29 Mart 2020 Pazar

RETRO: Morbid Angel - Domination (1995)

Kronolojik olarak yeniden dinlerken vardığım sonuç grubun her kaydında radikal olmayan uyumlu değişiklikler yaptığı oldu. Fakat bu kayıtta hoşuma gitmeyen şeyler ise prodüksiyondaki modernist etki, vokalin çok sert olması ve vokale yapılan manipülatif müdahale. Teknik olarak grubun en ileri çalışması (kronolojik açıdan) ve enstrümantal geçiş parçaları ile progresif yanlarını sergiliyorlar.

6,50/10

28 Mart 2020 Cumartesi

Margaret Atwood - Damızlık Kızın Öyküsü

Boş vakit var. Bu, hazır olmadığım şeylerden biri; doldurulmayan zaman miktarı, hiçliğin uzun parantezleri. Beyaz sese benzeyen zaman. Keşke bir şeyler işleyebilseydim. Dokumak, örmek, ellerimle yapacak bir şeyler. Bir sigara istiyorum. Sanat galerilerinde dolaştığımı hatırlıyorum, on dokuzuncu yüzyıl yapıtları, o zamanlar haremlere duydukları takıntı. Düzinelerce harem resmi; başlarında türbanlar ya da kadife şapkalar bulunan, tavus kuşu tüyleriyle yelpazelenen, divanlar üstünde sere serpe yatan şişko kadınlar, arka planda nöbet tutan bir harem ağası. Hareketsiz bedenler üzerine çalışmalar, orada hiç bulunmamış erkeklerin yaptığı resimler. Bu resimlerin erotik oldukları düşünülüyordu, ben de öyle düşünüyordum o zaman; ama şimdi gerçekten ne hakkında olduklarını anlıyorum. Duraklatılmış hareket hakkındaydılar; bekleme hakkında, kullanılmayan nesneler hakkında. Can sıkıntısı hakkındaydılar. Ama belki de can sıkıntısı erotiktir, kadınlar çektiği zaman, erkekler uğruna. 

25 Mart 2020 Çarşamba

Celeste - Animale(s) (2013)

İsmiyle, kapağıyla, sounduyla hayvan gibi bir albüm bu. Duvardan duvara vuruyor adamı. Black/death ve post metal etkili progresif sludgeımsı screamo  hardcore gibi bir şeyler sunaraktan amansız bir şekilde saldırıyor albüm. Bu türlerin ileri seviye dinleyicisi aşk u meşk içinde keyif yapıyordur. Bana ise biraz fazla geldi. Her ne kadar albümün çıkış tarihi bu sene olmasa da felaketlerle başlayan 2020'nin resmi albümü olmaya aday kaydın ekstrem metal içinde klasikleşmiş bir statüye kavuşmasını gayet rahatlıkla anlıyorum. Takdir ediyorum, grubun başka kayıtlarını da dinleyebilirim. Ama Allahım, artık çiçekli böcekli bir şeyler dinlemek istiyorum, morlu fistanlı.

6,75+/10

22 Mart 2020 Pazar

İbrahim Küreken - Parçası, Tanığı, Mahkumu, Sürgünü Oldum / Memet Kara - Ordulu Emin'in Kurtuluş Tarihi

Yakın tarihte sol bibliyografi revaçtayken anılarını paylaşan isimlerden biri de İbrahim Küreken. 80 öncesi dağılan Denge Kawa grubunun lider kadrolarından olan isim daha sonra TKDP içinde bir müddet yer alıyor. Üst düzey yönetici olmasından dolayı o günün özellikle Siverek çevresindeki Kürt sol hareketin nabzını okuyucuya detaylı bir şekilde yansıtabiliyor. Sadece siyasi yaşamı değil milliyetçi kimliğini oluşturan çocukluğundan itibaren yaşadıklarını sosyal kültürel tarihle bezeyerek anlatıyor. Ve diğer eski militanlar gibi darbe sonrasında ekmeğinin peşinde ne yaptığına yer veriyor. Kurtuluş grubunun aktif kadrosu olan Memet Kara ise bulunduğu konum itibariyle örgütsel bilgileri aktaramasa da ekonomik çabalar ve aile desteğine minnettarlık konusunda benzer görüşleri paylaşıyor. Kara'nın kitabı yazım tekniği ile daha ilginç. Anektodların bir araya getirildiği  serbest bir çalışma izlenimi vermekte. 80 öncesi dönemin çatışmacı gerilimli günlerini anlamaya yardımcı olan bu tarz çalışmalar sektoloji namına her zaman aynı oranda besleyici olamıyor.


Altın Gün - Gece (2019)

Her ne kadar düzenleme açısından deneysellik dozajı ilk albüme göre daha iddialı olsa da albümün kaydında bir acele getirilmişlik hissiyatı hakim gibi. Sanki Grammy'ye yetişeceğini hissediyorcasına prodüksiyon çalışmaları başladıktan bir süre sonra hadi toparlanın, bağlayın kaydedin bitirin şu işi denmiş gibi. Bildiğiniz gibi bu müzik ödüllerine aday olan tek Türkçe eser oluyor kendileri gibi. Eğlenceli saykedelik ritimlerden de bir şey eksilmemiş gibi. Lakin Şoför Bey gibi bir şarkı albümün havasını biraz bozuyor gibisinden gibi. Gibi gibi anladık...

7,75/10

19 Mart 2020 Perşembe

Rammstein - Liebe ist für alle da (2009)

Saçma çıkış parçası sebebiyle dinlemediğim ama şimdi pişmanlık duyduğum bu çalışma ile Rammstein'ın dinlemediğim bir albümü kalmamış olması gerek. Albümün imzası melodik ve sert parçaların bir arada olması ve bu özelliğin albümün dinlenebilirliğini güçlendirmesi. Grup için her zaman söylediğim şeyi tekrar edeceğim. Daha iyisi gelene kadar kulvarlarında en iyisi onlar.

7,75/10

18 Mart 2020 Çarşamba

Hein & Oss - Deutsche Lieder 1848/49 (1974)

Ben şok. Lieder ismini görünce klasik müziğe göz kırpan Alman liedlerini beklerken, boşuna değil zira Deutsche diye yazmışlar kapağa, böyle enteresan bir şey çıktı karşıma. Ciddiliğinden şüphe ettiğim içinde proletaryat gibi tabirleri duyabildiğimiz marş ritimlerinde devrimci Alman folk meyhane şarkıları gibi bir şey. 1848 ihtilalleri mevzu bahis olsa gerek. İster istemez müzikallik noktasında bağlantı kurmakta zorlanacağınız belgesel tadında ama eğlence unsurları içeren bir kayıt oldu benim için.

6,50+/10


16 Mart 2020 Pazartesi

G-Dragon - Kwon Ki Yong (2017,EP)

Kore'nin sansasyonal grubu Big Bang'in baş elemanı 5 parçalık bu kısa kaydında İtalyan baladı tadındaki Untitled,2014'ın sofistikeliğinde bir beklentiye sokuyor insanı. Ses tonuyla da İtalyan. Buna rağmen diğer şarkılar klasik K-pop tadında elektonik pop kulvarında seyrediyor. Son parça ise ona yaklaşan en iyi şey olsa gerek, Divina Commedia. USB olarak satılmasıyla enteresan bir noktada dinleyicisiyle bulaşan çalışma en azından yarı süresiyle solo çalışmanın farklılığını sergilemekte. Grubunun rapçisi en azından bu kimliğinden bir ölçüde sıyrılmış görünüyor. Yine de grubunun tarzından özel alanlara değişik bir yelpazede dans etmesini biliyor. Yine de pop yağni.

6,75/10

14 Mart 2020 Cumartesi

Max Richter - Three Worlds: Music From Woolf Works (2017)

Modern klasik müziğin genelleşmiş daha doğrusu popüler parametrelerini elektronik, ambiyans ve tematik unsurlarla zenginleştiren çalışma yazar Virginia Woolf'un üç eserinden, Mrs Dalloway, Orlando ve The Waves, esinlenerek yaratılmış. Bu işin arkasında bir de bale de varmış ki geçelim onu, müziğe odaklanalım. Albüm kapağındaki karanlık suların üzerinizde intibası kağıt üzerinde ne ise kaydı dinledikten sonra aynı  atmosfer içinde kendinizi bulmanız şaşırtıcı değil. Biraz hüzünlü, içine kapanık, dinamizm huzursuzluğu arabeske dönüştürmenin önüne geçiriyor. Aynı melodinin değişik varyasyonlarda ve değişik yoğunlukta tekrarına dayanan yaygın uygulama, parçaların mümkün olduğunca farklı bir yapıda inşa edilmesiyle sarsılıyor. Bu sayede neden Max Richter'ın modern klasik müzik içinde önde gelen isimlerden biri olduğunu anlayabiliyoruz.

7,75/10

8 Mart 2020 Pazar

RETRO: My Dying Bride - 34.788%... Complete (1998)

Grubun death/doom metali geride bırakıp alternatif tınıları titrettiği bu gotik albümü tepki çekmiş miydi eski kafalardan hatırlayamadım. Üstelik mezar toprağının sirkelenip bayan vokalin yanında börtü börültülü brütal vokalin de terkedildiği bir albüm. İlginç melodileri en azından antenleri titretmekte biraz daha ısrarcı. Bir canlılık, her ne kadar çapraşuk çupraşık olsa da, hakim albüme. Hülasa ben beğendim. Grubun geçmişine göre değişik ama ferahlatıcı bir deneysellik sunan bir çalışma olmuş. Değişiklik, aynı zamanda mezarlıklarda takılan beyefendi romantizminden sıyrılarak modernitenin sınırlarındaki çürümüşlüğün atmosferini sergilemekle de alakalı.

7,50+/10

Atiye (1. Sezon) - The Toys Made Us ( 1-2-3 sezon) - Messiah (1. Sezon) - The Man in the High Castle (3. Sezon) - Spinning Out (1. Sezon) - Frontera Verde (1. Sezon) - Star Trek: Voyager (1-2 Sezon)

Bu aralar dizilere dadandık vesselam. İyisiyle kötüsüyle pek çok örneği didikleyip deşeleyedurduk. Senenin en çok konuşulan yapımlarından biri hiç şüphesiz Atiye oldu. Oyunculukları felan es geçeceğim. Karikatürize ve klişe karakterizyon hakkında da pek bir şey söylemeye gerenk yok. Fakat işleri karmaçorman yapacağım, izleyicinin sinir hücrelerini tahrip edeceğim diye didinen yabancı gizem dizilerinin light versiyonu olarak baktığımızda şırıl şırıl dere gibi akıyor ve çok dizi izleyenler için tahmin edilemez bir şey sunmasa da atmosferini korumasını biliyor. Eşim ve ben ikinci sezonu dört gözle bekliyoruz.

Bizi biz yapan oyuncaklar (The Toys Made Us) ise güzel bir belgesel dizi. Arkasındaki fikir ve modern çekim teknikleri şükela. Yalnız sahne geçişlerinin soluksuz sıralanması biraz insanı yoruyor. Konu şu ki He-man'dan Ninja Kaplumbağalar'a kadar değişen frençayzinglerin oyuncakçılık sektörüne etkisi. Kapitalizmin acımasızlığını, sırf bir tür oyuncağa yatırımını yaptığı için batışa geçen firmalar, taklitçiliğe sırtını yaslayan firmalar ve daha çarpıcı olan ise çocukluğumuzda bağımlısı olduğumuz o çizgi dizilerin aslında oyuncak satma amaçlı uzunca reklamlardan ibaret olması, sergilemesi açısından öldükçe öğretici. Genelde oyuncak figürlerin anlatıladurduğu belgeselde bu oyuncakların yaratılış süreci, sektör çalışanları tarafından da paylaşıldığı için ilginç ve renkli hikayeleri izlemek mümkün. Ancak Uzay Yolu'na bu kadar giydirmelerine kızdım doğrusu. Anladık Yıldız Savaşları'nın tarafını tutuyorsunuz, çamur atmanın manası ne bu kadar?
Mesih, çok emek verilmiş, cesur bir dizi. Çok daha fazla ses getirmesi gereken titiz bir çalışma. Yalnız ağır temposu izleyici için bir sınava dönüşebiliyor. Mültecilik krizi patlamışken İsrail-Filistin sorununda hiç olunmadığı kadar tarafız bir tutum sergileniyor. Tüm sezon boyunca gerçek mi sahtekar mı Mehdi mi Deccal mi sorusu havada asılı kalmaya devam ediyor. Merak içindeyiz ancak bu yavaşlık ve ana tema etrafındaki istikrarsızlık kafada soru işaretleri oluşturuyor.
Yüksek şatodaki adam, etkileyici atmosferiyle 3. sezonda da devam etmiş. Bu sezondaki en güzel şey uyuz olduğum iki karaktere güle güle diyor olmamız sanırım. Boyutlar arası geçiş bile yapamazken tüm boyutları sırasıyla ele geçirmeyi hayal etmek tam Nazilik bir iş. Mantıklı değil. İnşallah 4. sezonda dizi sonlanır, çünkü pili azalıyor.

Spinning Out, efsanevi Black Swan filmini buz patenine dönüştürelim ve bir gençlik dizisi yapalım diyenlerce çevrilmiş. Tek sezonluk bir Netflix dizisi. Bipolar bozukluğun spor hayatına, aile ve arkadaşlarına etkisini gerçekçi olarak görmemize imkan veriyor. Ama şu politik doğruculuk yok mu? Bir otel barında, bipolar eski patenci anne, bipolar patenci kızı, bipolar olmayan patenci kızkardeşi, herkesin sevgilisi şerefsiz genci, lezbiyen teyzeyi, Asyalısı, siyahisi, felan felan doluşmuşlar. Kafam döndü bu nedir yafu. Devam sezonunu izlemezdim doğrusunu söylemek gerekirse.
Yeşil Sınır, konusu Amazonlarda geçen bir Kolombiya dizisi. Anlat dersen anlatamam, ne izledim dedirten bir yapım. Kolombiyalıların böyle mistik filmleri de var araştırırsanız. Dolayısıyla konu ve mekan sevdiğim gibi. Konuyu anlatmaya çalışayım. Kabile bölgesinde kadın rahibeler ki tarikatlarının da geleneksel Hristiyanlıktan farklı olduğunu anlıyoruz, ölü bulunur ki birinin kalbi çıkarılmıştır. Başkentten olayı araştırmak için kadın bir müfettiş gönderilir. Aslında bu kadının çocukluğu oralarda geçmiş annesi bir yangında öldürülmüştür. Yozlaşmış yerel polis arasında kafası ancak birisiyle uyuşur ve kabileler arasında konuyu araştırmaya koyulur. Diğer yandan ormanın kalbine ulaşabilen bir kabile var. Bu kişiler ölümsüz. Fakat beyaz Naziler tarafından yönetilen ve amaçları ormanın gücünü ele geçirmek olan başka bir kabile bunları yok eder, geriye bir adam ile kadın kalır ki onların da arası açılır zamanla. Kalbi çıkarılıp öldürülen işte bu kadın. Ormanın gücüne dokunsalar da niye süper kahraman olamıyor bu kişiler, onu anlamadım. İşte bu ormanın adamı en sonda kadın müfettişi bulur. Ormanın gücü de aslında solucan deliğiymiş , en sonunda bunu anladık. Anladınız mı, izleyin belki anlamlı hale gelir.

Yeni bir uzun soluklu Uzay Yolu dizisi, Voyager. Voyager namındaki gemimiz bir uzaylı müdahalesi sonucu zilyon ışık yılı uzaklığındaki evrenin başka bir tarafına sürüklenir. Evegeri dönüş yolu bilinen teknoloji ile 70 sene sürecektir. Belki şanslıdırlar ki bir dost yardım eder. Mevzu bu. İlk intiba kadro şu kedi suratlı Niğlix ve çekik kaşlı vulkan Tuvok dışında gayet yerli yerinde. Doktor muh-te-şem. Ancak potansiyeli hiç ama hiç iyi kullanamıyorlar. Gezegenlerin etrafı hep parazit, ışınlanamıyoruz kaptan, evrende zilyonuncu anomaliye rastladık, gücümüz gitti kaptan, eh kaptan boh kaptan. Halbuki yabancısı olduğunuz bir evrende fevkalade farklı kültürlerle karşılaşıyor olmanız gerekirken düşünce sistemi ters yüz edilmesi gerekirken, klasik Houston sorun var, yada agresif zimozimo bize saldırıyor, yine gemimizi ele geçirmek istiyor, herkes bizden nefret ediyor ühühü kafası biraz bayıyor doğrusu.

2 Mart 2020 Pazartesi

RETRO: Morbid Angel - Covenant (1993)

Çok satan ve türe damgasını vuran death metal albümlerinden biri bu. Gruuviliği, ezoterik atmosferi, riffleri hepsini idrak ediyor ve takdir ediyorum. Bestelerin derin ve teknik yapısını da hakeza öyle. Bir adet ama geliyor. Benlik değil. Zorlamanın gerengi yok. Beni zorlayan şey atonal riffler ve küf kokan atmosfer. Bu da yeni bir şey değil, brütal death örneklerinden çok da hoşlanmadığımı söylemiştim önceden. Yine de bu agresif tonları ara ara dinlemek bünyeye iyi geliyor. Uzun lafın sünnetlisi klasik death metal'i öğrenmek istiyorsanız güzel bir örnek.

6,75+/10