Hece muhafazakar edebiyatın önde gelen yayın organlarından biri. Bugün yayın çizgileri nedir bilmiyorum, umarım bu derecede değildir, buradaki makaleleri gördükçe retrospektif bir şekilde darbeci dinci-faşist resmi ideolojinin bir kolu gibi durduklarını görebiliyoruz maalesef. Bu zehri de sayfalara akıtıp durmuşlar. Öykücülük konsepti söz konusu olduğu için okuma listeme almıştım, diğer özel sayılara da bakabilirim. Lakin çok da umutlu olmamak gerektiğini şimdi anlayabiliyorum. İrdeleyelim: Daha ilk makalede hikaye ve modern bir edebi form olan öykü kavramları arasında muğlaklık yaratma gayretiyle Dede Korkut hikayeleri, mensur manzum hikayeler, halk hikayeleri, dini menkıbeler heybeden boca ediliyor. Dolayısıyla daha dosya konusundaki isimlendirmede kaypak ve kaygan bir zeminde sallanmaya başlıyor. Amaç öykücülüğün ön aşaması olarak mitler ve hikayeler vb. unsurların tarihini irdelemek değil, ikame ederek doğu kültürünü batı kültürüyle yarıştırmaya çalışmak. Beyhude çabalar.. Yerli ve milli içhikayemizi bulma konusundaki vaaz Borges, Yourcenar ve büyülü gerçekçi akım (ki yazar böyle bir türün farkında bile değil!) yazarlarına ayar verme densizliğine düşüyor, yerine ise tam da doğulu cemiyetin haleti ruhiyesine yakışır şekilde (içeriğine bir göz atın ve titreyin) Binbir Gece masallarını koyuyor. Çok yakıştı, bravo.. Giriş yazısını yazan şahsiyet öykücülere yol göstermeye devam ediyor. Bir sorun kendinize diyor, nerede yanlış yaptık ve yanlışı nasıl düzeltiriz. Makalede başta yazdıkları sonda yazdıkları da tutarlı değil. Uzatmayalım, siyaseten zehir akatan H.S.'nin adını bilen bir avuç kimse vardır herhalde. Sonrasında öykücülüğümüz periyodik açıdan dönemlere ayrıldığı ve hiç olmazsa ilk dönemin hikayecilikten öykücülüğe geçiş olarak doğru adlandırıldığı bir yazıyı okuyabiliyoruz. Yazıda bir çok öykücü bir kaç cümle ile tarif edilmeye çalışılmakta. Birden Diyanet dergisine bağlanıyor ve kıssaları, peygamberimizin hayatını okumaya başlıyoruz. Başka birisi ortaya çıkıyor, hikaye yerine uyduruk öykü sözcüğünü kullandığımız için geçirdiği sinir krizine tanık oluyoruz. Bayağı hakaret felan ediyor. Kabahat onda değil, daha hikaye ve öykü arasındaki ayrımı bilmeyen meczuplara sayfa ayırmayı kendine layık gören bir dergi demek ki Hece. En çok da kendilerini haklı gösterme gayesiyle hayatta kendileri ile birlik olmayacak farklı dünyalara ait insanlardan alıntı yapmaları. Kendi dünyaları entelektüel olarak o kadar sığ ki... Hem vasatlık hem de evrensele ulaşamayacak temalardan ötürü muhafazakar okuyucuya bile hitap edememenin, okuyucunun iştahını doyuramanın ezikliği ile sürekli ağlak bir mağduriyet oluşturma. Neyse ki daha sonra gelen makaleler biraz daha derin ve doyurucu bir okuma sunuyor, özne, kişisel alan, anlam vb. Sonrasında öykücülerin kendi öykü yazma süreçlerini kaleme aldıkları yani beylik laflarla dolu yazılar ve bir soruşturma yer alıyor. Mehmet Can Doğan gibi isimler şiir ve hikaye arasındaki ilişkiyi serimleyen incelemsiyle farkını ortaya koyuyor. Yine büyük bir emekle bir araya getirildiği belli olan sinema ve TV'ye uyarlanan öyküler dizini ilgi çekici. Ayrıca şairlerin hikaye maceralarını konu alan inceleme de bilgilendirici. Akademik olarak güncele dokunan makalelerde derginin daha başarılı olduğu görülüyor. Sonraki bölümde belli başlı ünlü öykücülerimiz diğer öykücülerin kaleminden anlatılıyor. Belli ki isim listesi mevcut: Tanpınar, Buğra, Esendal, Sabahattin Ali, Ömer Seyfettin, Haldun Taner, Sait Faik, Karakoç, Karay, Sevim Burak, Bilge Karasu. Sonraki bölüme geçiyoruz, geçmişten günümüze öyküler. Ömer Seyfettin (öyküden çok anı ama tema ilk namaz olunca mutlaka dergide yer verilmeliydi, sanırım), Esendal, S.Ali, Sait Faik, Rasim Özdenören, Sevinç Çokum, Necati Mert, Mustafa Kutlu, Hüseyin Su, Feridun Andaç, Cemal Şakar, Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarasoğlu, Hayrettin Orhanoğlu, Mustafa Şahin, Mehmet Harmancı, Almila Özdek, Abdullah Harmancı, Münire Daniş, Hasanali Yıldırım, Müge İplikçi, Mustafa Kurt, Elif Eda Tartar. Yer verilen isimler çizgi olarak çoğunlukla kendi cenahları ve itiraf etmek gerekirse bir çoğu üzerinde durulmayacak kalitede, çoğunu hızlıca geçiverdim. Sonraki bölümde öykü dergileri dizin edilmiş. Dediğim gibi fikir değil arşiv çalışması olarak dergi daha sıkı bir duruş sergiliyor bu koleksiyon sayısında. Alfabetik olarak listelenen öykücüler ve kitapları ile ayrıntılı bir kaynakça ile sayı sona eriyor. 

6 Kasım 2025 Perşembe

Immortal - Battles in the North (1995)

 Biraz köklü black metal gruplarına yer vereyim dedim, Immortal, The Meads of Asphodel, Ulver, Agalloch ve Darkthrone ilk elden heybeme giren gruplar oldu. Bu albüm grubun üçüncü albümü, henüz thrash nağmeleriyle zirveyi gördükleri döneme uzaklar, yine de haber veriyorlar geleceği. İnanılmaz agresif, baterilerin sesi yüksek ve amansız bir kazıma tarama takatuka. Dolayısıyla ilk dinlemede parçaların bir çoğunu ayırt etmekte zorlanacağınız aşikar. Bu yönüyle Marduk'un Panzer'i geliyor akla. Rifler biraz bu patırtının arkasında kalıyor ama varlar ve hoşlar. Abbath'ın karikatürize vokaline çoktan alıştığınızı düşünüyoruz. Yoksa bu gruba bulaşmamış olmanız lazım zaten. Neyse, ilk black metal ile tanıştığım, tüylerimin diken diken olduğu o günlere döndürmeyi başardı beni. 

7,25/10


5 Kasım 2025 Çarşamba

Adnan Alper Demirci - Türkiye'de Ağır Müziğin Geçmişi

 Türkiye'de ağır müzik tanımı heavy metal türevlerini ifade etmekte olup, ilgili eser, doğuş aşamasından 2020'lere (bir itirazım var bu noktada) türün serüvenini serimlemeyi çalışmaktadır. Sayfalara fotoğraf ve afiş gibi görselleri taşımak yerine karekodla kendi ürettiği internet sitesine yönlendirmektedir. Denenmiştir, bağlantılar çalışmaktadır. Lakin yazar yorum getirmekten ziyade ki o günlere birebir tanıklığı yoktur  özellikle basılı yayınların taranarak konser ve kayıtların listlenmesine ehemmiyet vermiştir. Polemikler ise yayınların sayfalarında yer aldığı kadarıyla yansıtılmıştır. Diğer detaylandırılan unsur ise grup mensuplarının isimlerinin sayılmasıdır. Metalcilerle aynı sahneyi paylaşan rock grupları ise odak noktasında değildir, isimleri denk geldikçe zikredilmiştir. Kaynak çalışması olarak bu bir tercihtir ve eksiklikler de göze çarpar. Demo ve albüm kayıtları ile ilgili eleştirilere, yorumlara, aldıkları tepkilere , az değinilmiştir. Özel radyoların canlanmasıyla yapılan radyo programları ayrı bir başlığı hak etmektedir. Ve tabi 2020'yi menzil koymuşken uluslararası arenaya taşan death metal örneklerine pek de değinilmemiştir. Anlaşılan o ki odaklanan dönem 80 ve 90'lardır. Bu bilinç ile okunmalıdır. Her Türk metalcisinin kütüphanesinde olması gereken elzem bir eser demeye gerek yok sanırım.

4 Kasım 2025 Salı

Jessie Ware - That! Feels Good! (2023)

 Diskodur bu, bir önceki albümüne göre daha hereketli ve funky. Sevmek için yeterli bir sebep. Popu geçmişin mirası üzerinde yenileyen bir çalışma olarak gösterilen ilgiyi hak ediyor. Aklıma Kylie Minogue gelmedi değil. Bu daha üstün lakin. Metalciler de dinleyiversin gayri.

8,25/10