Tanımlamak için smooth caz'ın yeterli gelmediği bir albüm bu. Özellikle gitarın ince ince çalındığı teknik becerinin sergilendiği, ki tahmin edersiniz ki bu noktadan sonra Steve ağbimiz gitarist oluyor, pek çok atmosferik farklı dokunuşla çeşitliliğin sağlandığı kayıt, yine de smooth caza yapışan ve türü dinlemeyeni rahatsız eden o klişe sounddan kurtulamıyor. Gitar tonu bile ..., neyse. Diğer bir deyişle türü seven için sanırım incelikler ve farklılıklar barındırmasıyla ilaç gibi gelecekse de o seksenler havasında takılıp kalmış sounduyla ve tabi ki latin etkisiyle tür dışına hitap etmede bir yere kadar başarılı olabiliyor.
6,50+/10
18 Kasım 2017 Cumartesi
16 Kasım 2017 Perşembe
Paradise Lost - Medusa (2017)
Köklü gruplarda bi süredir eskilere dönme eğilimi gösterdi. Olumlu yaklaşıyoruz. Paradise Lost da son albümüyle bu yolu seçmiş durumda, o kadar geriye gitmişler ki çoğu zaman Draconian Times öncesi desek doğrudur. Bir öncesi bir sonrası ile o dönemler işte. Bildiğin ağır tempo, börül börül vokaller death doom nağmeleri. Clean vokal hiç yok değil. Şöyle ki zeitgeist diye bir şey var, anlatamayacağım şimdi, zamanın ruhu kısacası. Bir de giden gençliğim var. Doom dinledikçe içlenen kırılgan bir ruhum yok artık, bayağı hödük diyebilirsin şu anki halime. Evet, bu soundu özlemişiz ahalice. Ancak şarkılar birbirine benzemekte. Uzun lafın kısası ne kadar dinledimse bir türlü sarmadı bu albüm. Üzülerekten...
6.75-/10
6.75-/10
15 Kasım 2017 Çarşamba
Topor - Toptopor
Çevirmen Ferit Edgü'nün, şair kadar enteresan bir kafayla tercüme ettiği şiirlerine eşlik eden bir o
kadar enteresan önsöze sahip bu kitap, arasanız da sayfalarda ilk ismini dahi bulamayacağınız Roland Topor'un bir eseri aslında. Sayfaları aynı zamanda şairin elinden çıkma çizimler süslemekte. Özellikle ilk sayfanın arkasındaki gayet ikonik. Esprili, hayat dolu, sokağa yakın ve biraz da gerçeküstücü bir dili var. Sözcüklerle oynamayı seven modern ötesi bir seçim sergileniyor. Dolayısıyla Türkçe'ye çevirisi de yoğun bir yaratıcılık gerektirmekte. Misal:
sade suya aşk/ikili meşk/dodo solo/bize de mi lolo
ya da
bıktım usandım yaşamaktan/esin perimle al takke ver külah/
bağışla beni, istersen bağışlama/doğrusunu istersen, istersen isteme/
canımı sıkıyor* şiir/plastik sanatlardan tiksiniyorum
dehaların yapıtlarıyla/dolu dükkanlar/kimileri yaşlandıklarında/
büyük yap-yapıtlar patlatıyorlar/ama benim tutkum onlarınkinden daha büyük/
bu nedenle seçtim ticareti, ne bakıyorsun a hödük!
*çeviren not:isteyen ı'ların üstüne noktaları koyabilir.
Kitabın son sayfasında şairin eseri, büyük Türk Yüksel Arslan'a adandığını okuyoruz. Bu ismi de siz araştırın artık.
kadar enteresan önsöze sahip bu kitap, arasanız da sayfalarda ilk ismini dahi bulamayacağınız Roland Topor'un bir eseri aslında. Sayfaları aynı zamanda şairin elinden çıkma çizimler süslemekte. Özellikle ilk sayfanın arkasındaki gayet ikonik. Esprili, hayat dolu, sokağa yakın ve biraz da gerçeküstücü bir dili var. Sözcüklerle oynamayı seven modern ötesi bir seçim sergileniyor. Dolayısıyla Türkçe'ye çevirisi de yoğun bir yaratıcılık gerektirmekte. Misal:
sade suya aşk/ikili meşk/dodo solo/bize de mi lolo
ya da
bıktım usandım yaşamaktan/esin perimle al takke ver külah/
bağışla beni, istersen bağışlama/doğrusunu istersen, istersen isteme/
canımı sıkıyor* şiir/plastik sanatlardan tiksiniyorum
dehaların yapıtlarıyla/dolu dükkanlar/kimileri yaşlandıklarında/
büyük yap-yapıtlar patlatıyorlar/ama benim tutkum onlarınkinden daha büyük/
bu nedenle seçtim ticareti, ne bakıyorsun a hödük!
*çeviren not:isteyen ı'ların üstüne noktaları koyabilir.
Kitabın son sayfasında şairin eseri, büyük Türk Yüksel Arslan'a adandığını okuyoruz. Bu ismi de siz araştırın artık.
RETRO: Kamelot - Karma (2001)
Her ne kadar romantizmin esaretinde senfonik etkili power metal'e imtina etsem de grubun imzası olan sounduna büyük katkıda bulunan bu albümün hala bayağı bir gideri var. Dinlerken ben de terennüm ediyor, gitar sololarını taklit edebiliyorum. Slow parçalar yarı yarıya iyi, bazı sıkıntıları içinde taşımakta. Ama dediğim gibi ben grubu özellikle tempoyu artırdığında seviyorum. Ve burada da iyi örnekler var. Üstelik albüm acayip havalı sona eriyor.
8,0+/10
8,0+/10
14 Kasım 2017 Salı
Aylin Aslım - Gel Git (2005)
Aylin Aslım rock musikisiyle coşmadan önce Türkçe elektronik dans türünde bu albümüyle arzı endam etmişti. Sonuçta global bir sesi ülkemize taşıyarak bendenizde büyük bir etki yaratmıştı kayıt. Üstelik romantizmin doruklarında dans etmesini de biliyordu. Aklıma gelmişken bir hanımleydi de R&B tarzında dilimize bir eser kazandırmıştı, adı hiç aklımda değil. Kaliteli şeyler piyasada kalmıyor, kötü para gibi. 12 sene geriye dönüp baktığımda evet, bazı şeylerin, kayıttan söz ediyorum, eskidiğini söyleyebilirim. O günlerde dahi elektronikanın zaten tekrarlanmış soundunu terennüm ediyordu. Yine de hala etkileyici parçalar içerdiği de su götürmez bir gerçek. Şimdiki piyasaya hakim olan elektronik tabanlı Türkçe pop örnekleriyle kıyaslarsak hele. hele. hele.
7,25/10
7,25/10
13 Kasım 2017 Pazartesi
Stranger Things (Sezon 1&2) / The Man In The High Castle (2. Sezon)
Son dönemde çok ses getiren Netflix dizisi Stranger Things, atmosferi ile göndermede bulunduğu ET gibi seksenler bilim kurgu ve fantastik gerilim filmleri ile birlikte ilk aş romantizmi, iyimserliği (2. sezondaki o talihsiz ölüm hariç), lisede cereyan eden ilişkileri, arkadaşlığı, Allah'ın unuttuğu küçük kasaba motifi kısacası klişe namına elinde ne varsa izleyicinin suratına savururken ve buna rağmen ne yapıyorlarsa ya da sihir mi keramet mi neyse artık, kendisini soluk soluğa izletmesini biliyor. Evet, tam anlamıyla yüzde yüz tatmin olmamakla birlikte pek bir keyifle, aman sormayın, çayım kahveyle mutlu mesut izledim. Yalnız uyarıyorum yeni bölümleri şehirdeki o esmer kıza doğru kayacaksa o şirin kasabayı ve insanlarını geride bırakacaksak , her şey aynı kalabilir mi izleyici nezdinde, şüpheliyim. Bir de dizi ilginçtir o kadar ince komik unsurlar barındırıyor ki, şu bıyıkları yeni terlemiş kıvırcık kafalı psikopat ağbi misal, yine de komedi olmuyor ya, anlamadım.
Diziler genellikle sündürüldükçe tadını kaybeder ve bir bakmışız ki ansızın ortadan kayboluvermişler. The Man in the High Castle ise ikinci sezonu ile daha bir pişiyor, konu, çekimler, senaryo ve oyunculuklar arşa varıyor. Nazi bakanın oğlu Joe Blake hariç. Kendi mesleğim diye söylüyorum, git bankacı ol, ne olursan ol, ama senden oyuncu olmaz arkadaş. Bu Japon ağbiler, Amerikan Nazi generali Joe Smith, Allah'ım nasıl bir oyunculuktur, tüylerim ürperiyor.
Diziler genellikle sündürüldükçe tadını kaybeder ve bir bakmışız ki ansızın ortadan kayboluvermişler. The Man in the High Castle ise ikinci sezonu ile daha bir pişiyor, konu, çekimler, senaryo ve oyunculuklar arşa varıyor. Nazi bakanın oğlu Joe Blake hariç. Kendi mesleğim diye söylüyorum, git bankacı ol, ne olursan ol, ama senden oyuncu olmaz arkadaş. Bu Japon ağbiler, Amerikan Nazi generali Joe Smith, Allah'ım nasıl bir oyunculuktur, tüylerim ürperiyor.
Red Fang - Only Ghosts (2016)
Bilgisayarım hala sorunlar çıkarıyor. Seneye yenisini almak şart oldu. Özet geçeyim. Önceki kaydı daha fazla sevmiştim. Stoner metal camiasında küçük ama etkili bir yer kazanan grubun bu çalışması daha enerjik, daha delişmen olmakla birlikte nedense benim zihnimde bir şeyler tık etmedi, yerine oturunca tık eder ya, öyle, olmadı işte. Tabir-i şey ise biraz zorlama sert bulduğum anlar oldu, özellikle vokalde. Sevdiğim parçalar: No Air, Mastodon'u hatırladım çünki, Not For You, eğlenceli çünki, Dumb Guy, oryantal riff var çünki
7,0+/10
7,0+/10
12 Kasım 2017 Pazar
Philip K. Dick - Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?
Yeni Blade Runner'ın beyaz perdede yayınlanmasından kısa bir süre önce eski Blade Runner'a ilham olmuş bu romanı okuma fırsatı bulmuştum. Film ayrı efsane, bu eser başka efsane. İnsan nedir sorusunu sorgulamak dışında filmden farklı olarak biraz daha aksiyon yanı kuvvetli roman aynı zamanda zehirlenmiş bitmiş bir dünya vasıtasıyla çevre sorununa da eğiliyor. Hayvan sahibi olmanın getirdiği sosyal statü olgusu ve zeka geriliği yaşayan karakteri gibi enteresan detayları ile roman sanki daha farklı bir kulvarda yürüyor. Artık kanaat getiriyorum ki Philip K. Dick usta bir yazar ve ustalığı bilim kurgu türünün ötesinde. 6.45 genelde tercümeleri sebebiyle yoğun oranda eleştirilen bir yayınevi. Eserin İngilizce aslını okumadığımdan kendime güvenerek iddialı bir şeyler söylemeyeceğim. Diyeceğim tek şey bir iki yer dışında tercümenin gayet anlaşılır olduğu. Ama genel olarak diğer eserler gibi bir yavanlık, tekdüzelik yok değil.
9
9
Zomby - Ultra (2016)
Sevdim ben bunu. Tekrarcı ve basit olsa da ne diyeyim kalbime hitap etti, hah ve de hah. Başlarda böyleydi. Sonra deneysel ritimler ve sesler artmaya başladıkça işler değişti. Arayış her zaman iyi güzel de bunu da daha ilgi çekici bir şeylerle süslemek lazım. Ama albüm başıyla sonuyla atmosferik meyilli olma konusunda ortaklaşsa da bu da çok farklı bir şey değil.
6,75/10
6,75/10
11 Kasım 2017 Cumartesi
Kairon; IRSE! - Ruination (2017)
Bu grubun bir önceki albümü rate your music camiasında hayli ses getirmiş hatta bu mevzuya wikipedia'da bile değinilmişti. Bu seneki son albümleri ise aynı heyecanı uyandırmadı. Tür olarak bahsedilen değişimden olsa gerek. Yani post-rock'tan o tınıları tamamıyla terketmeksizin progresif rock'a bir evrim sözkonusu. Ben ise sevdim, çünkü önceki kayıtları hakkında hiç bir fikrim yok. Gitar tonu ve işçiciliği ile saksafon acayip bir kafada. Türün klişelerini harmonik bir güncellemeye tabi tutarak dinleyiciyi, en azından beni sıkmaması, aksine bazı anlarda uzaysı atmosferi ile birlikte ezici trippylikte sergilenen tezat bir uyumla göğüse baskı yapıp salıvermesi pek mestetti. Dediğim gibi ne grubu ne de yetmişler prog rock'ını çok biliyorum. Çünkü dediklerimin tersine baştan sona türün eskilerini tekrar ettiğine dair bir eleştiri de mevcut. Çünkü ilk iki şarkıdaki vurucu dakikalardan sonra bu yöne savrulduğu konusunda ben de benzer görüşleri savunuyorum.
7,50+/10
7,50+/10
9 Kasım 2017 Perşembe
Emerson String Quartet - Debussy Ravel String Quartets (1990)
Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama işte buradayım, bilgisayarı yoğun bakıma bırakmışken ben de dinleneyim dedim bir süreliğine. Yokluğunda çok kitap okudum, biraz da müzik dinledim. Yani batı cephesinde yeni bir şey yok.
Dinleye dinleye alıştığım ama içime tam anlamıyla sindiremediğim bu çalışma, ünlü bir yaylı dörtlüsü olan Emerson String Quartet tarafından kaydedilmiş. Debussy ve Ravel, yanılmıyorsam modern çağın başlangıcında eserler vermiş iki nadide bestekar. Besteler ne kadar asıllarına uygun yorumlanmış bilemeyeceğim ama dinleyeni endişe ve kaygıya gark eden bir teknikle çalınıyor. Özellikle Debussy'de bunu duymak mümkün, bu yüzden dramatik çeşitliliğin ve gerilimin hakim olduğu bir film müziği gibi gelmiyor değil kulağa. Fakat yine de modern soundtracklerin esprilerinden de uzakta. Aslında bu da tesadüf değil, Debussy izlenimcilik akımının en önemli temsilcisi olarak biliniyor imiş. Dolayısıyla benim daha çok sevdiğim melodi yerine duygusal atmosfere ağırlık verildiğini söyleyebiliriz. Yine de örneğin 3. parçadaki keman bölümünde duyulduğu üzere akılda kalıcı harmoniler üretilmediği anlamına gelmiyor elbet. Tecrübeli kulaklar sebebini daha rahat ifade edecekler belki, eseri oluşturan dört bölüm de birbiriyle bir şekilde bağlantılı, ne kadar farklı olsa da birbirini tamamlayan bir bütünlük teşkil ediyor. Ancak benim gibi tecrübesiz biri için bu 25 dakikada çok fazla şey meydana geliyor, çok fazla şey deneniyor.
Bolero namındaki eseri ile bilinen Ravel de Debussy gibi aynı akımın bir mensubu imiş. Özellikle melodilerin ve atmosferin daha güçlü ve akılda kalıcı bir yanı olduğunu söylemek mümkün , tekrarlarıa daha sık başvurulması da önemli bir etken tabi. Aslında bu bestenin ilginç bir hikayesi var: Debussy'nin bu kayıtta yer alan eseriin örnek alınarak bestelemiş Ravel. Debussy'nin deneyselliğini geriye götürüp geleneksel klasik müzik normlarını hakim hale getirmiş. O yüzden de dinlerken daha ferah ve rahat hatta güvende hissediyorsunuz kendinizi. Sıcak bile diyebilirim, kimse durdurmayacaksa beni. Ravel, ilk dönem izlenimcilerin muğlaksızlığını ve modelsizliğini terkettim demiş. 2. bölümün girişi Taht Oyunları!nın meşhur parçasındaki benzer bir teknikle açılış yapıyor, telleri çekiştirip bırakarak. Ravel'in eseri İspanyol anadan ve Çinli babadan doğma bir dansçının performansını izler gibi bir tat bırakıyor. Sanırım albümü oluşturan bu iki eserden hangisine daha meyilli olduğum böylece anlaşılmıştır. Yalnız son bölüm diğerlerine göre Debussy'nin tarzına daha yakın.
7,25+/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)