20 Eylül 2024 Cuma

Fazıl Hüsnü Dağlarca - Bütün Şiirleri 1 (Bölüm 1)

 Hiç bitmeyecek bir maceraya başladım sanırım. 6000 sayfacık şiiriyle 3 eserden oluşan Fazıl Hüsnü Dağlarca külliyatı. İlk cildin bile ancak çeyreğine geldim sayılır. İlk dönem yapıtları Havaya Çizilen Dünya (1935), Çocuk ve Allah (1940) ve Daha (1943) okumayı bitirebildiklerim bu süre zarfında. Çok üretmesine bağlı olarak belli başlı imgeleri gereğinden fazla kullandığı söylenebilir. İlk dikkatimi çeken şey bu. Yine bu ilk dönemde subaylık görevini yaptığı doğu kırsalında doğaya, geceye, gökyüzüne bakışın şiirine hissi bir iz bıraktığı da görülüyor. 21 yaşındayken basılan ilk eseri çok daha olgun bir tavır gösteriyor, bu gençlik döneminin romantik ve gelenekselci ruhundan kopmayarak. Biçim de farklılıklar denenmekle birlikte geleneğin dışına çıkılmıyor. Türkülerin manilerin sesi de çok yoğun. Yine de pastoral olduğunu söylemek güç. Şehirli gencin kaleminden çıktığı aşikar. Esere ismini veren Havaya Çizilen Dünya şiiri ikili dizelerden oluşuyor ve eserin genelinden farklı bir yerde duruyor.

HAVAYA ÇİZİLEN DÜNYA

Yalnızlık sabahların yaşadığı yalnızlık;

Suların içindeki ışıklar kadar ılık.

Hüzün, o mısralardan dudakta kalan hüzün;
İkindi üstlerinde aydınlığı gündüzün.

Uykular, ilk gençliğin gündüz gibi uykusu, 
Vücudun balık olup içinde yüzdüğü su.

Sessizlik geceleyin yolcusuz sokaklarda; 
Sükûn dalgalarının ortasındaki ada.

Ruha uzak bir şehir içinden gelen rüzgâr, 
Ayrılıktan önceler, ayrılıktan sonralar.

Müzelerde o ölü zaman, o gölgesizlik,
Yüze değen eskilik, sonsuzluk, kimsesizlik.

O kadar siliktir ki bir bayram günü şiir, 
Uyurken akla gelen son hayaller gibidir.

Hayatın oyundaki sükûna değen sesi; 
Çocuklukta her yeni sınıfın o ilk dersi.

Müzikten sonra içi dinlemek uzun uzun:
Bir resimdeki davet, bir heykeldeki sükûn.

Öyle sevgililer ki bir kere görülmüştür, 
Hatıraları ömrün gecelerince yürür.

Duyulan sılasıyla sezilen o beldeler,
Geçer yelkenler gibi enginden birer birer.

Dudakların habersiz söylendiği şarkılar: 
Vücudun ağaçlardan önce duyduğu bahar.

Çiziyorum havaya dünyamı bir çiçekle
Ve hayran bakıyorum bu rüya gibi şekle.

Eserde tekrar eden öğeler sükun, yalnızlık, çocukluk, gece ve tabiat izleklerinde yoğunlaşıyor.

Çocuklugum, yalnız hislerden yapılmış bir şehir; Çocuklugum, Allah'a en yakın olan günlerim.  

Şair daha 26 yaşında Türk edebiyatının en güçlü eserleri arasında yer alacak Çocuk ve Allah isimli yapıta imza atmış. Yer yer bir çocuk sesi ile yazılmasından kaynaklı o ses ile okunması gereken , öyle okunduğunda nostaljik duyguları pekiştiren bir yazım tarzına rastlıyoruz. Çocukların kırılgan gündelik yaşamı masal maceralarına karışırken bu geçmiş zaman seslerinin taklidi fazla gerçekçiliğiyle tüyler ürpertici bir hale bürünebilmekte.

Korkuyorum annecigim ellerin nerde 
Okşa benim saçlarımı rüyaya bedel. 
Garip ninnilerle uyut beni 
Korkuyorum yaşamaktan ki çok güzel. 

***

Ve muhteşem sultan yavaş yavaş dogruldu, 
Dondu nur sularıyla altın oluklar: 
Haykırdı deliler gibi, yas içinde, Allah'a 
- Çocuklar benden bahtiyar, çocuklar!

***
Ağlamak isterim ki tenhada 
Bir sabah vakti, kırılmış oyuncaklarım. 
Bulutlar gitmiş gemilerle 
Ve sularla dolu uzaklarım. 
***
Çocugum sana yalvarıyorum 
Ellerin çirkinleşmeden dua et.

Sadece bu da değil, sonraları doğacak İkinci Yeni akımını hatırlatır söz öbekleri de belirmeye başlıyor. Tabi derin gölde bir kaç damladır.

Geceyle aramızda mavi bir şey sallanır 
Ki ölüm kadar uzak, ki ölüm kadar güzel. 
***
Yüzüm hangi taraftaysa orası güzel görünür, 
Şehirle ovanın birleştigi yerde. 
***
Bir an, bir an ki kainat kadar büyük, 
Bir an ki Allah bile henüz şimdi var olur.
***
Açık denizlerin susuzlukları, 
Yalnız kirpiklerde yaşayan ince rüzgar 

Lakin ilk eserden usul yönünden dramatik kopuş yapamadığı ve büyük bir niceliğe kavuşan şiirler, eserin etkisini zayıflatıyor. Kitaba ismini veren temaların kitaba yansıması ise kısmen gerçekleşiyor. Konu olarak ölümün yoğunlaştığı son sayfalarda anlıyoruz ki çocukluk sadece geçmişe yönelik bir bakıştan ibaret değil, ölüme ve dünya işlerine akıl sır erdiremeyen modern insanın da hissiyatıdır bir bakıma.

MEVZU 

Avuçlarımda iman, saçlarımda uzamak, 
Yüzüm durmuş taş gibi taşlar huzuru için. 
Ağaçlar gibi doğdu altın dallarla şafak 
Nerde ulu sahibi kuşlardaki sevincin. 

Elinde kitap durmuş, çocugum, bahçelerde 
Kitaplar belki doğru, bahçeler belki güzel. 
Sesler var nehirlerin dağdan geçtiği yerde 
Vermiş akan halini zamana tunçtan heykel. 

Arzum, geleceklerden daha büyük, daha tek, 
Elbet yollar bitecek ve ben hür kalacagım. 
Dünyanın son gününde her varlık silinecek 
Bütün mesafelerden görünür kalacagım. 




YERLE GÖK ARASINDA TALlH BERABERLİĞİ 
 
Kuşlar ki göklerden gelir bize, 
Ağaçlar ki topraktan. 
Fakat nasıl bir aşinalık var, 
Kuşlar agaçlara konduğu an.


Üçüncü eseri Daha , daha bir değişik . Üçüncü Halim ismindeki bir padişahın diliyle yazılmış masalsı bir bölüm ile açılıyor. Önceki yapıtındaki bir kaç fikrin geliştirilmiş tezahürü olduğu görünüyor. Sonrasında ise ilginç başlıklar altında bölümler serimlenmekte. Hayvanlar (kah inek kah at kah sinek dile gelir), Harman Yeri, Askerlerim, Orman, Siyah Derili Hasta, Fena Hava, Kapalı Çarşı, Kız Gecesi, Anavatan. Hafif hafif denemeye koştuğu gerçeküstülükten pek eser yok burada.


Bütün dostlar, bütün düşmanlarla beraber, 
Gecede devam ediyor mütemadiyen, 
Söyledigimiz şarkı, 
Eski şey, yani eskiden.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder