Tanrı hiç kimseyi sevmez, hiç kimseden nefret de etmez.
Tanrı yani Doğa dediğimiz o ezeli-ebedi ve sınırsız Varlık nasıl zorunlu olarak varsa, zorunlu olarak da hareket eder. Doğa ereksel bir nedenle varolmadığı gibi ereksel bir nedene göre de hareket etmez. Spinoza için Tanrı kendisinin nedeni olan, özü varoluşunu gerektiren, başka hiç bir şeye bağlı olmayan, ama başka her şeyin kendine bağlı olduğu katıksız, saf varlıktır. Onun Tanrı'dan anladığı daha çok Evren, Doğanın Tekbiçimliliği, Gerçeklik, Mutlak Olan'dır. Töz yada Tanrı her biri ezeli ve ebedi oluşunu ve sonsuz özünü ifade eden sonsuz sıfatlardan ibaret olandır ve zorunlu olarak vardır. Varolan her şey Tanrı'da vardır ve Tanrı olmadan hiç bir şey olamaz ve kavranamaz.Tanrı'da mutlaka hem kendi öznünü hem de kendi özünden zorunlu olarak çıkan her varlığın fikri bulunur. İnsanın özü Tanrı'nın sıfatlarının belirli durumlarından oluşur.
."İyi" ve "kötü" düşünme biçimlerinden ya da şeyleri birbiriyle kıyaslayarak oluşturduğumuz kavramlardan başka bir şey değillerdir. Bu yüzden bir ve aynı şey aynı zamanda hem iyi hem kötü, hem de ne iyi ne de kötü olabilir. İyiden kastı biz yararlı olduğundan emin olduğumuz şey, kötüden kastı iyi olan bir şeye erişmemizi engelleyen şey. İnsanın kendi gücü ve aklı dahilindeki arzular her zaman iyidir. Diğerleriyse iyi de olabilir, kötü de. Biz bir şey için çabalıyorsak, onu istiyorsak, ona iştah kabartıyorsak (arzu bilincine varılan iştahtır), yani onu arzuluyorsak, bunu o şeyin iyi olduğuna hükmettiğimiz için yapmıyoruz, tersine onu arzuladığımız için o şeyin iyi olduğuna hükmediyoruz.
Duygu insanın yaşadıklarının vs bir sonucu olan heyecanları, coşkuları, arzuları, kısacası zihinsel ve bedensel değişimidir. Bu değişimin nedeni insandan kaynaklanmıyorsa meydana gelen duygu edilgen bir duygudur. Aksi durumda ise etken bir duygudur. Birebir fikirlere sahip olduğumuz zaman yani nedeni Tanrı'dan ise etkendir. Tüm duygular arzuyla, sevinçle yada kederle ilişkilendirilir ki son ikisi edilgen durumlardır. İnsanın salt kendi doğasının yasalarından kaynaklanan şeyleri yapma gücüne sahip olan özü "erdem" dir. Kendilerine yararlı olanı aklın kılavuzluğunda arayan insanlar kendileri için istemedikleri şeyi başkaları için de istemezler, bu yüzden de böyle insanlar adil, güvenilir ve onurlu olarak bilinirler. Herkes kendisine yararlı olanı aradığı ölçüde, yani kendi varlığını korumaya çabaladığı ve bunu başarabildiği ölçüde erdemle donanır. Mutlak anlamda erdemli hareket etmek sadece aklın kılavuzluğunda hareket etmek, yaşamak ve varlığımızı sürdürmek demektir. Edilgen duyguların hışmında insanlar doğaca farklılıklar yaşar, birbirlerine aykırı düşebilir. aklın kılavuzluğnda ise doğal bir uyum gerçekleşir. Çünkü aklın kılavuzluğunda yaşadıkları sürece zorunlu olarak sadece insan doğası için iyi olan şeyleri, dolayısıyla tek tek her insanın doğasına iyi olan yani her insanın doğasına uygun düşen şeyleri yaparlar. Erdemin peşinden koşan her insan kendisi için istediği iyiyi diğer insanlar için de isteyecektir ve Tanrı'ya ilişkin bilgisi arttıkça bu isteği de artacaktır. Edilgen bir duygu hakkında açık ve seçik bir fikir oluşturduğumuz anda edilgen olmaktan çıkar. Zihin her şeyin zorunlu olduğunu anladıkça duygular üzerindeki hakimiyetini artırır. Aklımızı elimizden geldiğince mükemmel kılmak bizim için her şeyden daha faydalıdır. Gerçekten de mutluluk, Tanrı'yı sezgisel olarak bilmekten doğan ruh huzurundan başka bir şey değildir. Aklımızı mükemmel kılmaksa, Tanrı'yı ve Tanrı'nın sıfatlarını ve onun doğasının zorunluluğundan kaynaklanan edimlerini anlamaktan başka bir şey değildir.
Şan ve şeref özellikle en iyileri ardına takar götürür. Filozoflar bile şan ve şerefe önem verilmemesine dair yazdıkları kitapların üzerine imzalarını atarlar.
Nefret ettiğimiz bir şeyin yok olduğunu ya da başına başka türlü bir kötülük geldiğini hayal edince duyduğumuz sevinç hiç bir üzüntü hissetmeden yaşanmaz.