7,75+/10
30 Ekim 2025 Perşembe
Deafheaven - Lonely People With Power (2025)
2025 sona ererken bu yıla ait dinlediğim ilk kayıt Deafhaven'a ait zira konserleri yaklaşıyor. Ve bu albüm o kadar beğenildi ki, senenin en iyileri listelerine en baştan girdi bile. Bir kere grubun en sert işi olabilir. Black metal değiliz diyorlar ya en black albümleri. Diğer yandan shoegaze estetiği ile harmanlanmanın en mahir ürünü. Daha ilk dakikalarda fazla geliyor sanki, bir şok dalgası aşıyor bizi. Amma bu vakkıt yılın sorusu geliyor: Herkese hitap ediyor mu? Ben ticari açıdan çok da başarılı olacağını düşünmüyorum. Kendi beğenime göre de vokaldeki agresif tizlik bir ton azaltılsa daha iyi olur kanaatindeyim. Misal Heathen'deki "pop" yöneliş ya da ara ara göze batan gotik sızıntı daha ilgi çekici gelmedi değil. İyi bir albüm olmasına iyi de heyecanım kursağım seviyesinde kaldı, bir tık daha yukarı çıkabilmeliydi. Binaenaleyh benim 2025 listemin başına oturmayacağı kesin.
29 Ekim 2025 Çarşamba
RETRO: Lake of Tears - Black Brick Road (2004)
Metal dünyasında özgün gruplar yok yafut sintetik sulandırılmış birleşimler pek moda. Herbirzaman özleyeceğimiz böylesine özel grubun bu 6. albümüne tekrar kulak veriyoruz. Sound olarak önceki ve sonraki ile aradaki bağı kuruyor. Bu yüzden bir oturmamışlığı vardır doğrudur. Yine de tam bir gotik pop metal ürünü. Üzülürken dans edip kafa sallamaya çalışabilir ve istenmeyen sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Yok yani benzeri. Çok sayıda imza parça içeriyor, bence. Melodramı da geçirmede oldukça başarılı. Bayağı böyle terennümlerle eşlik edersiniz dinlerken. Pek pek de yüreğe dokunur, acıtır. Diğer yandan grup hiç bir zaman çok derin yada karmaşık şarkı bestelemedi. Progresiflik varsa da orgtandır, bir hafif nostaljik tarafıdır. Böyle büyük bir beklenti içine de girmemek lazım diye ekliyorum. Eski dostlardandır kısacası.
8,25/10
R.F. Kuang - Haşhaş Savaşı I
Son zamanların en revaçta yazarlarından R.F. Kuang yazın dünyasına ilk adımını fantastik bir üçleme ile yapmıştır. Ve daha o vakitte ismini duyurmuştur. Coğrafi ve tarihi esin kaynağı Çin'dir bir kere. Kötü işgalciler de Japonlara denk düşmektedir. Felsefi alt yapı da o coğrafyaya ait olacaktır bittabi. En zeki gençlerin sınavla alındığı enderun benzeri akademiye adımını atan yetim bir genç kızın hikayesidir bu. Soykırıma uğratılmış gizemli Speer halkı ile bağlantısı çıkacaktır ama bu bağlantı da gizemin bir parçasıdır. Kızımızın özelliği tanrılar panteonuna ulaşabilmesi ve onların gücünü dünyaya çağırabilmesidir. Ateş tanrıçası Anka'yı kendi parçası olarak seçer. Yazarın kalemi kıvrak, çok hızlı bir şekilde aksiyon tabanlı metni yalayıp yutabiliyoruz. Bu bahsettiğim arkafon da, tarih, mit, kültür, coğrafya vb. , kızın güçlenmesi için bir kaldıraç konumunda. Demek istediğim tempo ve merak ile uyum iyi inşa edilmiş. Türün ilgi uyandıran nüvelerine bir şekilde değinilmiş, kadın kahraman, okul ilişkileri, ilk hoşlanışlar, intikam, tekmili birden burada. Okuduktan sonra akılda ne kalacak, tartışılır. Kurguya hizmet etme dışında derin bir altyapı sunduğunu söylemek zor çünkü. Farklılığı ve hünerli yazımıyla ise gayet doyurucu ve bunlar serinin devamını getirmek için yeterli sebepler.
Rain World - Mafia - Civilization 3
Rain World 2D bir oyun, siyahın tonlarının hakim olduğu bir yer altı dünyasında beyaz bir gelincik gibi bir şeysiniz. Ve en basit tanımıyla hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. Sizi yemeye çalışan diğer hayvanlar var. Siz de yarasa, meyve peşindesiniz. Hoplama tırmanma tuşlarıyla bir yandan avcılardan kaçarken bir yandan doğal engelleri aşıyorsunuz. Haritaları açıp oyunu keşfetmek amacınız. Ancak sığınıp oyunu kaydedeceğiniz alanlar kısıtlı. Bir de yağmur yağmasın mı? Ölüyorsunuz yine. Oyunu anlamaya çalışmayı bırakıp zamanı akışına bırakacak ve keşif dürtüsü ile kendinizi kaybedeceksiniz.
2002 tarihli Mafia büyük bütçeli oyunlardandı zamanında. Remake değil de orijinal oyunu şu an oynamak biraz çaba gerektiriyor. Hem görseller hem de oynanış zorlukları öne çıkıyor. Zaten oyun hiç bir zaman kolay değildiki de derler. Konusu derin ve maalesef bol videolu. Kendimizi 30'lu yılların mafyası içinde buluyor ve görevleri yerine getiriyoruz. İlk başlarda meslekten ötürü şehir içinde getir götür işleriyle başlıyoruz. Yani 30'lu yılların arabalarını sürme imkanı buluyoruz. Kuul beybi. Orada kalmıyor zorlu bir araba yarışına bile katılıyoruz. Dediğim gibi usandırıcı bir zorluğu var ve bir otelde yarattığım katliamdan kaçıp çatıdan çatıya hoplarken az kalmış canımla bir düzine polisi de etkisiz hale getirmişken küt diye sniperların hedefi olunca, yani oyunun %40'ı sularına denk ediyor, eh artık yeter dedim.
İkonik bir seridir Sid Meier'in Civilization'ı. Bu da henüz üç boyutlu göz alan parlaklıktaki minyatürlere teslim olmadan önceki son ürünlerinden 2001 tarihli serinin üçüncüsü. Herhalde geçmişte oynamışımdır, efsane bir seridir sıra tabanlı stratejide. Kendi küçük conquest kampanyaları olduğu gibi uzunca , dayanabilirseniz, süreceğini ümit ettiğimiz ana oyuna da sahip. Ne zaman üç boyut geldi bence bu oyunlar bozulmaya başladı. Age of Empires da böyleydi. Ama mantık benzer, bir medeniyet seçiyorsunuz, bir yandan büyüyerek kentler kurarken, kaynaklara ulaşıyor bir yandan da ordunuzu inşa ediyorsunuz. Fark şu, kaynaklar için haritada binalar inşa etmiyorsunuz da otomata bağlayabileceğiniz köylüler çalışarak ekmek kazandırıyor kentlere. Dolayısıyla kaynaklara yakın optimal lokasyonlarda şehir kurmak önemli. Yine de tapınak, kışla gibi verimliliği, mutluluğu artırıcı, yolsuzlukları önleyici binalar yapmaktan kaçış yok. Diğer ülke liderleri ile de aranızı iyi tutup alışverişler yapmanız, teknoloji yarışında geri kalmamanız gerekli. Fakat önyüzde eksiklikler göze çarpıyor, kullanıcı dostu değil ve biraz ilkel kalmış. Zaten oyunun kendisi günümüze göre biraz basit kaçıyor. Lakin oynanış hala çok iyi. Çatır çatır zaman yiyor vallahi. Bu yüzden fazla uzatmadan elimizi fare gibi pis meretlerden biraz uzak tutmaya gayret ediyoruz.
2002 tarihli Mafia büyük bütçeli oyunlardandı zamanında. Remake değil de orijinal oyunu şu an oynamak biraz çaba gerektiriyor. Hem görseller hem de oynanış zorlukları öne çıkıyor. Zaten oyun hiç bir zaman kolay değildiki de derler. Konusu derin ve maalesef bol videolu. Kendimizi 30'lu yılların mafyası içinde buluyor ve görevleri yerine getiriyoruz. İlk başlarda meslekten ötürü şehir içinde getir götür işleriyle başlıyoruz. Yani 30'lu yılların arabalarını sürme imkanı buluyoruz. Kuul beybi. Orada kalmıyor zorlu bir araba yarışına bile katılıyoruz. Dediğim gibi usandırıcı bir zorluğu var ve bir otelde yarattığım katliamdan kaçıp çatıdan çatıya hoplarken az kalmış canımla bir düzine polisi de etkisiz hale getirmişken küt diye sniperların hedefi olunca, yani oyunun %40'ı sularına denk ediyor, eh artık yeter dedim.
İkonik bir seridir Sid Meier'in Civilization'ı. Bu da henüz üç boyutlu göz alan parlaklıktaki minyatürlere teslim olmadan önceki son ürünlerinden 2001 tarihli serinin üçüncüsü. Herhalde geçmişte oynamışımdır, efsane bir seridir sıra tabanlı stratejide. Kendi küçük conquest kampanyaları olduğu gibi uzunca , dayanabilirseniz, süreceğini ümit ettiğimiz ana oyuna da sahip. Ne zaman üç boyut geldi bence bu oyunlar bozulmaya başladı. Age of Empires da böyleydi. Ama mantık benzer, bir medeniyet seçiyorsunuz, bir yandan büyüyerek kentler kurarken, kaynaklara ulaşıyor bir yandan da ordunuzu inşa ediyorsunuz. Fark şu, kaynaklar için haritada binalar inşa etmiyorsunuz da otomata bağlayabileceğiniz köylüler çalışarak ekmek kazandırıyor kentlere. Dolayısıyla kaynaklara yakın optimal lokasyonlarda şehir kurmak önemli. Yine de tapınak, kışla gibi verimliliği, mutluluğu artırıcı, yolsuzlukları önleyici binalar yapmaktan kaçış yok. Diğer ülke liderleri ile de aranızı iyi tutup alışverişler yapmanız, teknoloji yarışında geri kalmamanız gerekli. Fakat önyüzde eksiklikler göze çarpıyor, kullanıcı dostu değil ve biraz ilkel kalmış. Zaten oyunun kendisi günümüze göre biraz basit kaçıyor. Lakin oynanış hala çok iyi. Çatır çatır zaman yiyor vallahi. Bu yüzden fazla uzatmadan elimizi fare gibi pis meretlerden biraz uzak tutmaya gayret ediyoruz.
28 Ekim 2025 Salı
Kaptan Kadavra - Mental Yara (2023)
Yaptıkları müziğe isim verme konusunda zorlanılan ve tam da bu sebeple alışık olmadığımız (elbette yurtdışında benzerleri vardır, dünya 1'den büyük çünkü, o 1 bizim nadide ülkemiz oluyor) özgünlük sergilemesiyle dikkat çeken bir grubumuz. İşlerinde ciddiler ve istikrarı yakalamışlar zira beş senede üç albüme imza çakmışlar. Bu da numero 2. Sert, ekstrem bir sound, tiz desibelde çığlıksı vokaller ve yarım yamalak anlayabildiğimiz kadarıyla Türkçe sadece parçaların isimlerinden ibaret değil. Bence büyük bir artı. Herbirkesin dediği gibi grup içinde üretilen albüm kapağı ve sanatına da selam edelim. Sound zorluyor tabi, herkese hitap etmiyor. Amma hemen hemen herkes kendisine ait bir şeyler bulabiliyor, öyle de ilginç. Ben tür olarak kendimce kararmış hardkor dedim. Onlar ise bir röportajda şöyle tarif etmiş kendi seslerini: ıhtan (bunu anlamadım valla) black metal ve azıcık stoner esintileri hissettiren, ama merkezinde groove, doom, sludge ve death metali harmanlayan Türkçe sözlü bir metal türü. Yok yok yanisi.
6,75+/10
27 Ekim 2025 Pazartesi
El Wali - Tiris (2019)
Batı Sahra diye işgal edilmiş bir sömürge devleti var, bilir misiniz bilmem Afrika'nın batı ucunda. Moritanya sizle mi uğraşıcam deyip geri çekilmiş ve tüm topraklar Fas himayesine girmiş. Hala bir avuç direnişçi kalmış geriye. İşte o ülkeden ses veren bir grup El Wali. Bu türkülerin sözüne de yansımış bu mücadele. Ama tempo coşkulu, ritimler funky. Tuareg blues egzotikliği de hissedilmekle birlikte bu biraz daha pop hattında. Bir kaç yerde batılı prodüktörlerin katkısı var gibi geldi lakin önyargım da olabilir. aa/bb dizelerde tekrar hissiyatını artıran bir unsura dönüşmüş. Nihayetinde bu popidik sound nadir anlarda olsa krinç kaçabiliyor. Bazı bazı vokaller yetmiyor ya da gırtlaktan telaffuzlar zor gelebiliyor. Enstrümanlar, bas ve synth performansı çok daha ilgi çekici bence. Demem o ki, belki bir kaç kere daha şansımı denerim ileride yeni albümlerde. Onun dışında cazibesi çok da yükseltmedi.
6,75/10
24 Ekim 2025 Cuma
Osees - Intercepted Message (2023)
Thee Oh Sees ismiyle bir kayıtlarını dinlediğim grup sürekli isim değiştiriyor ve sürekli albüm yayınlıyor. Gözümde bu albüm sıklığı ile King Gizzard'a benzettiğim ama gözümün korkmasına rağmen bir şekilde bulaştığım grubun soundu nasıl tarif edeyim bilemedim. Rock en yalın tabir ile tabi. Synth baskın bir iz bırakıyor. Punk etkisi de belirgin. Boşlukları siz doldurun. Piyasaya daha doğrusu alternatif sahneye de kendilerini sevdirmişler. Daha ne olsun! Benim için önemli olan hareketli ritimleri keyifli melodilerle birleştirmeyi başarmış olmaları. Dolayısıyla eli yüzü düzgün, ayrıksı besteler yazmakta da mahirler. Tabi başlarda doodle yaptıkları bestelerin de çokluğu albümü geri çekiyor biraz. Önceki dinlediğim kayıtta olduğu gibi renk renk akışlara tanık oluyoruz. Tam da albüm kapağındaki gibi. Lakin dans ritimleri daha önde .
Goon, Fish Need A Bike, Intercepted Message önde koşturan parçalar.
7,50-/10
23 Ekim 2025 Perşembe
George Clanton - Ooh Rap I Ya (2023)
Ben bu müziğe ne diyeceğimi bilemedim a dostlar. En bir üst sınıfı pop olsa gerek. Biraz da elektronik. 90'ları hatırlatan bir sounda yaslamış bir bacağını. Euroythmics geldi aklıma, gölgesi düştü bir şarkıda, başka bir şarkıda da 80'ler new wave grupları. Bir yandan ambiyans - gaze estetistiği var. Bir introda vallahi Savage Garden duydum. Burada durmuyoruz, Hindistan'a da gidiveriyoruz. Ecnebiler tabi teknolojide ileri bizden, isim vermeyi de çok seviyorlar. Biz Türkler'de o gelenek yoktur pek. Yerleştiğimiz yerlerin adı önceki milletler ne derse odur. Her köyde bir kara Hasan vardır felan. Neyse uzatmayalım bu sanatçı arkadaş için de chillwave, vaporwave, baggy, hypnagogic pop gibi sıfatlar yakıştırılmış. Oolum bunlar ne, hangi ara böyle türler doğdu? Çeşitliliği, nostaljik etkisi ve kapaktaki gibi renk cümbüşü kaydı dinlenir kılıyor.
7,0/10
21 Ekim 2025 Salı
Abdullah Ibrahim - Cape Town Songs: The Very Best Of (2000)
Caz piyanisti ülkesi Güney Afrika'nın Mozartı olarak biliniyor. Önce grubu sonra da din değiştirip yeni ismiyle solo olaraktan onlarca albüm kaydetmiş. 14 parça içeren derleme maalesef apartheid karşıtlarının gayri resmi marşı olmuş Mannenberg ismindeki kaydı içermiyor. Bununla birlikte İmam, Zikr gibi dini referanslar içeren şarkılar yer bulabilmiş. Bence bu derlemedeki sorun fazla derleme olması, bu kadar uzun bir süreyi kapsadığında parçaların uyuşmazlığı fark edilmekte. Olumlu yönden bakarsak güzel bir çeşitlilik.Yine de tabi ki modernleştirilmiş de olsa Afrika ritimleri hissedilebilir durumda. Diğer dikkat çeken olgu ise grubun minimalliğinin getirdiği işitsel yalınlık. Piyano kimi zaman gayet de edilgen.
7,0/10
20 Ekim 2025 Pazartesi
Manilla Road - Crystal Logic (1983)
Çok da etkileyici diyemeyeceğimiz ilk iki albümün ardından epik heavy metalin öncü kuvveti rolüne bu kayıtla bürünüyor Manilla Road. Pelerini takıyor, çıplak göğsüne selam edip kılıcı göğe kaldırıyor. O debdebeyi biraz abartılı buluyorum şu an çünkü baktığım yer şu an. O günlerin heyecanını yaşamadım amma doksanlarda bugün absürt gelen bir gruba laf söyletmeyebilirim. Neyse, gitar çok cılız örneğin burada. Vokal önceki kayıtlarla aynı vokal ama dinlerken bir burnum kaşındı. Besteler de biraz basit, bugün metal müziğin ulaştığı komplike yapıyla karşılaştırırsanız. Lakin prolog ve epilog böyle bir konsept var galiba, sololar, eski usul tatlar. Sadece beklentide hüsranlık olmasın diye uyarıyorum, boş değiller elbet. Bu albüm ile birlikte grup ardı ardına 4 tane iz bırakan kayıt bırakıyor geride. Dinlemek gerenk yane.
7,50+/10
19 Ekim 2025 Pazar
Kurtuluş - Devgenç'ten Günümüze Devrimci Hareket / Kamil Yıldız - Tarihimizin Devrimci Muhasebesi
Daha sonra kendini lağvederek diğer gruplarla birlikte SYKP bünyesine katılan Kurtuluş Hareketi'nin SDP'den ayrılmasının hemen ardından yayınlandığı anlaşılan broşür skandal derecesine varan bu ayrılığın yanısıra çok ayrıntılı bir geçmiş değerlendirmesini sunuyor. Sosyalist demokrasi tezine sıkıca bağlı olan broşür pratiğin hiç de öyle işlemediğini kabul etmek zorunda kalmış. Aslında hayli eleştirel olan dil polemik yaratımına da yataklık yapmakta. O zaman demezler mi ki bu özeleştiri değil midir ve ders alınmadan aynı kapta sunulan aynı yemeğin manası nedir? Dolayısıyla bu noktada en azından Türkiye sosyalist tarihine grubun ne gibi katkılarda bulunduğunu vurgulamak şart oluyor. Belki de Kürt milliyetçiliği, feminizm ve yeşilci siyasete kanal olması en büyük katkısıdır. Sektolojik ihtiyaçlar için kıymetli bir eser olarak değerlendirilebilir.Diğer geçmişin muhasebesi temalı kitap ise TSİP'den ayrılan ve bugün darala darala/değişe değişe/birleşe ayrıla DKP/Birlik'e dönüşen TKP/B hareketine. odaklanmış. Klasik eleştirel sovyetik bir grup iken radikalleşen, Avrupa merkezciliği reddedeyim derken aydınlanmacılığı, ilericiliği, laikliği ve batıcılığı tümden karşısına alıp elkaide/işid ile benzer fikri düzleme düşen, sünni kitlelere ulaşmayı hedeflerken gerillacılıkla tecrit olan grup kendisi dahil her akıma eleştiri getirirken, teori alanında o zaman siz ne yaptınız sorusuna karşılık ancak yine özeleştiriden öte bir cevap veremez duruma düşüyor. Varlık ve bekasını devlete bağlayan kitlenin sosyolojik çözümlemesini doğru yaparak anti-Türk duruşa teslim olmayan grup, bu çizgiyi PKK'nın Türk halkının yanında olduğuna dair fantastik bir görüşle birleştirecek bir başarıyla taçlandırıyor. Sektolojik ihtiyaçlar için kıymetli bir eser olarak değerlendirilebilir.
18 Ekim 2025 Cumartesi
Faith No More - The Real Thing (1989)
Zamanında metale yeni bir soluk getiren grup gibi iddialı tanımlamalara mazhar görülmüş bu albüm. Metal esintili evet, ama çok da zorlamayalım. Albümün marka değeri Epic adlı parça. Pek çok derlemede bulabileceğiniz şarkı isminin işaret ettiği üzere destansı ve coşkulu aynı zamanda duygusal. Ben çocukken böyle epik şarkıların hayranıydım, toplasanız beş bilemedin 10 tane vardır hepi topu. Hayata aşırı ciddi bakan biri de olarak böyle idealist bir beklenti, özgün müzik, protest şarkılarda olduğu gibi, içine girmişliğim de vakidir. Zira albüm genelinde şarkılar özellikle baslarda RHCP'yi hatırlatır funk katkısıyla daha gayri ciddi sözlere sahip. Her sakallıyı hoca sanmamak lazım. Rap tarzı söylemler de baskın şarkılarda. Mikrofonun başına da ilk kez Mike Patton geçiyor, ikonik bir ses ve teknik elbette katkısını ekliyor. İlginçtir grup kendilerin için post-punk yapıyoruz demiş. Keyboard'da hakikaten duyabiliyoruz bunu da. Bu sıfatı abartmamak gerek. E, o değil, bu değil. Nedir bu? Faith No More'dur efendim.
7,75/10
16 Ekim 2025 Perşembe
Dolu Kadehi Ters Tut - Ölüm Dansı (2023)
Komşular hırsız var
Güpegündüz ülkeyi soydular
Güpegündüz ülkeyi soydular
Yeni tür Türk rock gruplarına karşı kitlesel bir antipati var anlamadığım bir şekilde. Sanki biraz da sorgusuz sualsiz biat eden küçük ama sadık dinleyicilere karşı bir tepkidir. Belki de grup elemanlarının tavırlarına veya söylemlere karşı bir duruştur, bilemeyeceğim. Bir noktaya kadar da bu karşı tepkinin abartı olduğunu düşünüyorum. Çok da kulak vermemekle beraber. İsmiyle dikkat çeken bu grup uzun bir süredir faal. Ölüm Dansı da beşinci albümleri. Mır mır indie yerine enerjik bir soundları var. Gitar da çok baskın değil, bu yüzden ritimlerle birlikte pop rock desek yeridir. Politik dokunuşları ihmal etmemeleri hoş. Vokalin sesi kulağa çok hoş geliyor, bayağı bayağı beğendim. Şarkıların bir çoğu da ortalamanın üstünde seyirde. Lakin yine de besteciliğin zayıf tarafları olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu cılız gitar ve tempolu düzenleme besteleri aynileştirerek olumsuz şekilde etkiliyor. Ve genel tonlarda benim için fazla ışıldak ve canlı.
6,75+/10
14 Ekim 2025 Salı
Ὁπλίτης [Hoplites] - Ψευδομένη (Pseudomeni) (2023)
Yunan simgeleri, isimler ve albüm kapağında, müzisyen arkadaş ise Çinistan'dan. Böyle abzürtlükler de moda oldu. Müziğin de taverna rembetiko etkili olacağını düşünüyorsanız yanılgıdasınız dostum. Rahatsızlık vermeyen derecede kaotik ve beste yapısıyla avangart bir modern black metal çalışması. Modern yani olması gerektiği gibi miss antropik dissonant tonlarda. Bir canım DsO değil elbette, sadece güçlü bir başlangıç. 2 sene içinde dört uzunçalar albümlük bir hikayenin başlangıcı. Bu kısa sürede parlayıp kendini tüketmese bari. Diğer modern black kayıtlarında olduğu gibi üzerine topladığı ilgiyi uzun soluklu hale getiremiyor. Amma aklımıza sonraki yapıtlarını merak ettirecek bir olta taktıkları da gerçek.
7,25/10
13 Ekim 2025 Pazartesi
Beth Gibbons - Lives Outgrown (2024)
Beth Gibbons o kadar seyrek albüm kaydediyor ki, grubu Portishead de çok farklı değil, her yaptığı iş ses getiriyor. Olgunluk dönemine ait bu eserin tektük kusurlardan biri Lost Changes'in başının fazlasıyla tanıdık gelmesi kulağa. Onun dışında bu cephede bir değişiklik yok, hala kalite hala kalite. Neyse, ablamızı da özledik, Portishead'i de. Çok varolsunlar. Müziğin müzik olduğu, sadeliğin duygulanım için yettiği o yitik zamanları hatırlattıkları için hep varolsunlar.
9,0/10
12 Ekim 2025 Pazar
Overmono - Good Lies (2023)
UK Garage, bass, dubstep, her ne haltsa bu türe karşı bir zaafım var. Genel olarak bu türün düşüşte olduğu da gerçektir. Bu albüm bu trendin önüne set kuramaz ama bir güzellik kattığı doğru. Türün diğer örnekleri gibi besteler çapraşık çupraşık, bir çoğu taslak formunun ötesine geçemiyor. Çok da garip bir şey değil yahu. Ayrıca optimist mi pesimist mi anlaşılmaz daha doğrusu çelişkili bir atmosferi var. Bir ayrım noktası ise bozuma uğratılmış r+b etkisi. Olumlu taraflarına gelir isek Good Lies, Cold Blooded, Calon, Is U, So U Kno namındaki parçalar yetmez mi bile?
7,0/10
11 Ekim 2025 Cumartesi
Giacomo Puccini - La bohème (1959, Serafin) (2002, Karajan) (1973, Karajan)
Rossini, Verdi ve Puccini'yi karıştırdığımın şu an farkına varıyorum. Bütün İtalyan opera bestecileri benim için bir, hiç ayırmam. Sevil Berberi gibi olacak, bestecisini de aynı sanıyorum ya, beklentisi ile şaşkına döndüğüm bir çalışma oldu la Bohem. İsmin göndermesi bile şen şakrak, vurdumduymaz, haydi eller havaya değil mi? Tam tersine gereğinden fazla dramatik bir açılış ile Paris'in çatı katı fakirhanesinde yaşayan bekar çulsuzlara konuk oluyoruz. Audio için çok eski ama bestenin klasikleşmiş bir versiyonu olan Serafin liderliğinde kaydedilmiş kaydı seçtim. Baştan sonuna bir İtalyan kaydı. Video için ise yeni olmasının avantajından yararlanan ama anladığım kadarıyla sahnelenmesi Serafin versiyonun çok da uzağına düşmeyen (1965/67) Karajan kaydını youtube'da bulabildim.
Film gibi dinamik yapılan çekimler Zeffirelli tarafından gerçekleştirilmiş. Her iki kayıtta karakterleri seslendirenleri saymıyayım, biz sıradan ölümlerin çok da bildikleri isimler değiller. Yalnız soprano Freni'yi Aida'da dinlemişim, büyük bir isim olduğu hatırımda kalmış. Enstrümanlar ve bazı ezgilerin Serafin'de daha baskın, ama vokallerin de Karajan'da daha parlak olduğu ilk dikkatimi çeken şeyler. İşte tam bu arada Karajan'ın başka bir albümünü daha arşivde olması sebebiyle dinlemeye karar verdim. 1973 tarihli bu kayıttaki bazı isimler video kaydında da yer alıyor. Ama farklı olarak Pavarotti'yi de duyuyoruz, hasoğlan olaraktan. Bu sefer albüm Berlin'de kaydedilmiş. Besteye dönersek başlangıcın aşırı dramatikliğinden dem vurmuştum, çok etkileyici olduğunu söylemek mümkün değil. Evsahibinin gelmesi bile yaylıların çığlık atmasına yetiyor. Hikaye ile uyumsuz marş temposu bir girip bir çıkıyor.
Benzer şekilde flütün uğraması ise daha hoş bir sada bırakıyor. Evsahibi sahnesinde son kaydı (1973, Karajan) beğenmedim. Beste 8. parçadaki Che Gelida aryası ile ilginçleşmeye başlıyor. Zira esas oğlan kızla tanışmıştır artık. İlan-ı aşk aryaları albümün ender neşeli anına, noel pazarına bağlanıyor. Bestenin dinamizmi, sokak çöpçüleri gibi fondaki insanların şarkıları ve içiçe geçen arkadaşların diyalogları ile ivme kazanıyor. Çok da etkilenemediğim ilk iki sahne aslında Paris'in 1800'lerdeki foroğrafını sesle temsil etme görevine adanmış bir bakıma. Devamında 3. sahnede fakirliğin ayrılık getirdiğine tanık oluyoruz. Ve son sahne ise dramatik bir şekilde Mimi'nin ölümüyle sona eriyor. Tepetakla melankolinin dibine ilerleyen bu son bölümün en katı kalpleri bile etkileyeceğini kabul etmek lazım. Burada video kaydı için parantez açalım, arkadaş gurubun kendi aralarında yaptıkları şakalaşmaları görüntülerden anlayabiliyoruz zira Puccini bu hafifliği müzikal olarak ifade etmede Rossini kadar başarılı değil. Neyse, sonda sopranoların rol çaldığını söylemek mümkün. Teno'un Mimi deyü deyü ağlayışıyla tüylerin diken diken olmaması zor. Opera dünyasında en çarpıcı finallerden biri olsa gerek. La Boheme dünyada en çok sahnelenen ve bu türe yabancı olanlar için de ısınma turları için önerilen bestelerden birisi. Evet öyle lakin, balından sonuna hakim olan depresif ve sürekli melodram atmosferi kiminin çok hoşuna gidecektir, kimini de duraklatacaktır. Bu bilinç ile kulak verilmelidir. Opera içrek olduğu üzere göze de hitap eder. Bu yüzden video kaydı bir tık önde, Serafin hemen takibinde, Pavarotti'li kayıt ise sonda yer almaktadır, benim özenl nazarımda.
7,75 / 7,50+ / 7,50
5 Ekim 2025 Pazar
Pantera - Projects in the Jungle (1984)
Hep iyi albümleri kovalayacak değilim. Pantera'yı Pantera yapan dönemden önce kendi geçmişlerini de inkar ettikleri hayli uzun glam hard'n heavy dönemi bulunur. Bundan etkilenip biraz da geri dönüşlü yerden yere vurulur bu geçmişin eserleri. Çıkış albümlerini dinlemiştim. Çirkin kapağı ile benzer soundu paylaştıklarını söylemek mümkün. Bu ısrarın dönemsel de olsa bir karşılığı var mıydı bilmem ama hala vasatlar Erinmemişim, önceki albümde uzun uzadıya değerlendirmişim. Benzer şeyler. Bir kaç şarkıda iyiye alamet şeyler var, bir kaçı da bariz kötü, ortalaması alındığında ise orta. Yine bazı şarkılar çok başka grupları hatırlatıyor. Hatta Guns n'Roses kurulmadan onları taklit etmişler bir kaç parçıda hah ha. In Over My Head iyi bir beste ama garip keyboard ile lekeleniyor. Nedense son şarkı Takin My Life dahil slow parçalar kulağımda daha bir yer tuttu. Baladlar zayıf tarafımdır, yapacak bir şey yok. Bu da ilk albümlerine göre bir tık öne çıkmasına vesile oldu.
5,50+/10
2 Ekim 2025 Perşembe
Magdalena Bay - Imaginal Disk (2024)
Genç kuşağın yerlere göğlere sığdıramadığı pop ikilisini ünlü yapan albüm. Kafaya CD sokan çirkin bir elin harekete geçirdiği bir konsepti bile paylaşıyorlar şarkılar. Şarkılara da ses veren de ikiliden kadın olanı, hani kafasına CD yerleşen. Ama böyle uçuk kafalar başarılı işlere de imza atar elbet. Yumuşak tınılarda saykodelik elektronik dokunuşlara sahip indie pop tanımını fazlasıyla hakeden albüm bestecilik açısından gayet sağlam duruyor. Bu çağda güçlü yani ayırt edilebilir ve akılda kalıcı melodileri yeni bestelerde duymak da mümkün imiş. Pop ölmemiş imiş memiş. Geliyor gelmekte olan: ben uçmadım yani dinlerken, eli yüzü düzgün hoş bir kayıt sadece. 2024'ün en iyi albümü bu muymuş diye şaşırdım yalnızca.
7,50/10
Gülten Akın - Toplu Şiirler I
Bu ilk cilt, şairin Rüzgar Saati (1956), Kestim Kara Saçlarımı (1960), Sığda (1964), Kırmızı Karanfil (1971), Maraş'ın ve Ökkeş'in Destanı (1972), Ağıtlar ve Türküler (1976) eserlerini içeriyor. Şairin ismi biraz unutturulmaya çalışılmış intibasını taşıyor, yetmişlerde devrimci bir yol izlemesi de buna yardımcı olmasa gerek. Derinlemesine bir okuma yine de merkez şair kuşağının neden çeperinde yer aldığına dair ipuçları vermekte. Folklorü şiire dost yapan bir çizgiyi ve kadın duyarlılığını (bu ibareyi eleştirenler olsa da kadının empatik sesinin insanlık namına önemli bir değer olduğu göz ardı edilemez) sarsılmaz bir şekilde sahiplense de biçem konusunda istikrarlı bir hat takip edemiyor. Garip, ikinci yeni ve toplumsal gerçekçilik eklektik bir şekilde koronolojik bir sıra takip ederek bir araya geliyor.
Siz çocuk ağızlı bir "Günaydın"sınız
***
Meyveler almış rengini dudağımın
Söyleyin söyleyin gülebilir miyim
Söyleyin söyleyin gülebilir miyim
***
Karlı dallara yürüdü karanlık
Yalnızlık çekilmez bu vakit
Delirdi denizde yosun çayda balık
Gel artık
***
Bunlar en mutlu günleri ayrılığımızın
Bir uzun hava içinde kendimiz kendimizin
Uzasın dönmenin saçları, çağırma uzasın
***
Güz geldi mi üst üste üç güz gelirdi
Her gün başka olmaktan yüzlerce olurdu
Ufalır ellerimiz tutula tutula
***
Biz iyi şarkı söyleriz iyi ağlarız
Ağlarız şarkı söyleriz ölünceye dek
Kaydol:
Yorumlar (Atom)