Sol belge/anı/tarih dizisinde devrimci hareketler içinde kadınların yerini sergileyen iki kitaptan ilki yaklaşık 30 kadın devrimcinin kendi ağzından yaşadıklarını anlatıyor. Birbirine benzeyen bir hayat deneyimini paylaşıyorlar. Erken yaşta haksızlığa, adaletsizliğe karşı duyarlı olma, sol literatürle tanışma ve kadro olarak çalışmaya başlama. Bir çoğu hapishanelerde benzer sıkıntılar ve sonrasında ise maddi koşulların getirdiği zorluklar. Geçmişlerine yönelik hatta feminizm açısından bile pek de özeleştiri mekanizmasının çalıştırılmadığı resmi sol tarih çizgisine yakın bir derleme.Gelişmiş ya da gelişmekte olan değil vicdanıyla, ahlakıyla, kültürüyle gerilemekte olan bir toplumuz. Hani burjuva deyişi vardı ya, "fikrine katılmıyorum ama". Bunun çok uzağında olmayı geçiyorum, katilin, teröristin, tecavüzcünün, ne kadar adi bir suçlu olursa olsun, hukukun halk adına karar verip cezalandırılması yerine işkenceyle öldürülmesini, linç edilmesini gönül ferahlığıyla çoğunluğumuzun kabul edeceğini ve bilakis isteyeceğini biliyoruz. Politik taraflardan azade bir şekilde hem de. Halbuki bu bir turnusol. İnsan canından daha önemli pek az şey var. Ne alaka demeyin. Yunus Emre'ye, Mevlana'ya bakın, onları utandırıyoruz. Bir yandan da savunduğumuz değerler deriz, mevlevi ayinlerini turist mezesine çeviririz. İkiyüzlülük artık karakteristik bir özelliğimiz olmuş. Niye bu sızlanmalar, mıymıntılıklar benim cephemden? Bu kitapta anlatılanların, işkencelerin, eziyetlerin yarısının bile doğru olma ihtimali. Tüyler ürpertici geçmişimiz. 12 Eylül ile hesaplaşma bir kaç general üzerinden değil alttan başlamalıydı da onda da dönüverdik hızlıca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder