29 Ekim 2020 Perşembe

Demons & Wizards - III (2020)

Blind Guardian'dan Hansi ve Iced Earth'den John Schaffer'in projesi Demons&Wizards'ın bende yeri her zaman ayrı olmuştur. Türün içinde en iyisi demiş bulunmuştum zamanında bir albümleri için. Şu an aynı albümü dinlesem aynı değerde sever miyim, şüpheliyim. Çünkü zaman akıyor ve beğenilerim değişiyor. Yaşlandık üle! Özellikle power metalde tanık olduğumuz zorlama vokaller artık beni cezbetmiyor örneğin. Besteler sololarla, atmosferik pasajlarıyla, introsu, outrosuyla birlikte arka arkaya sıralanan farklı vokal performansı altında boğuluyor ve besteler nefes almıyor duruma geliyor. Nihayetinde grupta başka müzisyenler olsa bile bu ismini geçirdiğim iki zatın projesi bu. Dolayısıyla vokal ve gitar ağırlığı sadece performansa değil prodüksiyona da hakim. Bateri geride misal,bastırılmış gibi, bir şeyler göstereyim derdi de çok yok zati. Prodüksiyon beğenilmekle birlikte fazla cilalı, fazla iyi, statik, düz. Duygularla birlikte yürümüyor gibi hissediyorum, bu yüzden şarkılar bestedeki duygusal değişkenliği yeterince ifade edemiyor gibi. Bu işlerden anlamam ama akustik ağırlıklı bir şarkı ya da balad ile ful gaz taralamalı bir şarkıya aynı şekilde yaklaşmamak lazım diyebilirim. Buna dikkat ederek mikslemişlerse bile sonuç yine de o kadar belirgin değil. Neyse ki parçaların enstrümantal yorumlarını içeren bonus sidisini de dinleme fırsatı buldum. Resmen kaydın aslında kötü olmadığının teyidi oldu. Bu bonus sidiyi aslından daha fazla sevdim desem Metal tanrıları beni çarpar mı bilemem. Haksızlık etmemek lazım bestelerin en az yarısı keyifli dinleme sunmakta, ta ki stop tuşuna basana kadar. (walkman diye bir şeyde dinliyormuş gibi yazalım nostalji olsun ) Çünkü geriye hafızamızda pek de bir şey kalmıyor sonrasında. Tabi nispeten diye ekleyeyim, neye nispet? Türdaş grupların işlerine ve kendi geçmişlerine. 

7,50-/10

26 Ekim 2020 Pazartesi

C. K. Williams - Akıl Pis Kokar

 biz insan olduğumuzda ölüm kesildik


Tanıtım bülteninden:

Akıl Pis Kokar!, Pulitzer ödüllü Amerikan şairi C. K. Williams’ın şiirlerinden, şairi yakından tanıyan Efe Murad’ın hazırladığı bir derleme. Ayrıca, Efe Murad’ın, uzun dizeleriyle Walt Whitman ve Nâzım Hikmet’le aynı soydan geldiğini söyleyen Williams ile yaptığı söyleşi ve şair hakkında yazdığı inceleme de yaşayan en önemli Amerikan şairlerinden birini yakından tanımanızı sağlayacak. 1969’da Vietnam Savaşı karşıtlığıyla başlayan siyasi bir karşı duruşu asla taviz vermeden sürdüren, Amerikan siyasetinin ikiyüzlülüğüne bıkmadan vuran, savaşı ve silahlanmayı kıyasıya eleştiren, insanlığın savaş açmazından hiçbir zaman kurtulamayacağını düşünen gözü pek şair C. K. Williams’ı Akıl Pis Kokar!’la selamlıyoruz.

uzun dizeler derken derleme aslında farklı biçimlerin (haiku dahi var) sergilendiği uzunca bir dönemi kapsayarak uzun dizelerin ve anlatımcı tekniğin hakim olduğu son dönem ile kendini kısıtlamamış. bu güzergah pek çok yerde belki de hiddetli bir duygu boşalımının etkisiyle itici betimlemeler ve soğuk, duygusuz gözlemlere uzanıyor sonuçta çok sevdiğimiz şeyler ortaya çıkmadı. dip not: kapak çok daha iyi olabilirmiş.


odamda oturuyorum.


dışarıda hafif bir sis.


tüm dünya

hafif bir sis.


ve oda diye bir şey

anımsayamıyorum

**

işte budur

en sonunda

bir insan olmak


hiçbir şeyi dışarıda

bırakmamak, ne

bir yıldızı ne

bir çalıkuşunu,

ne bir gözyaşını

dışarıda.


25 Ekim 2020 Pazar

Ruhi Su - Pir Sultan Abdal (1972)


Ruhi Su'nun eserlerinin doğru tarih içerir listesine ulaşamıyorum. Gerçekten dört yapıtı da 1972 tarihini mi taşıyor, eğer öyleyse aynı yılda yayınlanmalarının arkasındaki hikaye nedir, bu tarih satışa da çıktıları tarih midir, aklımda deli sorular. Karacaoğlan'a nazaran daha epik olması hoşuma giden özelliği bu albümün. Besteci Pir Sultan Abdal dolayısıyla bu da gayet doğal.

8,0-/10

24 Ekim 2020 Cumartesi

Ferit Edgü - Bir Gemide

 

ordan oraya vurdum kendimi kurşun yemiş bir yunus gibi


Öykü okumak çok sık yapmasam da bir ihtiyaç haline dönüştü benim için. Türk öykücülüğü dendi mi ismi geçen yazarlardan Ferit Edgü'nün 79 Sait Faik ödüllü bu eseri de inanılmaz güzel baskısıyla okuyucunun ilgisini çekmekte. Her ne kadar bireyselliğe dayalı yabancılaşma, iletişim sorunları, duyarsızlık ve tepkisizlik gibi kavramlarla tarif edilse de bu kitap, bu kavramların toplumsallıktan tamamen bağımsız olduğu düşünülemez. Tıpkı gerçeklik ile düşgücü arasındaki ayrımın birbirini yoketmeden bu iki gücü içermesi gibi. Dolayısıyla bazı yazım teknikleri birlikte post-modern yazımı öncüllüyor. Çocukken okuduğum O - Hakkari'de Bir Mevsim'in hatırımda kaldığı kadarıyla gerçeklikten düşselliğe salınan atmosferine benzer şekilde. Yine de dönemin başat felsefesini temel alan bir temsilin hakimiyeti belirgin.  Esere adını veren hikaye siyasal bir metaforun altında, günümüzün şartlarının etkisiyle düşünürsek, ezilse de diğer kaynaklarda bahsi geçtiği gibi en azından çıkış noktası Tanrı, insan ve dünya ekseninde varlığın sorgulanması. Belki o zamanlar değil ama şu an bu simgeselleştirme konunun çok işlenmesine bağlı olarak çok göze batıyor. Kısacası öyküde çarpıcı bir kurgu yada  geleneksel gerçekçi bir konu bekleyenler ziyade modernizmin kapsayıcı başlığı altında değerlendirilmesi gerekilen bu yapıt, herkese göre değil. Ben ise biraz daha nötr kaldım sanki.

20 Ekim 2020 Salı

Mark Powell-Jones - Empresyonizm (İzlenimcilik)


Sergisine de gitme  fırsatı bulduğum  etkileyici sanat akımlarından empresyonizm üzerine bu derli toplu çalışma çok sayıda resim de içermekte. Monet, Renoir, Degas, Sisley, Pissarro gibi sanatçılara ait 48 tablonun arkalarındaki hikayeleri ile anlatılması oldukça keyifli. Gerçekten en sevdiğim tabloların büyük bir kısmı da bu akıma dahil. Yine de bazen eleştirilere  hak vermiyor değilim, özellikle çalakalem karalama çizgilere sahip yapıtları görünce. Kabul etmek gerekir ki kitabın kağaında yer verilen örnek de çok da ahım şahım bir şey değil. Ayrıca sanat akımları üzerine kitaplar neden sadece İzlenimcilik gibi belli başlı örneklere eğilmekte?

19 Ekim 2020 Pazartesi

Egisto Macchi - I futuribili (1971)

Sosyal mecralarda fenomenleri, influanzaları taklit ederek sosyo-politik şartlanmalarla zihni tekleşmeyi görüntüyle de tamamlama uğraşındaki gelecek neslin bizin nazarımızda soundtracki bu olsa gerek. Ne de olsa 8-5 memur gibi çalışanlar biz idik. Sözde mekansal rahatlık için iş ile özel yaşamın 24 saat içiçe geçmesi ufak bir taviz. Gözlerine perde inmiş gibi güvencesizliğin, işsizliğin, kayırmacılığın, sığlığın, ilkesizliğin  normalleştiği değil bu yeni normalin farklı görüşleri boğduğu ortama tapılıyor artık. Bir de üstüne yeni mabutları Musk, Gates ve türevlerinin kafamıza çip sokmadıkları kalmıştı. İnsanoğlunun en kutsalı özgür iradeden gönüllü ya da beyni yıkanarak vazgeçişin ürkünç seslerini sanatçı 50 sene önce bestelemiş. Hayret doğrusu.

6,50/10

18 Ekim 2020 Pazar

ROME - Flowers From Exile (2009)

Bu albüm endüstriyel tınılardan ziyade sırtını atmosferik Avrupa neo folk bir tarza dayamasıyla grubun diskografisinde farklı bir yerde duruyor. Anladığım kadarıyla sürgünlerin büyük ihtimalle İspanyol iç savaşının ardından sürgüne gidenlerin hikayesini konu almakta. Dolayısıyla işitsel anlamda radyo konuşmaları, halk türküleri gibi alıntılarla ve ara geçişlerle müzikal akış kesintiye uğratılmakta. Bu da kayda belgesel bir tat veriyor. Böyle olunca da ara ara dinlemek istediğim bir çalışma olmanın gerisine düşüyor. Ben şahsen melodinin akıcı olduğu bir kaydı tercih ederim. Karanlık ve derin vokaller ile akustiğin birleşimi çok güzel ama melankolik bir melodi ile her şey harikülade oluyor Secret Sons of Europe'da tatbik edildiği gibi. Özel bir duygusal modda dinlenmesi gerekiyor albüm. Şarkı isimleri ve sözlerin dahi üzerine emek harcanmış bu çalışma grubun en sevilen yapıtı belki de. Ama ben daha önceki tarzını daha fazla sevdiğimi söylemeliyim.

7,50-/10

17 Ekim 2020 Cumartesi

The Weeknd - Starboy (2016)


Bu sene oldukça sükse yapan albümüyle ismi daha da bi öne çıkan  popun yeni prensi Abel Makkonen Tesfaye bu çalışmasında Daft Punk işbirliğine fazla güvenmiş. Kayıt çok sayıda eli yüzü düzgün parça içeriyor ve bunların çoğu önceki kayda göre olgun yani üzerine düşünülüp taşınılmış bir sounda sahip. Ama aşırılıklar düzeltilmiş, kolay dinlenir hale getirilmiş parçalar. Çılgınlıklar da geride kalmış, uslu bir albüm bu. Elbette False Alarm, Rockin' gibi istisnalar yok değil. Albümün süresi uzadıkça filler dediğimiz içi boş şarkıların da istilası görünür. Ama yapım yönetimde emeği geçen Daft Punk sayesinde çok da göze kulağa batmıyor. Eğlenceli delidolu parçalar, r+b, elektronik ve disko arasında dengeyi genel geçer pop temelinde sağlamaya çalıştıkça genele hitap eden ama herkesi memnun etmekten uzak bir profil çiziyor sonuçta. Lana Del Rey ve onun tarzı dahi sızmış durumda albüme. Michale Jackson göndermeleri de çok belirgin zira. Pop müziğini sabun köpüğü olarak değerlendiren biri olarak işin eğlenceli tarafından beslenmeyi bekleyen bendeniz için de  görüşüm tahmin edilebilir durumda zannımca. 

6,75/10

13 Ekim 2020 Salı

Philip K. Dick - Yüksek Şatodaki Adam

 

Kitaba başlayabilmek için dizinin bitmesini bekledim. Elbette dizi birebir uyarlamanın dışına çıkmıştı. Yazılan kurgu sadece hikayenin başlangıcını kapsamıyor, büyük çaplı farklılıklar da sergiliyor. Bir kere Philip K. Dick'in Ubik dışında bir eserini okumamakla birlikte, ekranda Blade Runner ve bu romandan ilhamla çevrilen uzun soluklu diziyi de bir kenarda tutarsak, yazarı favori yazarlarım arasında saymaktan çekinmeyeceğim. Kurgunun psikolojik tarafına eğilmesi ve gerçekliği sorgulayan tavrı yazarın en hoşuma giden özellikleri oldu. Romanın konusu dünyanın tıpkı dizideki gibi Alman ve Japonlar arasında paylaşıldığı bir evrende geçiyor. Frink çok daha mistife edilmiş, hikayesi natamam bir karakter, Childan da kültürel parçalanma yaşayan oldukça derin bir kişilik. Joe sıradan bir Nazi ajanı ve alternatif dünyayı anlatan çoksatan romanın yazarına , film değil yani, yaklaşabilmek için Frink'ten boşanmış Juliana'yı kullanmaya çalışıyor. Adamımız ticaret ateşesi Tagomi ise iktidar kavgasına tutuşan Nazi elitlerin bir fraksiyonundaki ajanla buluşuyor. Nazilerin bir bölümü Japonları ortadan kaldıracak bir dizi nükleer bombalama projesini planlamakta. Romanın sonlarında ancak ima yoluyla diğer boyutun varlığını öğreniyoruz. Daha da ilginci Çekirge Uzanmış Yatıyor adındaki romanın yazarı dahi büyük benzerlikleriyle anlattığı boyutun varlığından bihaber. Romanın belki de rahatsız eden tek tarafı ki felsefi açıdan temel katkıyı teşkil eden I Ching kehanet kitabına karakterlerin çok çok fazla başvurararak yollarını çizmeye çalışmaları.

11 Ekim 2020 Pazar

Freud (1. sezon) & The Expanse (3. ve 4. sezon) & Atiye (2. sezon) & Self Made: Inspired By The Life of Madam C.J.Walker


Netflix cinsellik başta olmak üzere pek çok hususta acımasızca eleştiriliyor. Eleştirenlerin çoğu belli bir kesim olunca ciddiye almak zor olsa da aslında o kadar da siyah beyaz bir ayrım sözkonusu değil. Sanatta gerektiği yerde gerektiği kadar şiddet ve cinsellik kullanılabilir değil kullanılması elzem zaten. Savaşın çirkin yüzünü göstermeyi amaçlayan bir filmde vurgu için kurbanları kan revan içinde paramparça göstermek yönetmenin inisiyatifindedir. Ha keza cinsellik de öyle. Ama Netflix yapımlarında bu sahneler olur olmaz yerde uzatılmış sürelerde karşımıza çıkıyor, yeni dünya düzeninin her şeyi normalleştirme çabası mı? Eşcinsellik konusundaki saçma eleştiriler aslında daha kapsamlı bir başlık altında değerlendirilmeli: Politik doğruculuk. Bilinen bir gerçek ki kozmopolit bir şehirde değilseniz Abd'de arkadaş grupları ırk temelli şekillenir. Buz pateni yapılan dağ turizmine bel bağlamış ufak bir kasabada siyah, asyalı, eşcinsel karma sosyal çevreyi bulmanız pek de gerçekçi değil. Spinning Out'dan bahsediyorum. Yani düşünün Atiye'yi çekiyorsunuz, Türkiye'de. Polis amiri Afgan kökenli, modacı Suriye'li ama gay. Alman suikastçi aynı zamanda Afro olsun. Kırmayalım kimseyi, ayıp olmasın. İlk sezonunu izlediğim Freud'u izlerken bunlar geldi aklıma. Teorik bazlı analojilerin ekrana yansıması zaten beklenir bir şey ama izleyiciyi sarsalım derken yabancılaştırmak ileri gitme değil midir? Kan  ve çıplak vücut görmekten daha doğrusu kanlar içinde çıplak vücut görmekten tiksindim. İkinci nokta ise oyunculukta Alman ekolü diye bir şey var mı bilmiyorum. Ama Dark ile birlikte bu tarzı sevdiğimi söylemem gerekli. 

The Expanse,  hak ettiği değeri görmeyen diziler listesinde yer almayı en çok hak etmeyen dizi. Overrated amid underrated. Bilimkurgu hastasıyım, az çok bu işlerden anlarım. Politikanın, entrikanın fikir bağlamında diziye yedirilmesi çok iyi. Ama onun dışında her şey kötü. Kötü demeyelim de bana hitap etmiyor diyeyim de kimseler üzülmesin. Oyunculara katlanmak zor. Kuşaklıların aptallıklarına dayanmak zor. O büyük oyun, uzaylılar tepişirken insanların eziliyor olacak olması, en büyük temennim dizinin sonraki sezonunda bunun gerçekleşmesi. Bu aptal insanlar, dizide aksettirildiği kadarıyla insan ırkı yaşamasın daha iyi.



Atiye, bu sezon inanılmaz eleştirilerle karşılaştı. İnsanların ne dediği pek umrumda olmadığı için, zira ilk sezonda yerli bir yapımın mistik ve gizeme dayalı bir konunun altından kalkabileceğine  ben de şüpheliydim, izledik ve beğendik. O eleştirilere kulak asmak gerekliymiş demek ki. Hep kafanın dikine git git nereye kadar. Bu sezon çöptür. Fakir fukara Beren Saat yeni boyutunda moda ikonu gibi beleşe seyahatler ederken, kalpazan galiba, biri bana kötü adamın nasıl öbür boyuttaki kendi hafızasını hatırlayabildiğini söyleyebilir mi? Dağ başında son bölümde üç kadın nasıl birbirini bulabiliyor ve bu kadar kolay sulh edebiliyor. Oyunculuk senaryoyu telafi ediyor diyip rahatlayabilir miyiz? Valla başrollerde bunu göremedim. Kamerada dönüyor dönüyor yakın çekim yapıp geri gidiyor. Arı gibim vız vız vız.

Self Made 4 bölümlük bir mini dizi. 1900'lerin başında saç bakımı malzemeleri üretip satan siyahi bir kadının yükseliş hikayesini izliyoruz. İlk siyahi milyoner olmuş gerçekten de, yanılmıyorsam Abd'de. Dönemi çok güzel yansıtıyor. Konunun ağırlığı Bollywood tarzı fantastik dans müdahaleleri ile, hayal tabi, hafifletiliyor. Madam'ın finansal yükselişi özel hayatını darma dağan ediyor. Zaten hırsı, hırslanması, kocasını ezip kendinden uzaklaştırması karakterin iticiliğini vurgulamakta. Zenginlik bunu gerektiriyor belki de. Yalnız dizinin akıcılığı sorunluydu, çok uzun bir süreye yaydım izleyip bitirmeyi. 



9 Ekim 2020 Cuma

RETRO: Mortiis - Crypt of the Wizard (1996, Comp)

 Bu derleme albüm sanırım bazı yada belki tüm teklilerini içeriyor sanatçının o ana kadar yaptığı. Mortiis'e sadece dungeon ambiyans yaptığı ilk dönemiyle aşinayım. Bu kayıt yine de bu döneme ait olmakla birlikte biçimsel farklılıklar taşıyor. Parçalar daha kısa, sempatik ve kolay dinlenir bir kompozisyon çiziyor. Yalnız aynı-msı harmoni albümün her tarafına sinmiş durumda. Bu da tekrara ne kadar katlanabileceğinizle bağlantılı.  Sound olarak da ucuzluk bir miktar törpülenmiş , davullar ve  nefesliler atmosfere sinematik etkide bulunmuş durumda. Hatta tabiri caizse orklarla birlikte sefere çıktığımızın, trollerle birlikte köprü altında içip içip eğlendiğimizin hissiyatını geçirebiliyorsa bir kayıt, iyi demektir o kendileri filan. 

7,50+/10


6 Ekim 2020 Salı

Batushka - Panihida (2019)

Black metal camiasında ortodoks liturji senteziyle kısa sürede sesini duyuran grup Esra Erol'daki dramaları aratır tartışmalar neticesinde bölündü. Hayırlısı olsun artık iki tane Batuşka'mız var derken taklit Batuşka/Batoşka/Bıtışkalara dahi rastlayarak kimin ne olduğunu iyice karıştırır hale geldik. Bayağı bir hikaye var, tekrardan okuyup değerli vaktimi ziyan edemeyeceğim. Ama bu menajerin değil vokalin Batuşka'sı ve genelde camia içinde haklı görünen, haklı olmasa da daha fazla beğenilen  işe imza atanı. Çünkü geçen sene diğeri de albüm çıkardı. İlk albüm nasıldı diye yine geriye dönmeyi düşünmüyorum. Yalnız bu kaydın ilk yarısı bahsettiğim sentezi black metalin agresif tavrıyla lehimleyen tarzıyla oldukça çarpıcı bir atmosferi taşırıyor. Cezbedici, mis. Tutku, arzu elde hissedilir somutlukta. Sonrasında ise açıkcası klasik black metal çizgisinde ayrım noktalarını ve otantikliğini kaybeder duruma düşüyor. Modern albümlerin prodüksiyon seçimini bu vesileyle sevmediğimi söylemekten de  hiç sıkılmayacağım. 

7,75/10

4 Ekim 2020 Pazar

RETRO: Lacrimosa - Inferno (1995)

 

Lacrimosa'yı yeniden dinlerken, on yıldır görmediğiniz, konuşmadığınız eski bir arkadaşınızla girdiğiniz

ilk diyalogda deneyimleyebileceğiniz garipliği hissettim. İlk başta artık aynı kişiler olmadığınızdan ve köprünün altından seller sullar aktığından tutukluk, çekimserlik ve yabancılık giriyor araya. Sonra sonra gençken ve aptalken veyahut aptal bir gençken girdiğiniz saçma sapan ortaklıkları hatırladıkça buzlar eriyor. Schakal ile duygulanıyor, Copycat ile absürt bir heyecanı hatırlıyorsunuz. Lakin çoğu zaman arkadaşlığınızın bayağı bayağı sıkıcı olduğunu da kabul etmek zorunda kalıyorsunuz. Bir ara yine buluşuruz eski arkadaşım.

8,0--/10