30 Ağustos 2018 Perşembe

Daniel Cavanagh - Monochrome (2017)

Daniel Cavanagh Anathema'nın ikinci sesi. Bu da solo albümü. Şimdi düşünün; gruptan ayrı bir albüm yapacaksam bunu farklılığımı göstermek için bir fırsat olarak değerlendirmeliyim. Death metal, elektronika hatta elimde gitar folk bile yapmanın imkanı var değil mi? Ortaklaşmanın getirdiği kısıtlamadan kurtulmuşum. Belki de deneysellik içinde kaybolurum. Ama Daniel ağbimiz Anathema'ya benzer bir şey ortaya koymuş. Yani niye? Neden? Araştıracak takatim yok. İlginç bir nokta Anneke'nin  (the Gathering'den gelsin aklınıza) verdiği vokal destek. Onun dışında piyano ve kemanın da faal olduğu melodik prog etkili son dönem Anathema çizgisine yakın bir tarz. Kötü mü? Değil, aksine gayet huzurla dola dola dinledim. Ancak öyle çarpıcı bir beste de yok. Keyifli, dinlerken zihninizin müziğe karıştığını duyumsuyorsunuz.

7,25+/10

27 Ağustos 2018 Pazartesi

Songhoy Blues - Résistance (2017)

Badji ve Dabari gibi çılgın şarkıların eşlik ettiği bu albüm Tuareg blues'un yükseldiği Mali'li bir grubun eseri. Ancak blues ve rock tınısı Nijerya sularından yükselen Afro funk ritimlerinin biraz gerisinde kalıyor. Etkileyici kapağıyla pek bir değişik olduğunu müjdeleyen kayıt maalesef İngilizce bir şarkı da içermekte ki bırakınız otantik haliyle kalsın efendim. Hareketli ve ilginç senteze alışmanız biraz çaba gerektirecektir. Derinliği sorgulanacaktır. Bir Tuareg blues değildir. Yine de gideri vardır alasıyla.

7,50-/10

26 Ağustos 2018 Pazar

Blues Pills - Blues Pills (2014)

Negatif anlamda söyleyecek bir şey bulamıyorum. Sadece icra ettikleri tür içinde sıkışıp kalmışlık var, bunu çok da dert ettiklerini zannetmiyorum. Retro bakış açısıyla eskileri günümüze özünü çok da değiştirmeden taşıma derdindeler nihayetinde. Blues kökenli sayke dokunuşlu hard rock... Yapılmışı var tonlarca, geçmişi irdelediğinizde. Farklı olarak gayet şık bir kadın vokal mikrofonun başında. Gossip'ten Beth Ditto geldi bir kaç şarkıda aklıma. Elbette eskiler gönderme yapılan efsane isimleri seçebilecektir, henüz 60-70'ler rock müziğine derinlemesine dalamadığım için bu da benim kusurum olsun. Besteler, enstrüman özellikle perküsyon düzenlemeler vessair , dört başı mamur bir kayıt yani. Albüm kapağı da öyle.  İsveçli grubun hayli ses getiren çıkış albümü oluyor bu. Hırsı, isteği, arzuyu performansta duymak da mümkün. Bu yüzden sıkı bir konser grubu olduklarına dair içimde bir his doğmakta. İki sene sonra bir kayıt daha çıkartıyorlar. Belki de bir miktar yumuşamaları, vokal ve keyboard'a ağırlık vermeleri ilk albümde aldıkları olumlu yorumlar kadar bir tepki almalarını önlüyor. Dinlersem eğer bir gün, onu da seveceğimi düşünüyorum.

7,50+/10 

25 Ağustos 2018 Cumartesi

Jacques Bidet - Foucault'yu Marx'la Okumak

Basitleştirmenin, özetlemenin getirebileceği yanlış anlaşılmaları itirazsız kabullenerek başlayayım. Marx'ın mülkiyet iktidarına karşı Foucault'dan esinle bilgi iktidarı, yazar en azından Foucault'nun böyle bir senteze karşı geleceğini baştan söylemektedir, sınıf ilişkileri yerine disiplinler ve dispozitifler, sınıf devletine karşı sivil toplum, bu kavramlar ne kadar bağdaştırılabilir? Öte-Marksizm gibi iddialı bir başlık altında öte-yapısal bir yaklaşımla neden olmasın? Yazarın tam da bu noktada pek tevazu göstermediği açık. Hayır önermeleri değil, duraksız bir şekilde diğer kitaplarını örnek gösterip ben-cil bir dili kullanması beni bu sözleri sarfetmek için zorlamakta.
Foucult'nun sermayeye paralel biçimde iktidarın ve tahakkümün başka bir kutbu olduğunu teşhis etmesi, bilgi iktidarı, iyi bir başlangıç noktası olabilir sentezi kurmak için. Marx'ta, yazara göre söylüyorum, gri alanda bırakılan bir bölgedir bu. Sonuç olarak egemen sınıf iki kutup arz etmektedir. Mülkiyetin ayrıcalıkları aracılığıyla piyasaya egemen olan sermayedarlar ve yetkinliğin ayrıcalıklarıyla örgüte egemen olan yöneticiler. Bu iki güç birlikte çalışacağı gibi çatışabilir de. Üçüncü toplumsal güç ise temel sınıf ya da halk sınıfıdır. Aslında memur kitlesi üzerinden özellikle, küçük burjuva ve sınıfsal ittifaklar ortodoks Marksizmin de hep ilgi alanı içinde olmuştur. SSCB'nin karakteri konusunda Troçkistler arasında yıllardır tartışmalar süregelmiştir. Burada teorik farklılıkları bir yana bırakırsak çzüm noktası değişik olarak ne nermektedir, şüphelerim var. Neyse, bu bilgi iktidarını yürütenler de tek kalıp değildir. Hiçbir zaman birbirlerinden tamamen ayrı olmaksızın iki tarafta da bazıları daha çok yönetici olarak görünürken bazıları daha çok yetkin olarak görünür. İlk kategori mülkiyet kutbuna yakınken diğeri temel sınıfla süreklilik ilişkisi içindedir. Piyasa değil örgütsel normlar içinde işler, Foucault yazınını hatırlamak gerekirse, hapishane, psikiyatri klinikleri, okullar, ordu, şirketler, mahkemeler, hastaneler vs.. Yazar, Foucault'daki bedenler, cinsellik, aile, tavırlar, bilgiler ve teknikleri kateden koca bir ağlar dizisine karşı mücadeleyi sınıf mücadelesinden farklı görmez.

Sinkane - Life & Livin’ It (2017)

Bir önceki albümde bu adam için gayet iyi şeyler söylemiştim. Görüyoruz ki sadece basit bir tesadüf değilmiş. Yaptığı müzik Afrika ritimli soul pop gibi bir şeyler, acayip sıkı. Belki de ilk kez maruz kalmamın sebebiyle önceki kaydı daha bir hoşuma gitmişti. Özellikle bu kaydın ilk yarısı da pek aşağıda kalmıyor. Nefesliler daha önde, sanki biraz daha piyasa basitliğine düşmüş beste yapısında. Ama icra acayip keyifli. Tavsiye ediyorum bittabi. Yaza, yaz partilerine eşlik edebilecek kalite bir iş.

7,75/10

23 Ağustos 2018 Perşembe

Spoon - Kill the Moonlight (2002)

Grup burada baştan sona tamamiyle kendine özgü bir albüm kaydetmiş gibi. Şarkılar kısa ve tekdüze, tek bir fikrin işlenmesine dayalı. Bu formülasyona rağmen ortaya çıkan iş beğenilmiş olsa gerek ki grubun en iyi albümlerinden biri sayılıyor. Beni ise pek sarmalayamadı. Tam bir indie rock yapıtı olduğuna itiraz ediyor değilim. Belki de o kadar beğenmememin sebebi de budur. İndiecilik bana pek işlemiyor. Zamana, mekana, zetigeiste, anılara fazlasıyla duyarlı olduğunu düşünüyorum indieciliğin. İçine bir noktada giremeyince sizdeki aksini somutlaştıramıyorsunuz. All Th Pretty Girls...'ü sevdim ama bariz ki kaydın en pop çalışması.

6,50++/10

22 Ağustos 2018 Çarşamba

J. S. Bach - St. Matthew Passion (1989)

Üç CD'den oluşan bir oratoryo (-dur sanırım)nun bestelenmesi de seslendirilmesi de büyük bir disiplin gerektiren bir iş. Bu yönüyle bir hayranlık uyandırıyor daha baştan. Bildiğim kadarıyla Hz. İsa'nın çarmıha gerilmeye yakın son günlerini nakleden eserlere Passion deniyor hristiyan liturjisinde. İlahi formatına yakın müzikte yankısını bulduğu gibi beyaz perdede de yorumlandığını biliyorum. Tiyatro ve diğer formlarda da yerini bulması muhtemel elbet. Biraz da süreç olduğu için resim yada heykel sanatlarını fotografik esinlediğini varsayabiliriz. Neyse, konuyu daha fazla dağıtmayayım, müzik şöyle ilerliyor: bir kaç ana vokal var, çoğu zaman anlatıcı rolüne de bürünüyor, araya korolar eklenmiş. Anahattın belirgin olması dinleyiciye bu uzun yolculukta fenerli gözcü misali yardımcı oluyor. İlk tepkim barok dönemin, bestekarın Bach olduğunu unutmayalım, baskın sesini hani orglarda, ritimlerde ve sonrasında gregoryan kilise atmosferini tam da hissediyor olmamasının getirdiği şaşkınlık idi. Alt bölümler müzikal olarak birbiriyle farklılık gösterse de genel çizgiden uzaklaşmamakta. Toptancı bakış açısıyla dinsel etkilerin de nüfuz ettiği ortaya karışık bir beste gibi tınlıyor. Kim bilir belki de şef kürsüsündeki Gardiner'in yorumu bu şekildedir. Diğer deyişle yeterince dini atmosferi duyumsayamıyorsunuz. Sesleriyle katkıda bulunan ekipler English Baroque Soloists, Monteverdi Korosu, London Oratory Junior Korosu. Devasa süresi ile benim gibi eğitimsiz bir kulağın kolayca içine girebileceği bir yapıt değil bu. Sıkılmadım tekrar tekrar dinleyebilirim. Üstelik düşünün, dini, kültürel ve sosyal bağlamdan tamamen uzakta anlamlandırmaya çalışıyoruz. İlk sahnelendiği dönemi hayal edin. Almanca sözlerle İncil'den de nakledilen ve daha önce kilisede veya aile çevresinde duyduğunuz peygamberinizin çarmıha giden yolculuğunu ezgili bir şekilde dinliyor, sinemanın olmadığı o yıllarda sahneleri zihninizde canlandırıyorsunuz. Ayrıca dinlemekte olduğunuz oratoryo yada mass gibi klasik müzik formlarının çıkışı da kilise müziğine dayanmakta. Yabancılık namına o dönemin bir Alman'ı için hiç bir sorun yok. Durumu tersine çevirelim, Osmanlı klasik musikisi bu anın batılısına ne mana ifade eder? Peki onlar ne kadar anlamaya çalışıyor Dede efendileri? Düşüncelere daldık bu vesileyle, adettendir diye not veriyorum, RYM'ye gireceğim zira. Ama bitecek, son kanıya varılacak gibi bir eser değil bu.

7,75-/10

20 Ağustos 2018 Pazartesi

Snarky Puppy - We Like It Here (2014)

Grubu youtube üzerinden tanımamın getirdiği bir yargı var. Bildiğim kadarıyla bu albüm canlı bir kayıt ve hatta şarkılar ya da belli kısımları doğaçlama bile olabilir. Fakat doğaçlama olamayacak kadar melodi barındırıyor içlerinde teknik seviyeyle yarışır biçimde. Youtube dedim ya bu da görselliğin caz gibi performansa dayalı bir müzik türüne neler kattığını idrak etmemize imkan veriyor. Yine hatta diyorum, sadece kulaklarımızı verdiğimizde müzisyenlerin coşkusunu,heyecanını, emeğini görememenin eksikliğini hissediyoruz. Bu eksikliğin de sadece bu videoları izlediğimizde farkına varıyoruz. Dolayısıyla çıkartılacak ders şu, grubun bir de videolarını izleyin ve o performansa dahil olun. Whiplash misali. Diğer bir husus cazın fusion dahil bazı alt türlerini pek beğenmiyorum. Misal burada da keyboardun tınısı eski geliyor kulağıma. Demek ki deneyselliğiyle ve modern ve cesur yorumlarıyla bu kayıt, sözkonusu alt türün varıp varabileceği en üst nokta olsa gerek kanısı uyandırdı bende. Bir de kaydın kapağında neden cami, kilise, pantheon var bilmiyorum, bir mesaj mı verilmek istenmiş acaba müzik herkesi birleştirir minvalinden?

7,75-/10

19 Ağustos 2018 Pazar

Trip #3 #4 #5 Nepal #9 Düşünbil #69 Aktüel Arkeoloji #64


 Bugünlerde takip ettiğim yegane dergi Trip değişik değişik sayılarıyla eylüle hazırlanadursun, 3,4 ve 5 nolu sayılarına bakalım. Ya da vazgeçtim, tek tek bakmaktan erindim. Güzel olan şey şu ki, yeni yazarlarla kadro genişliyor. Popüler isimlerden Nilüfer Açıkalın, Mesut Yar'ın yanısıra Renan Çelik, radyocu Metehan Mert Çakır, tiyatrocu Kemal Başar ve Süreyya İzgi gibi isimler karşımıza çıkıyor. Son vakitlerde zor günler geçiren Füsun Demirel'e şans verilmesi de takdire şayan bir hareket olmuş. Üçüncü sayının kapağı V for Vendetta ile isyan günlerini selamlamakta. Sonra da sırasıyla Aziz Nesin ve Johnny Depp süslemekte. Bilim, uzay, tarih, müzik, edebiyat, sinema , çizgi roman, dizi gibi konular ardı ardına sıralanmakta. Belki de konuların genişliği Afro Zeybekler gibi efsanevi makalelerin sıklığını engelliyor. Bu yazıyı yazan Ali Özçelik gayretiyle, çabasıyla, araştırmacılığıyla takdirleri hak ediyor. Benzer derinlikte yazıların çoğalması dileğiyle diyelim. Tadı damağımda. Hazır iyi niyetli eleştirilere başlamışken tekrar boyut ve koku diyeceğim, bu bir, serzenişli yazıları artık arkada bırakıp tiyatro, sinema, kitap, müzik alanlarında spesifik ürünler üzerine eleştiri yazılarına sıra gelmedi mi diyorum ki son sayıda Irmak Zileli'nin yazısını örnek gösterelim, bu iki, üç, artık İran müziğini okumak yorucu olmaya başlamadı mı? Biraz daha sert müzik ve yeraltı edebiyatı ve edebiyat eleştirisine eğilinse mi acaba? Dördüncü mevzu ise bilindik isimlere yer verdikçe yazım kalitesinin düşme ihtimalinin belirmesi, aman aman diyelim.

Nepal artık kendisini alıştırdı. Kadro oluşturmak açısından ki kapalı bir kutu olarak görünüyorlar iyi bir şey olsa da diğer yandan şaşırtmamaya heyecanlandırmamaya başladılar. Bu noktada teorik yazılara ve kitap eleştirisine başlamaları çok doğru bir hareket. Yalnız böyle küçük boyutlarda aradabir çıkan sayılarıyla nereye kadar gidecekler, merak konusu...

Düşünbil dergisini pek okumamaya karar vermiştim açıkçası. Diğer yandan haklarını vermek lazım kapakları çok güzel, al beni al beni diye insanı tahrik ediyor. Dosya konusu Lacan olunca da tatilde okuma gayesiyle ben de almış bulundum. İnsanlara, az tanışık olan genel kitleye felsefeyi sevdirmek için bir araç görevi üstlenebilir. Yalnız akademik bilgiye aç olan ve Zizek'in efsanevi kitabı Ahir Zamanlarda Yaşarken'i okumuş, YKY'nin Cogito'sunu bilen biri için, o kişi ben oluyorum sanırım anladınız, bu sayı biraz tırt kalıyor. Kimsenin hevesini kırmak istemem, bazı şeyler böyle böyle ilerleyecek. Sadece felsefe alanında ne kadar geride kaldığımızı hatırlattığı için üzüldüm.

Aktüel Arkeoloji ısrarla çıkmaya devam ediyor. Bu kadar süre ayakta kalabilmesine şaşırıyorum doğrusu. Kaliteli işler sözkonusu olunca... Tatilde bir kaç günde seller sular gibi sömürdüm bu sayıyı. Çok sevdiğim Anadolu eski halkları ve etnografyası olunca tabi es geçemezdim. Ama tarihçilerin es geçtiği Kaşkalar için bile sayfa ayırmaları, nasıl diyeyim, gözlerim doldu :) Ionya dosyası ise yazı diliyle dahi tartışmaları aralayan bir yazıydı.

RETRO: Tiamat - The Astral Sleep (1991)

Tiamat bu albümle sofistik gösterişli kabiliyetini ortaya saçmış, orta ve yavaş tempoda, atmosferi güçlü, bestecilikte mühendisliğe dayanan ve gotikimsi doomumsu tınılardan bestelenen bir yapıtla dinleyicisini selamlamış. İtiraf etmek gerekirse grup hiç bir zaman özellikle takip ettiğim, ilgi duyduğum gruplardan biri olmadı. Yine de verilen selamı alalım: ve aleykümselam...Aslında rifflerde trash ve keyboard sayesinde progresif rüzgarların da esmesi albüm için ne kadar çabaladıklarını, kayda ne kadar kafa yorduklarını gösteriyor. Melodik death haricinde death metal, metal içinde dinlemeyi tercih ettiğim favori türler arasında yer almıyor. Amma canım bazı zamanlar sert şeyler çekmiyor değil. (bu cümleyi nereye çekerseniz oraya gelir haha) O yüzden anladım ki brütal death olacaksa dinlediğim leş olsun, atak olsun, yuvarlak gözlüklü olmasın, hesap kitap muhasebe olmasın.
Ancient Entity, A Winter Shadow, Sumerian Cry III

6,75--/10

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Halil Cibran - Ermiş

Ben çok sonraları öğrendim ki Halil Cibran aslında hristiyanmış. Lübnan asıllı mistik yazarın yada filozof mu demeli, yazım tarzı ise batıdan ziyade ortadoğu çizgilerini taşımakta. Bu ünlü eserinde de bir ermişin uzun bir süre kaldığı kenti terk ederken ahalinin aşk, evlilik, akıl, çalışmak gibi başlıklar taşıyan sorularına karşılık verdiği öğütleri bir araya getiriyor. İnsancıl, doğa ile uyumlu, sevgiyi salık eden hikayecikler elbette her okuyucuyu için huzur ve ders dolu bir deneyim sunacaktır. Yalnız böyle ve üstelik çok da satan eserleri okuyan insanlar ne derece bunları hatırlıyor ve hayatlarına uyguluyor, merak ediyorum doğrusu. Aslında bu sorunun cevabını hepimiz gayet net biliyoruz.

Mirkelam - Kalbimde Parmak Izin Var (2004)

Mirkelam'ı ve onun mizah tarzını seviyorum. Özlem Tekin'den bildiğimiz Laubali'nin bu kayıt vesilesiyle yorumlaması bunun göstergesi. Mirkelam'ın Önerisi gibi fıkralarla dolu kafa bir şarkıyı da unutmamak lazım. İkinci sevdiğim yönü alaturkayı sıkça kullanmasına rağmen işin cılkını çıkarmaması, sound olarak hassas dengeyi gözetmesi. Albümde bu minvalde romantik, aşk acılı  şarkılar da unutulmamış. Şarkı sözlerine dikkat etmemekle birlikte genelde, ne kadar kulaklarımı istemsiz bir şekilde kapatsam da anlamlara, burada koyduğum engelleri delip geçen örnekler mevcut. Bestecilik mahiyetinde Katilimsin, Aşk Garibi piyasaya seslenen şarkılar içermekle birlikte bu tarafı biraz zayıf buldum. Sanatçının son işlerinden uzak kalmakla beraber sevgi saygı duyduğum bir isim Mirkelam. Notumun düşüklüğüne bakmayın, sonuçta Türkçe pop.

6,75+/10

16 Ağustos 2018 Perşembe

Fink - Fink's Sunday Night Blues Club: Volume 1 (2017)

Fink bu son albümünde buram buram blues tüttürüyor. Özellikle elektro gitarın türkü tutturduğu
şarkılar etkileyici olmakla birlikte kayıtta tarif etmesi zor bir tutukluk var. Biraz mistik biraz melodram atmosfer, sesi bir üst seviyeye çıkarsa da tekdüzelilik halinden muzdarip bir kayıt olmanın ötesine pek de geçemiyor. Her bestenin bir hikayesi var gibi, karakteristik özellikleri sese de yansıtmakta. Diğer yandan kapsamı geniş düşünürsek eksik bir şeylerin dürtüsü bir kaç şarkıdaki istisnalar haricinde süreklilik kazanan bir rahatsızlığa meylediyor. Albümün süresinin kısalığını da göz önünde bulundurursak, parmak arasından akan son su damlaları gibi kaçan bir fırsatın ismi oluyor, bu kayıt. Yine de tekrar edeyim bir kaç fanfantastik kayıt içermekte.

6,75/10

14 Ağustos 2018 Salı

Summoning - With Doom We Come (2018)

Ufak tefek değişikliklere rağmen asla çizgisinden sapmayan bir albüm bu. Aynı sözleri güzide grubumuz için de söyleyebiliriz. Grubun iki üyesi Protector ve Silenius'un grubun geleceği hakkında biri geleneksel diğeri daha ilerici fikirlere sahip olması, bu iki ismin politik olarak bile zıt kutuplarda bulunması ve belki de kayıtlarını bile birbirlerinin yüzünü görmeden tamamlamaları , konser dahi vermemelerini hatırlarsak belki de bu ikiliyi grup değil uzun soluklu bir proje olarak nitelendirme daha doğru olur, bugüne kadar yaptıkları işte onları bu kadar başarılı olmalarını bir mucize kılıyor. Ama bu kayıtta o gerilim bir noktaya varmış durumda. Daha melodik, belki biraz daha az bumbastik ritimli, lakin uykuda mırıldansalar bile kolayca varacakları epik atmosferi kaybetmeyen bir albüm. Beste olarak yapmadıkları bir şey değil, hatta biraz gölgesinde. Bu kapıdan ne kadar ekmek çıkar bilinmez ama başka bir başyapıt ortaya koyacaklarını sanmıyorum bu noktadan sonra. Ha, dediğim gibi yaptıkları her işi gözlerim kapalı dinlerim o ayrı, isteseler de kötü müzik yapamayacak müzisyenler bu arkadaşlar. Ama heyecanı kaybediyorum yavaş yavaş.

7,50++/10

12 Ağustos 2018 Pazar

St. Vincent - St. Vincent (2014)

Son albümüne göre çok daha tempolu ve catchy dile pelesenk bestelerle dolu bir çalışma. Hala geleneksel anlamda pop diyemeyiz. Altyapılarda rock elementleri de kullanmı. Hava, su, toprak ve rock. Bence gayet keyifle dinlenebiliyor. Yalnız  kendi içinde fazlasıyla tutarlı ses olarak kimi zaman hangi besteleri daha fazla sevdiğinize karar bile veremiyorsunuz.

7,50+/10

Bruce Dickinson - The Chemical Wedding (1998)

Son yıllarda buna benzer bir heavy metal albüm yapıldı da biz mi dinlemedik? Vallaha bu tarzda arayışlarımı azalttım, ultra cilalı prodüksiyonlar, zorlama vokaller biraz uzaklaştırdı beni. Sonuçta bu efsane albümü dinleyerek kulağımın pasını attım. Bilakis herkes Bruce Dickinson'ın gırtlağına sahip değil, çok da zorlamamak lazım. Söyleyeceğim tek şey albümün ilk yarısı daha bir şeker şükela.

8,25/10

11 Ağustos 2018 Cumartesi

August Strindberg - Inferno

Ağır arıza bir ağbimizin 1897 yılında yazdığı ve paranoyalarla, manevi arayışlarla, hezeyanlarla ve
hayallerle daha doğrusu kabuslarla dolu  hayatından bir kesitini anlattığı, yeraltı edebiyatının öncülerinden bir roman bu. Encore Yayınları'nın Duygu Çağı Kitapları serisinden okumadığım son kitap buydu sanırım. Nedense hem bu seri hakkında hem de kitapta yazar ve eseri hakkında bilgilendirici şeyler bulmak zor. Ama gözardı edilmiş kışkırtıcı eserlere eğilindiğini söylemek mümkün. Romanı okumak ise gayet büyük bir çaba gerektiriyor. Karakter ve yazara öykünmek, onunla iletişim kurmak zor. Sorunlu bir akılla frekans uyuşmazlığını ancak romanın yarısında çözebiliyor ve sonunu merak ediyorsunuz. Yine de kehanetler, sanrılar ve gerçekler arasında somut anlamda elle tutabileceğiniz bir çapa bulmak zor.

10 Ağustos 2018 Cuma

Khruangbin - Con todo el mundo (2018)

Çok alışageldiğim bir tür değil. Kesin olan bir şey var ki tam bir yaz albümü. Saykedelik rock diyebiliriz. Ancak hem tonlarda hem formlarda funk özellikleri baskın geliyor ve hatta nostaljik soul. Baştaki doğu ezgili süper ötesi Maria Tamben ve ona yakın bir derece de Lady and Man haricinde chill out'tan hallice mood bestelerin fazlalığı ya da diğer bir deyişle tempo düşüklüğü ki bu şarkıların sözsüz olduğunu da bir kenara yazarsak, yazmayıp akılda tutsak da olur ya neyse,  kaydın zayıf tarafını oluşturuyor. Bu değişkenlik güzel bir şey diğer yandan, sadece denge daha profesyonelce ayarlanabilirmiş gibime geldi. Ben olur verdim dalgalı kur piyasasındaki heyecanın ardından şarabın yanına güzel gidiyor.

7,25/10

8 Ağustos 2018 Çarşamba

A.C.E. - Cactus (2017, Single)

Hızlı elektronik dans müziği ritimleri üzerine K-pop harmonisi, ilginç ve keyifli bir ikili olmuş. Neyse ki bu debü tekli sadece bu şarkı ve onun sözsüz versiyonunu içermekte. Benzer tarzda şarkıları arka arkaya dinlemek baş ağrısına yol açabilir nihayetinde. Agresif temposuna rağmen nispeten incelikler de barındıran, synth ve beatlerin ses rengi gibi, Cactus ile grup sıkı bir giriş yapmış K-pop dünyasına. Yüzlerce emsaline göre daha ilk adımlarında iddialı bir soundu yakalamış görünüyorlar. Takip eden teklileri Callin' de ise geçiş kısmı ve nakarata saklanmış bu karakteristik soundları. Son teklileri Take Me Higher ise bayağı bayağı bir kopuş sergiliyor. Yine de vasat üstü emsal grupların tekrarına düşmemişler. Dediğim gibi bu çıkış parçasındaki hiperaktif tarzlarını bir kayıt içinde klonlamak zor iş.

6,75-/10

7 Ağustos 2018 Salı

Neurosis - Times of Grace (1999)

Sludge metalin öncü gruplarından Neurosis'in bu kaydı 6. albümleri olmakta. Ben post-rock ile daha haşır neşir oldukları ve tabi ki daha az beğenildikleri dönemi tutmakla beraber burada da atmosferik post metalik hava ile sertliğin buluştuğu bir noktada bayrağı dalgalandırdıklarını rahatlıkla duyabiliyoruz. Şarkıların bir çoğu orasından burasından hoşa gidecek enstantaneler sunmakta. Özellikle breakdownlar pek bir şık. Ayrıca trombon, gayda, keman gibi dokunuşların katkısı da es geçilmemeli. Yalnız şunu anladım ki dinlemesi de dönemlik bir çalışma bu. Yağni tansiyonumun bir çıkıp bir düştüğü şu sımsıcak samimi günlerde dinlemesi ayrı bir çaba gerektiriyor. Pek de yaza uygun olduğunu söyleyemeyeceğim hülasası bu.

7,50+/10

6 Ağustos 2018 Pazartesi

The Gathering - How to Measure a Planet? (1998)

Bir Nighttime Birds değil. Sound olarak zararsız, atmosferi güçlü bir çalışma. İkinci sidileri bu açıdan bir nebze de olsa sertliğiyle benim için daha tatmin edici. Uzay efektlerini de yansıtan ambiyatik kısımlar es geçilmemiş. Kulağa bugünden baktığımızda risksiz bir kayıt gibi gelse de gününde değişikliklere açık besteleriyle, elektronik ambiyansla flörtüyle bayağı ses getirmişlerdi.

8,0/10

Robert Moor - Patikalar Üzerine

Evet, kitap tam da patikalar üzerine. Karıncaların, fillerin ve bilimum hayvanın patika açma yetisini takiben neredeyse evsiz gibi hırpani görünüşlü büyük Apalaş dağı yürüyüş yolundaki insanlara değinen, tarihten güncele bir çok hikayecikle örülü okuması keyifli bir kitap. Yalnız elli sayfaya sığdırılacak konuyu yazarların yüzlerce sayfaya sığdırabilme yeteneklerine ayrı bir hayranım. Her ne kadar dilimden düşürmesem de menzile değil yolculuğun keyfine varacaksın düsturunu içselleştiremediğimin bir kanıtı olarak durmakta kitap bir yandan da. Kısacası bir miktar gereğinden uzun olmanın sancılarını taşımakta.

5 Ağustos 2018 Pazar

Richard K. Morgan - Değiştirilmiş Karbon

Tatiller olmasa artık kitap okuyamayacağım. Arka arkaya kitaplarımı bitirmem için yine güzel bir fırsat yakaladım bu sene de. Değiştirilmiş Karbon diziye de çekilip belli miktarda dikkati üzerine çekmiş bir yapıt. İkinci cildini okur muyum, emin değilim. Çünkü dizisine başlamayı düşünüyorum. Enginlik serisinin ilk kitabından bir tık daha fazla hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Ya tercümesinden ya da modern bilimkurgunun ortaklıklarından bilemiyorum, İthaki'nin son bilimkurgu çevirilerini birbirine benzetiyorum, hatta alakasız Cebirci bile aklıma geldi. Ama en çok, konu itibariyle Zelazny'nin Lord of Light'ına benzettim. Yalnız Işık Tanrısı, Hint mitolojisi ile haşır neşir olması sebebiyle daha iyiydi.
Romanın konusu insanların bedenen öldüğünde anılarının aslında ruhlarının demek lazım, harddisklere kaydedilerek veri bankalarında saklandığı uzak bir gelecekte geçiyor. Bedenler ise alınıp satılıyor. Zenginler her öldüğünde yeni ve tabi dipdiri bedenlere upload oluyor. Hapis niyetine de senelerce zihniniz bu bankalarda saklı tutuluyor. Yıllar sonra yeni, genelde daha pörsük bir bedenle topluma geri dönüyorsunuz. Gerçek ölüm ise ensenizdeki çipin silahla patlatılmasıyla gerçekleşiyor. Kitabın başarısı ise günlük hayatı değiştirecek böyle büyük bir normsal gelişmenin iyi aksettiriliyor olmasına dayanıyor. Fakat bu yeni yaşam tarzı her ne kadar aşk, aile gibi insani öğelerle ara ara yumuşatılmaya çalışılsa da getirdiği yabanilikle, acımasız düzeniyle hoşuma gitmedi. Hikaye intihar ettiği polis kayıtlarına geçen bir zenginin, arkadaş her gün zihnim güncelleniyor ve yeni bir beden bulabiliyorken niye intihar edeyim ben diye sorgulaması ve cinayet soruşturması için özel bir ajan olarak kahramanımız Kovacs'ı kiralamasıyla başlıyor. Son güncelleme tarihi ile ölüm tarihi arasındaki günde ne yaptığını hatırlamadığı için intihar bile olsa sebebi araştırılmalı elbette. Bundan sonrası Agatha Christie tadında dedektiflik tahkikatına dönüşüyor ve ardı ardına gizemlerin peşine düşüyoruz. Sürükleyici bir okuma sunmakla beraber atmosferin rahatsız ediciliği, şiddetin fazlalığı kaldırılması zor gerçeklik olarak okuyucuyu karşılıyor. Sinematik etkiyi yaratmada bu manada başarmakta.

Dernière Volonté - Toujours (2007, EP)

2 şarkıyla nasıl Ep oluyor anlamadım. Martial industrial ki ne zamandır dinlememiştim, türünü bekliyorken ki grup bu türün temsilcisi olarak biliniyor, bildiğin Fransızca synthpopa maruz kalmam da pek hoş olmadı. Hayır gerçekten şarkılar çok hoş. Ama iki şarkı 7-8 dakika, değerlendirme yapabilmek için çok yetersiz veri. Bu yüzden biraz gıcıklık yapıyorum.

6,75+/10

4 Ağustos 2018 Cumartesi

B.I.G. - Hello Hello (2017, Single)

Arka arkaya çıkış yapan Kore pop gruplarından biri de B.I.G. Aslında ara verdikleri bir dönemden sonra bu tekli ile yeni bir çıkış yapmışlar. Yine de isimlerini çok duyurabildiklerini söyleyemeyiz. Halbuki 1.2.3. namındaki şarkıları var ki türün klişelerini de aşan 80'ler popu havasıyla ve tempolu olmasına rağmen taşıdığı nostaljik hüzünle (nostalji her zaman hüzün barındırmaz mı?, nostalji gelmiş geçmiş zamandır, geri gelmeyecektir) evrenselle buluşabilen süper bir şarkı güme gitmiş durumda. Bu kayıtta vasatın azcık üstü K-pop şarkıları ve gerçekten kötü enstrümantal miksler de yer almakta.  Toplamda 6 şarkı neden EP olarak çıkarılmamış bilmiyorum. Ancak görünen şey şu ki tek şarkı (1.2.3.) bu kaydı kurtarmaya yetmiyor. İki üç şarkıdan oluşan bir single kafiymiş. K-pop yapımcıları NCT-U nun 7th Sense şarkısında olduğu gibi tür dışına çıkıp etkileyici bir iş çıkardıklarında panikleyip güvenli ve sıkıcı limanlara geri dönerek ellerindeki fırsatı tepiyorlar. Ama değil mi ki K-pop zaten bu klişelerle namını dünyaya duyurdu? Neyse 1.2.3 klibiyle dinleyiniz.

6,75-/10

3 Ağustos 2018 Cuma

Brigitte Bardot - Harley Davidson (1967, Single)

Brigitte Bardot benim için bile ski bir isim. Sanırım Fransız aktrist idi ve zamanında güzelliğiyle ortalığı kasıp kavurmuş idi. Grülüyor ki bir sürü de şarkı kaydetmiş. İki tanesi de bu teklide. Harley Davidson ve Contact. Okuduğum kadarıyla da oldukça beğenilen şarkılar Fransız popu namına. Bana ise biraz çocuk şarkısı kıvamında geldi. Kısacık süreleri ile de çok iyici idrak edip anlayabildiğimi söylemek zor. Biz eski kafa metalciler şarkıya değil de albüme odaklanıyoruz çünkü. Kayıt bu kadar kısa olunca konsantre bile olamıyorum. Neyse ki telaffuzu boğulurcasına gırtlaktan gelmiyor. Hatta Fransız olduğuna emin miyiz?

5,75/10

2 Ağustos 2018 Perşembe

Dinah Washington - What a Diff'rence a Day Makes! (1959)

Cazdan popa müziğin evrimini gözlemleyebilmek için güzel bir örnek. Elbette Frank Sinatra gibi çok daha tanınır isimler de mevcut. Lakin albüme ses veren sanatçının hoşuma giden bir özelliği var ki bu kaydı benim tarafımda önerilir kılıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse güçlü kadın vokaller hele de Allah'ın verdiği bu lütfu sonuna kadar kullanmaktan kaçınmadıklarında, bana bir noktaya kadar itici geliyorlar. Dramatik iniş çıkışlar, volümün yüksekliği rahatsız ediyor. Dinah teyzenin de sesi inanılmaz güçlü. Ancak sesini kontrol etmesini, abartmamayı çok iyi biliyor. Ne bayıltıcı derecede , ne de yerinizden hoplatıyor, tam ayarında. Üç beş de melodisi güçlü şarkı olduğu mu , Cry Me River, It's Magic gibi yeme de yanında yat. Deniz kızı back vokaller de üzerinde vişnesi, çileği.

7,75/10

1 Ağustos 2018 Çarşamba

Todd May - Deleuze: Bir Birey Nasıl Yaşayabilir?

Antik felsefede bu soru 'bir insan nasıl yaşamalıdır?' şeklindeydi. 18. yy sonlarında 'bir kişi nasıl eylemelidir?' sorusuna evrildi. Nietzsche'nin ellerinde ise 'bir birey nasıl yaşayabilir?' e, aşkınlıktan azade. Bu soruya Foucault ve Derrida'nın cevabı benzer olsa da farklı saiklere sahiptirler. Varolanın araştırılması olarak bilinen ontolojiyi Foucault insan varlığının temel doğasını tanımadığından tümüyle reddeder. Yani Foucault varlık sorusuna ilgisizdir. Derrida'nın reddi ise dilsel sebeplere dayanır. Ontolojinin 'bir birey nasıl yaşayabilir?' sorusunun zehri olduğu konusunda hemfikirdir. Ancak özdeşliğin değil farkın bakış açısına dayanan bir ontoloji yorumu çözüm getirebilir Derrida'ya göre. Yeni ihtimalleri aralayan, fırsatları tecrübe eden, keşfe dayalı, kaçış çizgileri arayan bir hayattır önerilen. Spinoza'dan içkinlik düşüncesini ki varlığın tek anlamlılığıyla aşkın Tanrı'yı geride bırakır, Bergson'dan da zamansallık kavramını 'töz süredir, bütün kipleri içinde daima var olan virtüeldir', 'süre kendi kendisiyle farklılaşan şeydir' ve Nietzsche'den ebedi dönüş kavramını felsefesinde kurucu öğeler olarak alır Derrida. Töz sabit bir özdeşlik değil, oluştur. Tözün kıvrılması ve açılması, sürenin edimselleşmesidir. Dönüşse oluşun varlığıdır. Yalnızca oluş vardır ve oluş ebedi dönüştür, farkın kendisi ebediyen tekrar eder.
Politik düzlemde makropolitika yerine farka yanıt veren mikropolitika yanlısıdır Derrida felesefesi. Aile-meslek,iş-tatil,okul,ordu gibi molar - katı kesit çizgileri yerine de esnek moleküler çizgiler yeğ tutulur. Bir de kurucu role sahip toplumu oluşturan kaçış çizgileri vardır: sanki bizi alıp götüren, kesitlerimizi ama aynı zamanda eşiklerimizi çaprazlayıp bilinmeyen, öngörülemeyen ve önceden mevcut olmayan bir istikamete yönelten çizgiler. Hem bir yurdun var olmasını sağlayan hem de onun karasal niteliğini bozan içkin bir yersiz-yurtsuzlaşma hareketidirler. Örneklerden biri olarak da kitap, son yıllarında doğaçlama eserlerle müziğinde arayışını yetkinleştiren caz sanatçısı John Coltrane'in yaşamını okuyucuya sunar. 

Amorphis - Under the Red Cloud (2015)

Önceki albümüne nazaran biraz daha yaratcılıklarını konuştuklarını duyabiliyoruz. Melodik death metal ve folk etkisi daha belirgin. Yine de grubun geçmişini bilenler için oldukça muhafazakar davrandıklarını söyleyebiliriz. Uğradığımız hayal kırıklığı bu sebepten. Evet sıkı bir albüm kotarmışlar, bir noktaya kadar keyifle dinleniyor da. Ancak beklentim bu değil. Amorphis değil de iyi müzik yapan herhangi bir melodik death metal gibi olmuşlar. Evet hala progresif metal olarak adlandırmayı reddediyorum bu son işlerini. Neyse bu vesileyle Amorphis yolculuğuma da nokta koymanın vakti gelmiş oldu.

7,25/10