30 Ağustos 2020 Pazar

Spinoza - Ethica


 Tanrı hiç kimseyi sevmez, hiç kimseden nefret de etmez.

Tanrı yani Doğa dediğimiz o ezeli-ebedi ve sınırsız Varlık nasıl zorunlu olarak varsa, zorunlu olarak da hareket eder. Doğa ereksel bir nedenle varolmadığı gibi ereksel bir nedene göre de hareket etmez. Spinoza için Tanrı kendisinin nedeni olan, özü varoluşunu gerektiren, başka hiç bir şeye bağlı olmayan, ama başka her şeyin kendine bağlı olduğu katıksız, saf varlıktır. Onun Tanrı'dan anladığı daha çok Evren, Doğanın Tekbiçimliliği, Gerçeklik, Mutlak Olan'dır. Töz yada Tanrı her biri ezeli ve ebedi oluşunu ve sonsuz özünü ifade eden sonsuz sıfatlardan ibaret olandır ve zorunlu olarak vardır. Varolan her şey Tanrı'da vardır ve Tanrı olmadan hiç bir şey olamaz ve kavranamaz.Tanrı'da mutlaka hem kendi öznünü hem de kendi özünden zorunlu olarak çıkan her varlığın fikri bulunur. İnsanın özü Tanrı'nın sıfatlarının belirli durumlarından oluşur.

."İyi" ve "kötü" düşünme biçimlerinden ya da şeyleri birbiriyle kıyaslayarak oluşturduğumuz kavramlardan başka bir şey değillerdir. Bu yüzden bir ve aynı şey aynı zamanda hem iyi hem kötü, hem de ne iyi ne de kötü olabilir. İyiden kastı biz yararlı olduğundan emin olduğumuz şey, kötüden kastı iyi olan bir şeye erişmemizi engelleyen şey. İnsanın kendi gücü ve aklı dahilindeki arzular her zaman iyidir. Diğerleriyse iyi de olabilir, kötü de. Biz bir şey için çabalıyorsak, onu istiyorsak, ona iştah kabartıyorsak (arzu bilincine varılan iştahtır), yani onu arzuluyorsak, bunu o şeyin iyi olduğuna hükmettiğimiz için yapmıyoruz, tersine onu arzuladığımız için o şeyin iyi olduğuna hükmediyoruz. 

Duygu insanın yaşadıklarının vs bir sonucu olan heyecanları, coşkuları, arzuları, kısacası zihinsel ve bedensel değişimidir. Bu değişimin nedeni insandan kaynaklanmıyorsa meydana gelen duygu edilgen bir duygudur. Aksi durumda ise etken bir duygudur. Birebir fikirlere sahip olduğumuz zaman yani nedeni Tanrı'dan ise etkendir. Tüm duygular arzuyla, sevinçle yada kederle ilişkilendirilir ki son ikisi edilgen durumlardır. İnsanın salt kendi doğasının yasalarından kaynaklanan şeyleri yapma gücüne sahip olan özü "erdem" dir. Kendilerine yararlı olanı aklın kılavuzluğunda arayan insanlar kendileri için istemedikleri şeyi başkaları için de istemezler, bu yüzden de böyle insanlar adil, güvenilir ve onurlu olarak bilinirler. Herkes kendisine yararlı olanı aradığı ölçüde, yani kendi varlığını korumaya çabaladığı ve bunu başarabildiği ölçüde erdemle donanır. Mutlak anlamda erdemli hareket etmek sadece aklın kılavuzluğunda hareket etmek, yaşamak ve varlığımızı sürdürmek demektir. Edilgen duyguların hışmında insanlar doğaca farklılıklar yaşar, birbirlerine aykırı düşebilir. aklın kılavuzluğnda ise doğal bir uyum gerçekleşir. Çünkü aklın kılavuzluğunda yaşadıkları sürece zorunlu olarak sadece insan doğası için iyi olan şeyleri, dolayısıyla tek tek her insanın doğasına iyi olan yani her insanın doğasına uygun düşen şeyleri yaparlar. Erdemin peşinden koşan her insan kendisi için istediği iyiyi diğer insanlar için de isteyecektir ve Tanrı'ya ilişkin bilgisi arttıkça bu isteği de artacaktır. Edilgen bir duygu hakkında açık ve seçik bir fikir oluşturduğumuz anda edilgen olmaktan çıkar. Zihin her şeyin zorunlu olduğunu anladıkça duygular üzerindeki hakimiyetini artırır. Aklımızı elimizden geldiğince mükemmel kılmak bizim için her şeyden daha faydalıdır. Gerçekten de mutluluk, Tanrı'yı sezgisel olarak bilmekten doğan ruh huzurundan başka bir şey değildir. Aklımızı mükemmel kılmaksa, Tanrı'yı ve Tanrı'nın sıfatlarını ve onun doğasının zorunluluğundan kaynaklanan edimlerini anlamaktan başka bir şey değildir.


Şan ve şeref özellikle en iyileri ardına takar götürür. Filozoflar bile şan ve şerefe önem verilmemesine dair yazdıkları kitapların üzerine imzalarını atarlar.

Nefret ettiğimiz bir şeyin yok olduğunu ya da başına başka türlü bir kötülük geldiğini hayal edince duyduğumuz sevinç hiç bir üzüntü hissetmeden yaşanmaz.

28 Ağustos 2020 Cuma

Ruhi Su - Karacaoğlan (1972)

Karacaoğlan'ın ne bir rock grubu vardı ne de TRT saz ekibiz arkasında. Sazıyla kendisi sadece, tıpkı Ruhi


Su gibi. Karacaoğlan'ın türkülerini derleyip yorumlayan Ruhi Su hayatı boyunca fikirleri dolayısıyla eziyet görmüş bir ozan. Bu yüzden de maalesef sol çevrelere sıkışan bir kimlik. Ne yazıkki günümüzde de bu sınırlar arasında pek bir erime yok, tam tersine tüm dünyada kutuplaşmalar artıyor, herkes daha da kinleniyor. Halbuki sanatçının opera eğitimini tamamladığını biliyor muydunuz? Bu donanım, yani... Vasıfsız insanların sırf birilerinin adamı diye köşe başlarını tuttuğu, bunun normalleştiği bir dönemde idrak edebiliyor muyuz? Kayda bir bakın, albüm kapağı Abidin Dino'ya, fotoğraf Ara Güler'e ait. Gelelim subjektif değerlemeye. Parçaların düzenlemesi çok kısa. Farklı ve dolayısıyla etkileyici vokal tekniklerinden bir tanesinin, boğazın gerisinden yankılanan diyeyim, şahsen bana itici gelmesi. Bu ikisi benim keyfimi kaçıran unsurlar oluyor. Kaydın kısa olması iki albümle birlikte, sanırım Pir Sultan Abdal, basılıp satılmasını neden olmuş.

7,50+/10

27 Ağustos 2020 Perşembe

Anton Brückner - Symphonie No. 0; Helgoland; Psalm 150 (Barenboim, 1992)

 

0 nolu senfoni, doğru okudunuz. -1, -2 diye geriye doğru sıra takip eden bir senfoni hiç yazılmış mıdır, bilmem ama bunun hikayesi bi ilginç. İlk değil ikinci yazdığı senfoni bu Brückner'in. Yazdıklarını bir eleştirmene okutur besteci ve hiç de beklemediği bir tepki alınca, bundan kelli bu senfoni benim için hükümsüzdür der, başlığına ortası çizik sıfır atar. Hayattayken de hiç sahnelettirmez hatta sonraları tüm yapıtlarında dahi yer almaz. Sonradan sonradan arşivci, rahatsız klasik müzikseverlerin ittirmesiyle kayıtları basılır, nadiren de konserleri yapılır.  Brückner'in senfonileri genelde dinleyiciyi yakalayabilen albenili çalışmalar oluyor. Bu da farklı olmamakla beraber, çeşitliliği, renkliliği ve yankılanan yaylıların coşkusu, odak sorunu yaşıyor gibi. Senfonilerin ana teması olarak bugüne kadar işte ölüm, doğa, acı, coşku gibi baskın duyguların, deneyimlerin ilişkilendirildiğini duydum. Ben burada karıştım biraz. Emin olduğum şey ise bazen sıkıcı bir hatta düşse de depresif, negatif bir atmosferi yok. Üflemeli çalgıların kuşları andırması gibi incelikler hasret kaldığımız detaylar. Bu yüzden senfoninin 3. bölümü tüm kaydın en dikkat çekici kısmı.

Helgoland, Alman yurtseverliğini temsilen bestelenen koro çalışması datturu dutturu epik dinamizmi ile beklenenin tersine çok da büyük bir etki uyandırmadı üzerimde. Aslında bu besteye ilham veren olay da ilginç. İngilizlerle Almanların Zanzibar ile Almanya'ya yakın Helgoland'ı değiş tokuş etmesi gibi. Sanatçının son bestesi. 150 nolu Psalm ise haleluyalı kutlamalı dini bir parça ve ruhani yön keyifli olmakla birlikte trompetler bazen fazla çınlıyor. Bir bakıma çınlayan ve sınırları zorlayan trompet tüm kayıt boyunca basit bir hava yaratıyor.

7,50/10

25 Ağustos 2020 Salı

Steve Roach - Origins (1993)

 

Fallout bilgisayar oyununun post apokaliptik tribal atmosferine ses veren Mark Morgan'ın albümlerinden sonra benzer havayı dinleyiciye deneyimlendiren kayıtlara ancak eyvallah deriz. Kısa süre önce Saba Alizadeh'nin Fallout evrenine Ortadoğu'dan ses verdiğini belirtmiştim. Bu kayıt da Amazonlar'dan dinleyiciyi selamlıyor. Radyoaktif serpintilerle eciş bücüş hallere çekilen çarpık ağaçların uğursuz tekinsiz korkunç boğukluğundan kaçınırken şenlik ateşinde dans eden aç yamyam mutant kabilelerine denk gelebilirsiniz. Üç başlı leoparların, fil yutan anakondaların, kanatlanan testere dişli pirana sürülerinin kabus gibi üzerinize çöreklendiği bu dünyada tüyler ürpertici fısıltıların sarmaladığı bu müzik yok oluşunuza eşlik edecek yegane şey olabilir.

8,0--/10

22 Ağustos 2020 Cumartesi

Blut Aus Nord - Hallucinogen (2019)

 

Atmosferik black metal içinde melodik bir sounddan endüstriyele oradan atonal modern sounda kendini durmadan değiştiren, geliştiren bir hat izleyen gruba yetişmek çok da kolay değil. Özellikle takip etmeye çalışmakla beraber splitler haricinde 2009 yılından sonraki her albümünü dinledim demeyi isterdim. Kronolojisine bakınca 2011/12 yıllarında 777 serisinden iki kaydı kaçırdığımın farkına varıyorum. Neyse, gruba getirdiğim bir eleştiri özellikle son atonal macerasını yaşadıkları döneme yönelik, geç kaldıkları ve DsO'nun gölgesini aşamadıklarıydı. Bu albümle ise böyle bir helecan dalgası yaratmış görünüyorlar. Bildiğim kadarıyla saykedelik unsurlar black metal dünyasına Caina, Oranssi Pazuzu gibi gruplar vasıtasıyla girmişti. Blut aus Nord da kendi yorumuyla bu kervana katılıyor yada yine öncülüğü alamadılar, diğer bir deyişle. Amma yorumları iyi, yalın değil derin bir hipnotizma deneyimi sunuyorlar. Vokal dahi chant ve koro normlarında enstrümantal bir etki yaratmada kullanılmış. Gitar işçiciliği Baroness gibi renkli bir atmosfer yaratıyor, daha çok enteresan albüm kapağının renklerinde. Bir kaç şarkında vokaller işte Rotting Christ'ten beklentim bu olurdu dedirtecek cinstten. Üstelik parçaların içinde geçişler çok daha keyifli, bestenin güzergahı profesyonelce inşa edilmiş. Progresif diyorlar böyle şeylere galiba. Başarılı bir albüm. Devrim değil ama grup güzel bir yola girmiş. Hatta yolun yarısına bile gelmişler.

8,0/10

19 Ağustos 2020 Çarşamba

RETRO: Lacrimosa - Einsamkeit (1992)

 Nasıl klasik eserleri bir gençken, bir orta yaşlarda, bir de yaşlılıkta okunduğunda farklı deneyimler

sunduğu iddia ediliyorsa, sanki o kadar vaktimiz varmış gibi, müzik de bir bakıma farklı değil. Zamandan inanılmaz etkileniyor. Lacrimosa'nın hastasıydım, gençken damardan damardan girerdi kanıma. Şimdi hmm diyorum, dememe şaşırıyorum. Disiplinli, karnavalımsı efektlerden tribal neofolka farklı havaları dinleyiciye teneffüs ettiren,  farklı tempo sergileyen çalışma yine de neoklasik şemsiye altında diyebiliriz. Pamık piremsese elma sunan kötü kalpli cadı vokali grubun imzası, sevseniz de sevmeseniz de. Yalnız kayda sinen enerji eksikliği ve o sönüklük nedense şimdi beni uzaklaştırıyor. Ayrıca albüm yegane bir zirvenin gölgesi altında: Deiner eines Geistes.

6,75/10

18 Ağustos 2020 Salı

RETRO: Mortiis - Ånden som gjorde opprør (1995)

 

Önceki albümden bir kaç adım daha ötede bu çalışma. Biraz daha dinamik biraz daha hareketli biraz daha ilginç. Olabildiğince, yoksa Mortiis'in hep bir çiğ, yalın, kolaya kaçan tavrı burada tamamıyla yok olmuş değil. İkinci şarkının başlangıcı da ilkinden çok da farklı değil ki daha fazla parça yok zaten. Biraz bilgisayar oyunu fragman videolarına benzememiş değil. 40 dakika fazlasıyla içiçe geçiyor, kulakkarman çorman. Ancak hala dungeon synth denen şeyi çok idrak edebilmiş değilim. Belki farklı isimlerin de çalışmalarını dinlemek yardımcı olur.

6,75+/10

13 Ağustos 2020 Perşembe

Mabel Matiz - Maya (2018)

 

"Sezen Aksu'nun 1991'de çıkardığı Gülümse'den sonra, Türk pop müziğinin en iddialı ve ses getiren albümlerinden biri" 

Kendi istemi dışında sürüklendiği saçma ve de sapan tartışmayı bir kenara değil bayağı gerilerde bırakırsak şarkıcının ses rengi ve yayvan söyleme tekniği pek de benlik olmadığı için ara ara Sultan Süleyman gibi şarkıları dikkatimi çekse bile oturup da kendisini adamakıllı dinlemeyi daha önce hiç aklıma getirmedim. Amma burada öyle bir parça var ki kendileri Çukur olur, bir ufak açtırır. Hani illa ki olur ya dinlerken bir parçayı, eleştirmen kesilirsiniz, işte şurası şöyle olsaydı muhteşem olurdu, burası böyle olsaydı fantastik olurdu dersiniz. Müjde müjde size, bize ve yurtdışındaki temsilciliklere! Çukur'un eksiği, tersliği yok. Neyse ki beni irkilten tarzı, folklorik (sözlere bakınız) bir yönden saykedelik popa çeşitlilik gösteren akacak bir yol bulmuş kendine. Zira 20 küsur parça ve 1 buçuk saati aşan sürede odaklanmak zor olurdu. MGMT ve Empire of the Sun'ın Türkiye yerelliğine taşıyor benzetmesi yapmak isterim. Üstelik ilmek ilmek dokunduğu belli güçlü besteler, usta bir ekibin de emaresini taşımakta. Boyalı da Saçların, A Canım, Mendilimde Kırmızım Var böyle şarkılar. Ancak kişisel bağlantı kurabileceğiniz misal Çukur demiştim ama Yaban da yabana atılır cinsten değil, şarkılar da mevcut. Ha, albümün süresi bu kadar uzun olunca kaydın sonuna doğru bestelerin bir gelgitli hale dönüştüğü de aşikar. Sonuç olarak Türk popu son seneler alternatif seslerin yükselişi ile kan tazeliyor, dünyadaki pop da hakeza öyle. Güzel takip edilesi işler çıkıyor. Maya, sanatçının magnum opus'u olup tarihte emsalsiz yerini mi alacak yoksa sanatçı Maya'yı tarihteki yerinde bırakıp sollayıp geçecek mi, zaman gösterecek. Biz iyi dileklerimizi kendisine gönderelim, dinlemesi gayet keyifli, şiir samimiyetindeki çalışması için.

7,50+/10


5 Ağustos 2020 Çarşamba

Cult of Luna - A Dawn to Fear (2019)

Bu albüme alışana kadar canım çıktı. Şimdi de bırakamıyorum, kulağıma dolandı iyice. 
Tekrar eden melodileri ton hoplataraktan  kreşendoya bağlayan ve yavaş bir tempo izleyen ve dinleyenleri ağır atmosfere boğan bir formülü izleyen grup yavaş yavaş bu formülü tamamıyla da terketmeden yeni sulara kulaç atıyor. Rifflerle bezeli teknik komplike progresif bir durgun bir çalkantılı dalgalarla boğuşuyoruz. Benim için hala fazla depresif, vokal fazla zorlayıcı, boğaz pastili versin biri yafu, tempo fazla süründürücü. Ve maalesef bu sınırı hiç bir zaman aşamayacağım. Bir bakıma kaydın kendisi sürüm sürüm süründürüyor. Sanat filmi gibim bir şey, ter dökerek imtihan ediyorsunuz ama kalıcı bir iz de bırakıyor. İğne iğne emek harcanan besteler endişeye mi gark eder, panik atak mı uyandırır bilmem ama değişik duygularla tanışacağınız kesin. Örneğin ben dışarıda katil gibi yürüyordum bunu dinlerken. Lights on the Hill, Nightwalkers gibi sıkı ve haysiyetli parçalara dikkat diyelim. Zamanınızı ayırın, pişman kalmayacaksınız. 

7,75-/10