Grubun albümlerini kronolojik sırada dinlememiş olmanın sıkıntısını çekiyorum sadece. Sound olarak atmosferik ve post-rock tınıları son işlerinde kuvvetlense de çizgisini çok da bozmamış olmamalarının şaşkınlığındayım esasında. Sludge yanı daha güçlü bir şeyler bekliyordum. Dolayısıyla grubun çizgisini üç aşağı beş yukarı daha önce keşfetmenin bir aşinalığı mevcut. Kısacası o kadar da heyecanlanamadım bu albümü dinlerken. Halbuki grubun magnum opus'u diğer bir deyişle baş yapıtı addediliyor bu kayıt. Yanlış anlaşılmasın keyifli anları yok değil ama enstrümental kısımların özellikle pek içine giremedim. Demek ki kronoloji önemliymiş. Bir de alkol kafası daha güzel gittiğini de itiraf etmeliyim.
7,75/10
29 Haziran 2018 Cuma
26 Haziran 2018 Salı
RETRO : Amorphis - Tuonela (1999)
Mor ve Ötesinden esinlenmiş (:)) The Way ile açılan bu güzide albüme bugüne kadar hak ettiği ilgiyi
göstermediğim için kendimi nasıl affedeceğim bilmiyorum. Folk tınılarının progresif (demişken daha çok atmosferinden dolayı diye ekleyelim, bu yönüyle bir dönemiyle Lake of Tears da böyle bir şeyler denemişti) metalle ayrılmaz bir şekilde içiçe geçtiği şarkılara kusur bulmak zor. Lakin büyük bir faktör var ki beni rahatsız etti: vokal. Paslı teneke kıvamındaki vokali bu kayıtta sevdiğimi söyleyemem. Eklemeye gerek yok ki grup death metal geçmişini tamami ile bu albüm vasıtasıyla artık geride bırakmış. Sonuçta hayli melodik ve grubun diskografisinde bile enteresan bir yer kaplayan bu albüm bir vakit yolunu bulacak ve hoşunuza gidecek bir şeyler sunacak. Asıl soru, ne zaman?
8,0+/10
göstermediğim için kendimi nasıl affedeceğim bilmiyorum. Folk tınılarının progresif (demişken daha çok atmosferinden dolayı diye ekleyelim, bu yönüyle bir dönemiyle Lake of Tears da böyle bir şeyler denemişti) metalle ayrılmaz bir şekilde içiçe geçtiği şarkılara kusur bulmak zor. Lakin büyük bir faktör var ki beni rahatsız etti: vokal. Paslı teneke kıvamındaki vokali bu kayıtta sevdiğimi söyleyemem. Eklemeye gerek yok ki grup death metal geçmişini tamami ile bu albüm vasıtasıyla artık geride bırakmış. Sonuçta hayli melodik ve grubun diskografisinde bile enteresan bir yer kaplayan bu albüm bir vakit yolunu bulacak ve hoşunuza gidecek bir şeyler sunacak. Asıl soru, ne zaman?
8,0+/10
25 Haziran 2018 Pazartesi
Erkan Oğur & İsmail Hakkı Demircioğlu - Gülün Kokusu Vardı (1998)
Birbirine bu kadar yakışan iki müzisyen olamaz sanırım. Mükemmel bir işbirliği neticesinde Anadolu türküleri yeniden hayat buluyor. Kendi adıma çok geç bir keşif, virtüözlük, vokal ve ruh. Albümün atmosferi dokunsanız hissedecek kadar yoğun, hatta Karadeniz türküleri bile ağıt haline bürünmüş. Neredeyse funeral doom metal dinliyor gibi hissediyorsunuz ki bir saatlik süresi içinde bulabildiğim tek kusur bu değişmez ağır atmosferi oluyor. İlk şarkıda Erkan Oğur anaç tınılarda kadın vokaline benzeyen sesiyle dinleyiciye sürpriz yapıyor. Alınmasın ama tek başına değil de İsmail Hakkı Demircioğlu ile birlikte geçirdiği sinerji çok daha etkileyici. Kayıtta en beğendiğim türküler Dağlar ki son senelerde her hangi bir şarkıda almadığım keyfi sunuyor ve Ey Zahit Şaraba Eyle İhtimam.
8,50-/10
8,50-/10
24 Haziran 2018 Pazar
Trip #2 - Bilmeniz Gereken 50 Tablo - Martı #32 - Klozet #7
Sonunda kendime en yakın çizgide, çok çeşitli ilgi alanlarına uzanan bir dergi buldum. Mayıs sayısıyla Deli Kasap projesinden tanıdığımız Murat Arda yönetimindeki dergiyle tanışma imkanı buldum. Yalnız yeni sayısına bir türlü denk gelemedim. Elbette hep daha iyiye gidebilmesi için yayının, ufak tefek eleştirilerim olacak. Boyut ve koku, anladınız sanırım. Sinema, edebiyat, astronomi, denemeler, felsefe, bilim kurgu, korku-gerilim, arkeoloji, tarih, müzik ki metalden etno funka kadar bir çeşitlilikte ve çizgi sanat. Çok geniş bir alana dokunuyor dergi. Öğreten adam rolünden ziyade makalelerin güncelle birleşen deneme niteliğinde olması dikkatleri dağıtmıyor. Yalnız Göbeklitepe'yi anlatırken her ne kadar Fırat Yaşa'nın çizimlerini sevsem de fotoğraflara, şemalara ve efsanevi arkeolog Schmidt'in resimlerine yer verilmemesi bir eksiklik. Başka mecralarda yüzlerce kez görsek bile burada bir kez daha yer almasının klişe olmadığını düşünüyorum. Medeniyetler dizisine benim dahi yeni öğrendiğim Missisippi medeniyeti, az bilinmekle birlikte önemli yer tutan Elam ve Indus medeniyetleri ile devam edilmesi en büyük dileğim. Burçlar konusunda gerçekten aydınlandım. Yıkılmadan direnerek yayın hayatlarına devam etmeleri dileğiyle...
Bilmeniz Gereken 50 Tablo, zamanında Tempo dergisinin verdiği bir ek. Ancak gayet titizlikle yaklaşılarak alanında uzman kişilerden destek alınıp hazırlanmış. Tabloların basım kalitesi maalesef düşük olduğundan detaylar kayboluyor. Yine de yeniden hatırladığım, keşfettiğim tablo ve ressamlar olmadı değil. Büyük ihtimalle yine aklımdan uçup gidecek ama İnci Küpeli Kız'ın çizeri Johannes Vermeer imiş. Klasik müzik albümlerinde sıkça yer verilen dağ başından bulutları izleyen adam figürlü Wanderer.. Caspar David Friedrich tarafından resmedilmiş. Artists' Mother ise James Abbott McNeill Whistler. Child's Bath ilk kez gördüğüm gerçekçi bir tablo. Bu da Amerikalı Nary Cassatt'ın fırçasından çıkma. Henri Matisse, Dans ile ilginç bir renk uyumu yakalamış. Picasso, Dali, Da Vinci gibi gayet bilindik örnekler dışında dikkatimi çeken bir kaç tablo bunlar oldu.
Martı uzun soluklu bir insan kaynakları, bireysel gelişim dergisi. Fakat manipülatif olarak bulduğumdan dolayı çok da sevmediğim bu alanların sıkıcılığından bir derecede kendini kurtarmış. Sevmediğiniz kişilerle çalışmayı öğreten, yalan söyleme hastalığını tanıtan ilginç yazıların yanısıra gezi, doğa , sinema, yemek tarifi, sohbet gibi farklı alanların olması okunurluğu güçlendiriyor. Bununla birlikte bu yazıların çoğu, özellikle gezi yazıları gittim, gördüm, yedim,içtim'in ötesinde yazarların deneyimine ve eleştirel yorumlarına dair bir şeyler aksettirmiyor.
Klozet fanzin, okunması çok da kolay bir fanzin değil. Okuyucuyu sarsmak, titretmek mottosu olsa gerek ismiyle, çizimleriyle. Kimi zaman sessiz bir çığlık rolünü üstlenen tepkisel denemeler yada töre cinayetlerinden konusunu alan bir öyküde olduğu gibi toplumsal ve cinsel meselelere duyarlı bir çizgi izliyor fanzin. Açıkçası edebi kaygıdan ziyade bireysel dışavuruma ağırlık vermişler gibi görünüyor. Ve bir miktar kendimi saldırı altında hissetmedim değil bir grup sinirli genç karşısında. Şu an toplumumuza , şu seçim akşamı bakıyorum da, bu da gayet anlaşılabilir bir durum. Yalnız çizimlerin ne kadarının alıntı-çalıntı ne kadarı orijinal olduğu ayırt edilebilse hoş olurdu.
Bilmeniz Gereken 50 Tablo, zamanında Tempo dergisinin verdiği bir ek. Ancak gayet titizlikle yaklaşılarak alanında uzman kişilerden destek alınıp hazırlanmış. Tabloların basım kalitesi maalesef düşük olduğundan detaylar kayboluyor. Yine de yeniden hatırladığım, keşfettiğim tablo ve ressamlar olmadı değil. Büyük ihtimalle yine aklımdan uçup gidecek ama İnci Küpeli Kız'ın çizeri Johannes Vermeer imiş. Klasik müzik albümlerinde sıkça yer verilen dağ başından bulutları izleyen adam figürlü Wanderer.. Caspar David Friedrich tarafından resmedilmiş. Artists' Mother ise James Abbott McNeill Whistler. Child's Bath ilk kez gördüğüm gerçekçi bir tablo. Bu da Amerikalı Nary Cassatt'ın fırçasından çıkma. Henri Matisse, Dans ile ilginç bir renk uyumu yakalamış. Picasso, Dali, Da Vinci gibi gayet bilindik örnekler dışında dikkatimi çeken bir kaç tablo bunlar oldu.
Martı uzun soluklu bir insan kaynakları, bireysel gelişim dergisi. Fakat manipülatif olarak bulduğumdan dolayı çok da sevmediğim bu alanların sıkıcılığından bir derecede kendini kurtarmış. Sevmediğiniz kişilerle çalışmayı öğreten, yalan söyleme hastalığını tanıtan ilginç yazıların yanısıra gezi, doğa , sinema, yemek tarifi, sohbet gibi farklı alanların olması okunurluğu güçlendiriyor. Bununla birlikte bu yazıların çoğu, özellikle gezi yazıları gittim, gördüm, yedim,içtim'in ötesinde yazarların deneyimine ve eleştirel yorumlarına dair bir şeyler aksettirmiyor.
Klozet fanzin, okunması çok da kolay bir fanzin değil. Okuyucuyu sarsmak, titretmek mottosu olsa gerek ismiyle, çizimleriyle. Kimi zaman sessiz bir çığlık rolünü üstlenen tepkisel denemeler yada töre cinayetlerinden konusunu alan bir öyküde olduğu gibi toplumsal ve cinsel meselelere duyarlı bir çizgi izliyor fanzin. Açıkçası edebi kaygıdan ziyade bireysel dışavuruma ağırlık vermişler gibi görünüyor. Ve bir miktar kendimi saldırı altında hissetmedim değil bir grup sinirli genç karşısında. Şu an toplumumuza , şu seçim akşamı bakıyorum da, bu da gayet anlaşılabilir bir durum. Yalnız çizimlerin ne kadarının alıntı-çalıntı ne kadarı orijinal olduğu ayırt edilebilse hoş olurdu.
21 Haziran 2018 Perşembe
Nils Frahm - All Melody (2018)
Atmosferiyle film müziği tadını veren bu çalışma bir süredir Steve Reich gibi dinlemek istediğim modern klasik müzisyenlerden Nils Frahm'a ait. Yalnız tür pek de öyle değilmiş. Ambiyansı yüksek tekno ile haşır neşir bir elektronik musiki denebilir. Film müziklerinde sıkça uygulanan tematik melodinin farklı versiyonlarla, çeşitlemelerle tekrar tekrar çalınmasına vokalin eşlik ettiği bir kaç şarkı vasıtasıyla burada da rastlıyoruz. Ama piyano destekli şarkılardan, minimalist teknoya hem birbiriyle uyumlu hem de akış anlamında uyumsuz olabilen farklı şarkıların ağırlığı hissediliyor. Yalnız kayıt bir saati aşan süresiyle fazlasıyla uzun. Bazı uzun parçalarda artık nereye gidiyor bu şarkı neyi hedefliyor, fenerbahçenin haline olacak sorununa bir cevap bulundu da ülkemizin durumu iki gün sonra ne olacak gibi sorularla birlikte tefekküre dalabiliyorsunuz. Zaten artık şunun farkına varıyorum ki bu tür yavaş ambiyans tekno işi şeyler pek de bana hitap etmiyor. Ayrıca orijinallik denen mefhum da kafama üşüştü , kaydı dinlerken. Bir kaç bestede ve genel olarak kaydın hissettirdiği atmosferde çok olağanüstü, farklı bir şeyler bulamadım ki Judas Priest'ın bu seneki albümünde olduğu gibi tekerrürü baştan reddeder biri değilim. Yağni, bu albüm sayesinde bayağı bayağı düşüncelere daldım, fikir adamı oldum.
6,25+/10
6,25+/10
19 Haziran 2018 Salı
Deatspell Omega / S.V.E.S.T. - Veritas Diaboli manet in aeternum (2008, Split)
Ne zamandır split bir kayıt dinlememiştim. İlk yarısını 20 dakikalık devasa süresili şarkısıyla DsO
işgal etmekte. Bana bile uyumsuz tonlarıyla birazcık fazla gelen bir çalışma. Bana ki kimi zaman kaotik değil melodik bile bulduğum olurdu grubu. Bu şarkı ise dudaklarıma bitişine yakın ortaya çıkan rifflere rağmen sasuk bir tat bıraktı. Kaydın diğer yarısını ise SVEST'in 3 parçası doldurmakta. Çok bilindik bir grup değil. Prodüksiyon kalitesi olarak kaydın ilk yüzü ile büyük bir fark bulunmakta. İlk iki şarkının gürültüyü kazıdığınızda gayet melodik tekrarlar üzerinde inşa olunduğunu duyabiliyorsunuz. Son şarkı ise atmosferi güçlendirmeye yaramakta.
7,25/10
işgal etmekte. Bana bile uyumsuz tonlarıyla birazcık fazla gelen bir çalışma. Bana ki kimi zaman kaotik değil melodik bile bulduğum olurdu grubu. Bu şarkı ise dudaklarıma bitişine yakın ortaya çıkan rifflere rağmen sasuk bir tat bıraktı. Kaydın diğer yarısını ise SVEST'in 3 parçası doldurmakta. Çok bilindik bir grup değil. Prodüksiyon kalitesi olarak kaydın ilk yüzü ile büyük bir fark bulunmakta. İlk iki şarkının gürültüyü kazıdığınızda gayet melodik tekrarlar üzerinde inşa olunduğunu duyabiliyorsunuz. Son şarkı ise atmosferi güçlendirmeye yaramakta.
7,25/10
17 Haziran 2018 Pazar
Band of Horses - Cease to Begin (2007)
Alternatif country tınılarında rock yapan grubu bir önceki albümünü daha önce dinlemiş, beğenmiştim. Köprünün altından sular geçtiği gibi zamanla benim de kulaklarım sivrildi lobu büyüdü böyle bir çirkin hal aldı. Demem o ki bu vokal bana pek bir cici, tatlış geliyor artık. Keyifle dinlenesi ancak akılda pek de yer tutmayası bir çalışma olmuş. Amerikana kültürünü tanıyıp kollamak içimizde büyütmek için de tanışalısı bir örnek.
6,75/10
6,75/10
16 Haziran 2018 Cumartesi
İsmet Özel - Erbain
İsmet Özel'in sosyalizmden İslamcılığa ve son olarak Türkçülüğe uzanan siyasal serüvenine girmek gibi bir gayret sarf etmeyeceğim. Propaganda basitliğine, tikel terminoloji bolluğuna boğulmadığı sürece müziğe de şiire de ideolojik bir yaklaşımım yok. İlk dikkatimi çeken şey şairin fabrika tarzında seri üretimde bulunmayıp şiirine titizce yaklaşması oldu. Tarz olarak ise ikinci yeni ile devrik mısralar, anlam dışında fiilenen isimler, 'üreyor' gibi örneklerde somutlaşan bozumlar gibi yöntemlerle ortaklaşsa da İslami cenaha hem de 70'lerin ilk yarısı gibi sosyal mücadelelerin yoğunlaştığı bir dönemde geçmekle birlikte, bir yandan Anadolu ruhunu damarlarında en başından beri taşıyor olması , diğer yandan da şehirlerin kötülenip dağlara, direnişe, emeğe, partizancılığa güzellemeleri şiirini farklı bir yerde konumlandırmakta şairin. İnsana ve hayata odaklanan bir bakış açısı kendini vurgulamakta sürekli. Fakat daha çok şiiri seksenlere taşıyan modernizmin öncülüğünü, proto- öneki kullanılır ya, yaptığını söylemek mümkün. Çünkü kendine özgü güçlü imgelemin farklılığı öne çıkmakta. "oğlaklar sığınıyor çiçekliğine, suların saygısıyla üşüyen eller" şiirin bağlamı içinde okuyucuyu tekrar tekrar okumaya ve yorumlamaya sevk eden mısralara örnek olabilir. Bundan dolayı şiiri eskimiyor görüşündeyim. İlgimi çeken bazı mısra alıntıları da şöyledir:
senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran
içli taşra kızların, gizemli eviçleri
kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan
o denize açılan ellerin nerde şimdi
onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara
saçları uzun bir unutkanlıkla rülmüş
kanlarının ardında tehlikeler yürüyen
korkunun gözlerini aradığı omuzlarında
gittiler, yittiler arasında boğuk seslerinin
tozuyan atlarının yelelerine baktılar ve
sen oldun
ve seni gördüm, eğininde bir mavi gözlerin vardı
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu
..
saçlarımda geceler morarırdı
..
dağların dağlarda birikirdi gölgeleri
...
serçelerin ayaklarına bağladığı karanlık
...
gömleğimi zorlayan kuş sesleri
..
ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi
...
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
...
böğrümde avrupalı atları koşuşturan
aşkım, tanımım, yanaşmam
¨
sabah ormanın ağza bıraktığı ıssızlık gibidir
..
kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyduğu oluyor
***
sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
**
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak
**
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
**
bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran
içli taşra kızların, gizemli eviçleri
kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan
o denize açılan ellerin nerde şimdi
onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara
saçları uzun bir unutkanlıkla rülmüş
kanlarının ardında tehlikeler yürüyen
korkunun gözlerini aradığı omuzlarında
gittiler, yittiler arasında boğuk seslerinin
tozuyan atlarının yelelerine baktılar ve
sen oldun
ve seni gördüm, eğininde bir mavi gözlerin vardı
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu
..
saçlarımda geceler morarırdı
..
dağların dağlarda birikirdi gölgeleri
...
serçelerin ayaklarına bağladığı karanlık
...
gömleğimi zorlayan kuş sesleri
..
ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi
...
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
...
böğrümde avrupalı atları koşuşturan
aşkım, tanımım, yanaşmam
¨
sabah ormanın ağza bıraktığı ıssızlık gibidir
..
kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyduğu oluyor
***
sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
**
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak
**
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
**
bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
15 Haziran 2018 Cuma
St. Vincent - Masseduction (2017)
Şimdi göremiyorsanız ama bir ara başarırsam eğer albüm kapağını da eklersem göreceksiniz, göz var izan var, dehşet estetik düşmanı bir kapak. Bu arada yeri gelmişken başka şekilde yorumlamak isteyenlere de politik doğruculuk da can sıkmaya başladı artık diyorum. Neyse, St. Vincent namıyla müziğini icra eden Annie Clark, geçen sene 6. albümüyle gayet olumlu tepkilerle karşılandı. Pop ama sofistike, art, indie sınıfından. Özellikle kişiselliği, sözleri ilgi çekmiş durumda. Hiç okumadım. Bana ilginç gelen şey ise şarkıların yarıya yakınında başka kadın şarkıcıları hatırlatması. Bir yerde Annie Lennox, bir yerde Lana , Fever Ray, belki PJ Harvey. Smoking Sectiond'da Portishead öykünmesi, Türe yakın olanlar eminim bir kaç isim daha ekleyecektir. Dolayısıyla bu albümün ne kadarı kendisi, hepsi, peki sentezi kendinde özgünleştirebilmiş mi, bence hayır. İkinci nokta prodüksiyon, duygusal şarkıların etkisini biraz zedelemekte, ancak elektronikaya uygun. Zaten art pop yapıp elektronik tınılara bu kadar yaslanması da ayrı bir soru işareti, lakin günümüzün trendine uygun. Olabilir yani, sorun değil. Sorun şu; geleneksel popa alternatif olabilecek, bu kadar yüceltilecek bir kayıt değil.
edit: resim eklendi sonunda
7,0/10
edit: resim eklendi sonunda
7,0/10
13 Haziran 2018 Çarşamba
Miles Davis - Decoy (1984)
Şu an sağolsun vodafonnn yüzünden göremediğiniz kuul kapaklı bu albüm, efsanevi caz üstadı Miles
Davis'in son dönemlerine ait bir çalışma. Bu türdeki eserleri ilk dinlerken denk geldiğim müzisyenin teknik manada arşlarda olması belki de onu anlayabilmem, müziğinden yeterince keyif alabilmem açısından bir engele dönüştü. Ya da herkesin sevdiğini ben de seveceğim kuralı diye bir şey, bilemeyeceğim artıkın. Neyse bu albüm soundu ile çok ilginç. o eski tarzıyla hiç bir alakası yok. Seksenlerin havasını taşıyan, hani neredeyse bir yerlerden pembe donlu bir aerobikçi kadın çıkacak gibi, caz ve funkın füzyonuna dayanan bir müzik bu. Dolayısıyla bazen trompete de baskın gelen synth ve perküsyon durumu mevcut. Gitarın olması ferahlatıcı bir etki yaratıyor. Çıkıçıkı düt düt çıkıçıkı çıs çıs düt şeklinde ilerliyor şarkılar. Enteresan geldi bana, çok alışkın olduğum bir vaka değil.
6,50-/10
Davis'in son dönemlerine ait bir çalışma. Bu türdeki eserleri ilk dinlerken denk geldiğim müzisyenin teknik manada arşlarda olması belki de onu anlayabilmem, müziğinden yeterince keyif alabilmem açısından bir engele dönüştü. Ya da herkesin sevdiğini ben de seveceğim kuralı diye bir şey, bilemeyeceğim artıkın. Neyse bu albüm soundu ile çok ilginç. o eski tarzıyla hiç bir alakası yok. Seksenlerin havasını taşıyan, hani neredeyse bir yerlerden pembe donlu bir aerobikçi kadın çıkacak gibi, caz ve funkın füzyonuna dayanan bir müzik bu. Dolayısıyla bazen trompete de baskın gelen synth ve perküsyon durumu mevcut. Gitarın olması ferahlatıcı bir etki yaratıyor. Çıkıçıkı düt düt çıkıçıkı çıs çıs düt şeklinde ilerliyor şarkılar. Enteresan geldi bana, çok alışkın olduğum bir vaka değil.
6,50-/10
Pink Floyd - Ummagumma (1969)
Anlaşılıyor ki ilk dönem saykedelik Pink Floyd pek de bana hitap etmiyor. Bu albüm uzun ve grup
üyelerinin ayrı ayrı besteciliklerine dayanan bölümler üzerinde ilerlemekte. Ayrıca bir de canlı kayıt bir bölüm ihtiva ediyor. Misal, Richard Wright dört kısımdan oluşan Sysyphus'u yönetmekte, ful keyboardlarla ve efektlerle dramatik ve sinematik etkiyi büyütmekte. Fena değil. Roger Waters iki parçayla arzı endam etmekte, ilki kuşların cikciklediği köpeciklerin havladığı arıların bızırdadığı akustik bir folk şarkı, diğeri ise enteresanlığı bir üst seviyeye çıkaran bir parça. Şarkının ismi birkaç çeşit kürklü ufak hayvancağızın mağarada toparlaşıp bir Pikt ile cümbüşü, alemi. Hayvan çığlıkları felan var, Pikt de tatatam diyor. Aklıma Star Wars'taki peluş ayıcıklar geldi. David Gilmour ise uzaya çıkmış üç bölümlü The Narrow Way namındaki şarkıyla karşılıyor dinleyicisini. Tribal perküsyon ve hard rock rifiyle güzelce açılan ikinci bölüm yine kısa sürede saykedelik efektlere boğuluyor. Neyse ki son kısım geleneksel progresif rock kalıbıyla daha dinlenebilir. Nick Mason ise albümün atmosferine ters karanlık ve ürkünç tınılarda proto ambiyans işler peşinde. Albümün geri kalanına fark attığı konusunda genel kanıya sahip olan canlı kayıta geldiğimizde ise ben çoktan dikkatimi kaybetmiş bulunuyorum. Daha oturmuş birlik beraberlik içinde bir soundda ortaklaştığı söylenebilir bu blümdeki şarkılar için.
5,50/10
üyelerinin ayrı ayrı besteciliklerine dayanan bölümler üzerinde ilerlemekte. Ayrıca bir de canlı kayıt bir bölüm ihtiva ediyor. Misal, Richard Wright dört kısımdan oluşan Sysyphus'u yönetmekte, ful keyboardlarla ve efektlerle dramatik ve sinematik etkiyi büyütmekte. Fena değil. Roger Waters iki parçayla arzı endam etmekte, ilki kuşların cikciklediği köpeciklerin havladığı arıların bızırdadığı akustik bir folk şarkı, diğeri ise enteresanlığı bir üst seviyeye çıkaran bir parça. Şarkının ismi birkaç çeşit kürklü ufak hayvancağızın mağarada toparlaşıp bir Pikt ile cümbüşü, alemi. Hayvan çığlıkları felan var, Pikt de tatatam diyor. Aklıma Star Wars'taki peluş ayıcıklar geldi. David Gilmour ise uzaya çıkmış üç bölümlü The Narrow Way namındaki şarkıyla karşılıyor dinleyicisini. Tribal perküsyon ve hard rock rifiyle güzelce açılan ikinci bölüm yine kısa sürede saykedelik efektlere boğuluyor. Neyse ki son kısım geleneksel progresif rock kalıbıyla daha dinlenebilir. Nick Mason ise albümün atmosferine ters karanlık ve ürkünç tınılarda proto ambiyans işler peşinde. Albümün geri kalanına fark attığı konusunda genel kanıya sahip olan canlı kayıta geldiğimizde ise ben çoktan dikkatimi kaybetmiş bulunuyorum. Daha oturmuş birlik beraberlik içinde bir soundda ortaklaştığı söylenebilir bu blümdeki şarkılar için.
5,50/10
11 Haziran 2018 Pazartesi
Inter Arma - Sky Burial (2013)
Sınırları zorlayan bir sludge çalışması bu. Progresif, atmosferik, post-metalik bitmedi, bir de modern black metal etkisi de var, bitmedi, bu da space rock; acaba vapurlarda hala ıvır zıvır satan seyyarlar bulunuyor mu? Albümün ilginç bir özelliği de kulaklıkla dinlendiğinde etkisini kaybetmesi. Ömrümde böyle bir vakayla bir kaç kez ancak karşılaşmışımdır. Burada yapılan müziğin dinamizmini törpüleyip dozer gibi düzleyen prodüksiyonu suçlayabiliriz sanırım. Her ne kadar kayıt parçalar arasında akustiğe yönelecek kadar ilgi çekici değişkenliği sergilese de bazı sert parçalar kendi içinde bu değişkenliği tutturamıyor, tekdüzeliğe teslim olabiliyor. Onun dışında çok da şikayetim yok. Tam tersine grup takip edilesi bir çıkış yakalamış bu albümle. Gözüme tomak tomak soğan kaçıran anlar: The Long Road Home'un sonundaki gitar solo ve çığlık vokal ki Westward namındaki şarkıda daha bir patlamakta. 2016 senesinde de bir albümleri varmış, kulak verilebilir.
8,0-/10
8,0-/10
10 Haziran 2018 Pazar
RETRO: Amorphis - My Kantele (1997) EP
Bu kısa albümle grup death metal geçmişine nokta koymuş bulunuyor. Önceki albümünde yer alan
My Kantele akustik yorumuyla gayet güzel. Bir adet Hawkwind, bir adet de hiç duymadığım Kingston Wall cover'ı mevcut. Asıllarını bilmediğim için yorum yapamayacağım. Yalnız bugünlerde gözardı edilen epik melodinin gücünü gösterme konusunda iddialı parçalar. Ful sözsüz The Lost Son da gayet keyifli bir parça, sololarla zenginleştirilmiş. Kaydın genel soundu folk tınılarını parlatan hard rock havasını aksettiren progresif metal şeklinde tanımlanabilir. Güzel, güzel, pek âlâ.
7,75/10
My Kantele akustik yorumuyla gayet güzel. Bir adet Hawkwind, bir adet de hiç duymadığım Kingston Wall cover'ı mevcut. Asıllarını bilmediğim için yorum yapamayacağım. Yalnız bugünlerde gözardı edilen epik melodinin gücünü gösterme konusunda iddialı parçalar. Ful sözsüz The Lost Son da gayet keyifli bir parça, sololarla zenginleştirilmiş. Kaydın genel soundu folk tınılarını parlatan hard rock havasını aksettiren progresif metal şeklinde tanımlanabilir. Güzel, güzel, pek âlâ.
7,75/10
8 Haziran 2018 Cuma
Judas Priest - Firepower (2018)
Bu sene oldukça ses getiren dönüşüyle Judas Priest karşımızda. Kabul etmek gerekirse ilk dinleyişler iç açmasa da bir süre sonra albüme ısınıyorsunuz. Ve kanınız kaynamaya başlıyor. Çünkü grup son yıllardaki aheste ve ezici rifflerle bezeli tarzını terk edip tekrar enerjik geçmişine dönüyor. Elbette ohara ohara bir beste yok, elbette özgünlük namına bir şey katmıyorlar. Yalnız sert müzikte son yıllarda unuttuğumuz bir özellik olan eğlenceyi, eğlendirmeyi bizlere tekrar hatırlatıyorlar. Yaş yetmiş iş bitmiş gibi bir deyimi yetmişlik delikanlılar duruşlarıyla bozuyorlar. Benim bile bazen metal müziği kafam kaldırmamaya başlamışken, takdir edilesi bir cevap olarak bu albümü yüzlerimize yapıştırıyor grup. Ve evet yılın yarısı bitti ve 2018 albümlerine yeni başladım. Yeni müziklerle bağlantımın gittikçe zayıfladığı da doğrudur. Buna yaşlanma belirtisi diyorlar.
8,0--/10
8,0--/10
5 Haziran 2018 Salı
Emre Altuğ - Dudak Dudağa (2004)
Vodafone , yüzümü hiç ak çıkarmıyorsun. Yine bir internet saçmalığıyla uğraşmaktayım. Zor koşullar altında kağnıyla internete giriyoruz.
Neyse , Emre Altuğ, müzik dünyasına hayli haysiyetli Yani gibi akustik bir şarkıyla giriş yaptığında umutlanmıştık. Kısa sürdü. Müziği o kadar karaktersiz ki neden müzik yapıyor anlamak mümkün değil. Farkı nedir anlamında söylüyorum emsallerinden. Ama gelin görün ki kaydı baştan sona dinleyince fena değil dedirtmesini de biliyor. Oryantalliği es geçmeyen kimi zaman meyhane masalarında dans ettiren bir pop albümünden ötesi değil. Belki de düzenlemelerde usta eller dokunmuştur diye bir tahmin yürütebilirim ki hakikaten bir kaç yerde öne çıkmakta. Nadiren yavaşladığı anlar ise sesinin rengini daha net duyabildiğimiz dakikalar oluyor. Bununla birlikte albümde yer alan şarkıların çoğu zamanında ses getirmiş olmalı çünkü ben bile bu şarkıların çoğunu daha önceden duymuştum hissine kapıldım.
6,50-/10
Neyse , Emre Altuğ, müzik dünyasına hayli haysiyetli Yani gibi akustik bir şarkıyla giriş yaptığında umutlanmıştık. Kısa sürdü. Müziği o kadar karaktersiz ki neden müzik yapıyor anlamak mümkün değil. Farkı nedir anlamında söylüyorum emsallerinden. Ama gelin görün ki kaydı baştan sona dinleyince fena değil dedirtmesini de biliyor. Oryantalliği es geçmeyen kimi zaman meyhane masalarında dans ettiren bir pop albümünden ötesi değil. Belki de düzenlemelerde usta eller dokunmuştur diye bir tahmin yürütebilirim ki hakikaten bir kaç yerde öne çıkmakta. Nadiren yavaşladığı anlar ise sesinin rengini daha net duyabildiğimiz dakikalar oluyor. Bununla birlikte albümde yer alan şarkıların çoğu zamanında ses getirmiş olmalı çünkü ben bile bu şarkıların çoğunu daha önceden duymuştum hissine kapıldım.
6,50-/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)