Yine dubstep etiketiyle yaftalansa da bu albüm ben tek bir tanım kullanacağım. Battlestar Galactica. Etnik etkilerin püfür püfür estiği uzay atmosferinde karanlık ama ümitkar ambiyans oluyor açılımı. Bayan vokalin tüyler kıprıştırıcı katkı sunduğu Sjambok, Orbiting gibi şarkıları dinlemek çok hoş bir deneyim. Gönül isterdi ki Massive Attack'ın Teardrop'u gibi beste yönünden de güçlü şarkılar olsun. Amaan olmasın, bu da yeter.
7,50/10
31 Ağustos 2010 Salı
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Modest Mouse - Good News for People Who Love Bad News (2004)
2000'lerde ismini duyuran indie rock gruplarından Modest Mouse'un en sevilen albümlerinden biri bu. Mıy mıy hatta folk etkisi olsa hiç şaşırmayacağım bir tarz beklerken grunge sonrası amerikan alternatif rock'dan da beslendiklerini farketmek şaşırtıcı doğrusu. Vokaller özellikle aynı şarkıya dahi çeşitlilik ve ruh katmasıyla dikkat çekiyor. Aynı zamanda besteleri müzikaliteden uzaklaştırıp kattığı dramatik hava ile tiyatrallaştırıyor. Pek tercih ettiğim bir yönelim değil. İşin ilginci kabare hissi gitar tonlarıyla da devam ediyor. Dans punk havası için yazılmış Dance Hall amacından ziyade egzotik altyapısı ile akılda yer tutuyor. Manik ruh halinin izlerini Bukowski'de de görmek mümkün. Aslında müzik marjinal değil. Ancak sözlerle ve ince ince kulak kabartmalarla, müziğin içinde akmaktan ziyade bestelere akademik araştırmaya bakar gibi bakma ihtiyacı duyuyorsunuz. Örnekler uzatılabilir, misal Satin in Coffin de White Stripes tadını alıyorum. Ölümün kalımın ana tema işlendiği albüm bu zorluğun üzerinden popüler müziğe yakın nakaratları kullanarak kalkmasını da biliyor. Yine beni rahatsız eden bir seçim. Neyse radyolarda da duyduğumuz Float On pek bir güzel. Aldığım keyiften değil de derinliğinden dolayı 7 verir kaçarım.
7,0-/10
7,0-/10
29 Ağustos 2010 Pazar
Bathory - Destroyer of Worlds (2001)
Grubun bence fazlasıyla sert eleştirilen albümlerinden biri bu. Evet şarkıların viking ve ilkelinden thrash diye farklı kümelere sınıflandırılabilinmesi bi garip. Viking şarkıların eskilerinin gölgesinde olduğunu da kabul edebilirim. Vasatın üzerinde olmakla beraber barbarik pis havasıyla thrash parçalarının o kadar ağır eleştirilere tabi tutulmasını anlayamam. Yine evet bisürü doldur boşalt parça olsa bile. Vokali kaldırabildiğiniz sürece, Bleeding, Death from Above, hatta hokey hakkında yazılmış 2. sınıf Megadeth parçası gibi tınlayan Sudden Death ile Amon Amarth'a yakınsadığı kısımlarıyla White Bones viking harici bölümde syabileceğim dinlemesi keyifli parçalar.
7,50/10
28 Ağustos 2010 Cumartesi
RETRO: Haluk Levent - Annemin Türküleri (2005)
Haksızlığa uğramış bir sanatçı, çek senet mevzularından bahsetmiyorum ama özellikle ilk dönem albümleri ile alaturka/bar rock geleneğini oluşturmada büyük bir katkısı var. Vokali ile eleştirilere tabi tutulsa da müziği ile belli bir yere kadar uyumlu olduğunu da söylemek mümkün. Kısacası müzikal değerlendirmelerin dışında belli dozajlarda keyif enjekte ettiğini, nereye? damardan damara aorttan kılcala, kabullenmek lazım. Bu albüm ise ekseriyatlan sevdiğim türküleri seçmesi sebebiyle son dönemdeki çalışmaları içinde ayrı bir yerde duruyor. Sensiz Yaşayabilmirem muhteşem, Karadır Kaşların süper, sonlara doğru hem türkülerin hem yorumların sıradanlaştığına tanık oluyoruz. Derule 'nin Ünlü yorumu varken misal buradaki pehh!
7,50/10
26 Ağustos 2010 Perşembe
RETRO: Aeba - Flammenmanifest (1999)
24 Ağustos 2010 Salı
İhsan Oktay Anar - Suskunlar
Birkaç paragrafta ağır Osmanlıca'ya rahatça kayabilen bir teknik izleyen yazarın aslında dilini en yalın ve sürükleyici kullandığı kitabı bu. Kendini rahatça ifade edebilmenin kolaylığı daha önce zaman zaman düştüğü ağdalı konu (ve dil) tuzağından sıyrılmanın etkisiyle birleşince belki de yazarın en yetkin eserini ortaya çıkarıyor. Tabi ki bu eleştirilecek bir şey olmadığı manasına gelmiyor. Eflatun'un esrarengiz sesin peşindeki muhteşem arayışındaki içiçe geçmiş hikayelerin birbirine benzeşerek ders verir niteliği abartılması ya da Zahiri'nin hayliden öte Hz.İsa'yla özdeştirilerek gözçıkartılır bir basitlikle sunulması gibi. Tabi beşer bu , hiç bir şeyden ta anlamıyla memnun kalmaz, irdeledikçe..
Musikinin ve Mevlevi felsefesinin ana tema olarak işlendiği kitapta eski İstanbul'u mistik bir gölge altında ziyaret ediyoruz. Birbirinden ayrı duran karakterlerin ve hikayelerin kesişmesine tanık oluyoruz. Aşık olduğu kızın üzerindeki laneti kaldırmaya çalışan Davut'u, kendi halinde kardeşi Eflatun'un neyi keşfedişini, düşmanları için dahi dua eden Mevlevileri, paragöz Kalın Musa'yı, insanlar üzerinde tatbikle doktor meziyetini kazanan pis Rafael'i, müzisyenlere kin güden, ölümsüzlük peşinde, eski çembalo çalgıcısı cüce İskender efendi ya da nam-ı diğer Perevelli, kötülükleri bünyesinde toplayan yılan dilli Tağut....
Eminim alegorik temsiller de mevcuttur kitapta zayıf da olsa. Ama okurken hikayeler için de kaybolduğunuz için pek dikkat etmeyeceksiniz.
23 Ağustos 2010 Pazartesi
Beirut - March of the Zapotec and Realpeople Holland (2009) EP
İki bölümden oluşan bu EP daha geleneksel durduğu ilk kısmıyla ilgi çekiyor. İkinci bölüm ise elektro pop denemelerle sıkıntı duvarını tırmalıyor. İlk kısım yani March of Zapotec de ise sadece Balkanların değil sankim Meksika nağmelerini de hafiften duyumsayabiliyoruz. Aslında sadece bir şarkıda.
Neyse Balkanların trompetli trampetli düğün ve cenaze alayının şenlendirdiği La Llorona favori parçam. En bi analitik trigonometrik kalkülatörümle ölçümlerimin sonucunda,
6,25+/10
Neyse Balkanların trompetli trampetli düğün ve cenaze alayının şenlendirdiği La Llorona favori parçam. En bi analitik trigonometrik kalkülatörümle ölçümlerimin sonucunda,
6,25+/10
22 Ağustos 2010 Pazar
RETRO: Behemoth - Demigod (2004)
Ki türün müptelası değilim, yine de hayırlıyorum ilk dinlediğimde ağzım bir karış açık kalmıştı. Böyle de bir şey yapılabiliyormuş demkki. Brütal mistik ve modern bir sound. Ayrı bir yerde duruyorlar profesyonellik açısından. Bir iki ve Towards Babylon.
8,0+/10
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Moribund Oblivion - Khanjar (2003)
İlk şarksııyla depresif ikincisi ile folk etkilerini ve hatta eski sküül etkisini bile duyabildiğimiz grubun bu ilk albümü gayet de melodik black metal. Taka tuka bile değil takataka bateri, tekrar tekrar tekrarlayan yürek burkan rifler ve bazı parçaların sonunda midede boşluk yaratıcı ambiyatik açılım saçılımlar. Yeni bir şey var mı envanterde? Yok, öyle bir dertleri de yok. Dinlenebilir hoş vakit geçilebilinir bir ürün sunmuşlar sonuçta. İkinci şarkı gerçekten güzel, yerli gruplarımız böyle marş gibi slogan gibi çarpıcı şarkıları yazabilmekte hünerliler aslında, devamı pek gelmese de. İlki dedik ve albüme adını veren parça da fena değil. Ama genel olarak albümün akılda kalıcılık sorunu yaşadığını söylemeliyim, tonlar biraz yumuşak, 32 dakkalık süresiyle kısa. Ayrcıa black metal camiamızın, ki varsa öyle bir şey, tartışmalı ismi Bahadır'ın vokalini sevdiğimi de söyleyemeyeceğim. Daha sonra ağırlık vereceği clean vokaller daha dikkat çekici.
7,25/10
19 Ağustos 2010 Perşembe
Against Nature - Drawing Arrows (2010)
Bu son5 senede çıkardıkları 14. albüm felan. Buna rağmen hala amatör tınlıyorlar. İyi anlamda demedim, olmamışlar gibi. Vokal oturmamış, bateri hiç yok gibi. Alıp götüren tek şey blues etkili sololarla güzelleşen sololar. Şarkılar da akılda kalıcı değil. Ee diyorsunuz ne tarz bir müzik yapıyorlar? Psychedelic rock demişler ama hiç anlamam bu adlandırmadan. Abd'nin buram buram missisippi kokan güney rock'ı, biraz da Lenny Kravitz'in Are You Gonna Go My Way dönemi, ancak çok daha yavaş tempoda. Dinlenilir, can acıtmaz ama irdelerseniz sürüsüyle daha iyi ve eski rock grupları çıkacağına eminim.
6,50+/10
6,50+/10
18 Ağustos 2010 Çarşamba
Gala - Come Into My Life (1997)
Bir varmış bir yokmuş euro-pop ya da euro-dance diye tabir edilen bir müzik akımı varmış. En bi gerçek popmuş. İnsanlar bu musikiyle coşmuş. Hiç utanmam sıkılmam, ben de severim Ace of Base, Real McCoy, La Bouche, Scatman'ı. İşte Gala ablamız da İtalya'dan çıkmış Freed from Desire gibi bir hitle ortalığı kasıp kavurmuştu. Sonra emsalleri gibi ortadan kayboldu. Büyük ihtimal evlendi, çoluk çocuğa karıştı, kocası otur dedi kır dizini evde çocuklara bak, kim bilir. Halbuki albüm çok güzel eserler içeriyor. Keep the Secret, Dance or Die, Let a Boy Cry müstesna parçalar. Şimdi kötü yanlara gelelim, pop bu müzik altıüstü, bu bir. İkincisi albüm kısa, şarkılar basit ve albümün süresi 37 dakika iken parçalardan 2 si farklı versiyonları ile albümde yerini alıyor. Bir nefeste dört sebep saydım anacım.
7,75/10
17 Ağustos 2010 Salı
Neutral Milk Hotel - In the Aeroplane Over the Sea (1998)
Rate Your Music olmasa hayatta ismini namını duyamayacağınız bu antipopüler kült popüler folk-indie rock grubu amerikaya özgü bir müzik yapıyor. Ancak nazilerin katlettiği sembolik isim Anna Frank'i konu alan ve kimi zamanda kafa karıştırıcı kriptik sözleriyle farklı bir yerde duruyor. Pek normal vatandaş oldukları söylenemez yane. İşin aslı hımbıl mımbıl sıkıcı melodiler ve sayıklamalı vokal yerine içten ve duygusal icra edilen vokal kısımları , ana tarzlarına katkıda bulunan diğer türlerin etkisi insanların beğenisini kazanıyor sanırım. Çok basit melodilere dayanan besteler bir yandan efsanevi folk müzisyenlerini hatırlatırken diğer yandan modern, yayımlandığı seneye göre modern sayılabilen grunge etkisini (Two Headed Boy) bile taşıyabiliyor. Ama işin özü yalın ve samimi bir çabanın ürünü olmasına dayanıyor eninde sonunda. Eleştirmen edasıyla dinlediğinizde vokal başta olmak üzere bulunacak kusur elbette mevcut. Bu ise bilerek yapılmış bir seçim gibi duruyor. Suskunlar isimli romanda bilinçli şekilde ney semaisinde hata yaparak mükemmelliği zedeleyen ve bu sayede basit bir insan olduğunu her seferinde kendine hatırlatan Mevlevi şeyhi gibi.
İlk bir kaç dinleme cezbetmeyebilir ama sakin bir atmosferde bir gün kafanızda bir klik sesi duyup şarkıları şarkılarla birlikte mırıldanmaya çalışırken bulabilirsiniz kendinizi. Ben bu durumu alışveriş yaparken yaşadım. İlk parça, The King of Carrot Flowers pt1 sonrasında 4 ile 9 arasındakiler öldürücü darbe şeklinde zuhur ediyor, Two Headed Boy, Fool, Holland 1945, Communist Daughter, albümün en güçlü ve belki de kolay parçası Oh Comely, Ghost.
8,25/10
İlk bir kaç dinleme cezbetmeyebilir ama sakin bir atmosferde bir gün kafanızda bir klik sesi duyup şarkıları şarkılarla birlikte mırıldanmaya çalışırken bulabilirsiniz kendinizi. Ben bu durumu alışveriş yaparken yaşadım. İlk parça, The King of Carrot Flowers pt1 sonrasında 4 ile 9 arasındakiler öldürücü darbe şeklinde zuhur ediyor, Two Headed Boy, Fool, Holland 1945, Communist Daughter, albümün en güçlü ve belki de kolay parçası Oh Comely, Ghost.
8,25/10
16 Ağustos 2010 Pazartesi
Ludwig van Beethoven - Symphony No. 9 (1984 - Karajan)
Son parçası, valla ecnebiler movement diyor harekete mi denk düşer bilemiyorum, Avrupa Birliğinin marşı olarak kabul edilmiş olup, kardeşliğe barışa çağrı temalı sözleri ve pozitif yaklaşımı ile dikkati çekiyor. Ode to Joy olarak biliniyor. İlk iki parça da birbirine benzer bir havaya sahip. Notasal dizilişler farklı perdelerde tekrar ediliyor. Sessizlikten heyecanlı patlayışa özellikle üflemeli çalgılar ağırlığı altında tanık oluyoruz. İkincisi daha iyi. Üçüncü kısım ise sessizliklerde gezinerek senfoninin sıkıcı bacağını oluşturuyor. Burada devreye girip bu senfoninin klasik müzik tarihinde en abartılı eserlerden biri olduğunu söylemem gerek. Hayır hayır yanlış anlaşılmaktan çekinirim efenim, senfoni güzel güzel ama kafayı sıyırmanın manası ne?
Son parçadan evvel 4. kısım da bir girizgah niteliğide. İşin aslı tüm senfoni dinleyiciyi coşkulu Ode to Joy'a hazırlma amacı güdülerek yazılış gibi. Zati uzmanlar bu son parçaya senfoni içinde senfoni derlermiş.
8,0/10
15 Ağustos 2010 Pazar
Behemoth - Antichristian Phenomenon (2001) EP
Bu EP'nin en önemli özelliği Herllo Spaceboy coverı içermesi. Şarkının aslını bilmem, efsanevi isim David Bowie'ye ait orjinali sanırsam. Bu versiyon ise gayet garip ve gotik tınlamakta. Onun dışındaki diğer şarkıların çoğu yeniden yorum ve albüme adını veren parça dikkat çekiyor. Geri kalanı gayet barbarik atak şeklinde.
6,75/10
14 Ağustos 2010 Cumartesi
Robert Jordan - Zaman Çarkı 6-2 : Kaos Lordu II
Öncelikle bu kitabın serinin içinde bir dönüm noktası teşkil ettiğini söylemem lazım. Her ne kadar bu derleme toplama sentezleme işi en azından beni ikna etmekten uzak olsa bile. Misal çömez Egwene'in Saliarlı Aes Sedai'lerin başı seçilmesi ya da kapıyolu ve düşler alemi ile irtibat kurulma yöntemlerinin pek çok iletişim eksikliğinden kaynaklı sorunlara çözüm olamaması , kısacası beni hiç bir vakit tatmin etmemiş olan zaman çarkı sistemine dayalı büyü tekniği ve misallerin sonuncusu: Elayne'in erkek kardeşlerinin Rand düşmanlığı .. Gider böyle. Kendime özet geçeyim hemen.
Egwene Salidardan çağrılınca düşler aleminde yolculuğu keşfederek kısa bir vakitte oraya varır. Oradaki Aes Sedailer üç gruba bölünmüştür. Sonunda eski Amyrlin makamı Siuan Sanche'nin ful desteğiyle politik bir kararla yeni makam seçilir. Öncesinde Gawyn, Elayne'in erkek kardeşi ki Rand'ın yanına beyaz kulenin temsilcisi olarak ulaşan kafileyle gelmiştir, ile Egwene aşklarını birbirlerine itiraf ederler. Rand ise tekrar kendi köklerini artaştırmaya başlar ve annesinin Aiel olmadan önce kraliyetle bağlantılı bir soylu olduğunu öğrenir. Salidarda ise Nynaeve kaynaktan kesilen Logar'a tekrar şifa vermeyi başarır ve ardından Sanche ile yardımcısı Leane tekrar büyü gücüne kavuşurlar, zayıflamış da olsalar Aes Sedailer arasında statüleri doğal olarak artar. Bu arada karanlığın Salidar'a sızışına da tanık oluruz. Mat ise birliği ile güneye yol alırken , ki yanına aldığı evlatlık bir veletle, kapıyolundan geçerek Salidar'a gitme emrini veren Rand'dan alır. Elayne'i ve diğer kızları alarak Andor'a başıbozuk ejder destekçilerini de toparlayarak götürecektir. Kendine Sheriam'ı yardımcı olarak atayan Egwene , Nynaeve ile Elayne'i Aes Sedailiğe yükseltir ve Moghedien'in esir olarak kampta gizlendiğini öğrenir. Mat'in birliği kampın yakınlarına varınca hiç hoş karşılanmaz. Sonunda gönülsüzce de olsa Mat ve bir kaç adamı Nynaeve ile Elayne'e ve Tom ile Tearlı hırsız avcısı ve birkaç kıdemli Aes Sedai'ye Ebou Dar yolculuğunda eşlik etmeye karar verir. Amaçları bu şehrin labirent gibi sokaklarında bir depoda kayıp büyülü nesneleri bulmaktır. Egwene ile Siuan ise Salidarlı Aes Sedaileri kuzeye taşınmaya ikna etmeye çalışır. İşin ilginci Aviendha da Mat ile birlike kampa gelenler arasındadır ve Elayne'e Rand ile bir gece beraber olduklarını söyler ve Rand'ı paylaşacak üç kadın kehaneti tamamlanmış olur. Hatırlayalım diğeri de daha öncesinde Rand'a elçi olarak gönderilen Salidarlı Aes Sedai kafilesi ile birlikte yola çıkmıştı. Rand'a kavuşan Min ise tabiri caizse sürtük gibi Rand'a yanaşmaya çalışır. Rand arkadaş kabul eder, bir yandan da huylanır. Min elçilerin yanında Rand'ın casusu rolünü üstlenir. Rand'ın yanına karısı Faile ki nefret getirten bir karakter ve ufak bir İki Nehirli birliği ile varan Perrin şehirde Rand'a yardım için üstlenen Saldealı komutan Lord Bashere ve karısı ile uğraşacaktır. Zira kızları Faile evlerinden kaçarak ailesini pek üzmüştür. Heh he.
Salidarlı Aes Sedailerin biri şehirde bıçaklanır ve Rand suçlu gösterilir. Kendi aralarında bunu gizleyen Aes Sedailer Rand'a tavır alırlar. Tıpkı büyük kuledekiler gibi Rand'ı egemenlikleri altına almaya çalışan bu grubun, tabi ki bu egemenliğin derekesi farklı, böyle bir tuzağa nasıl düşerler anlam vermek zor. Çünkü gözgöre göre kanıtların Rand'ı göstermesi bunun tuzak olduğunu açıkca belli ediyor. Neyse Ogre Loial'ın ailesi sevgilisi felan da onu arar, Rand onları jet hızıyla İki Nehire bırakırken Loial Perrinin kafilesinde Randın yanına gelenler arasındadır. Andor şehrinde bir anda Aes Sedailerin sayısı 13e yani ehlileştirme için gerekli sayıya varınca Rand ve yanındakiler Caemlyn'e kaçıverir. Beyaz Kulenin temsilcilerinin olduğu yere. Orada ise temsilcileri kabul etmişken oyuna gelir ve bayıltılır. Bir sandık içinde sarayan çıkarılıp Beyaz Kuleye kaçırılır. Şehirde asillerden biri de tahta geçmek için suikastlere başlamıştır bayram karışıklığından faydalanarak. Durumdan geç haberdar olan Perrin bin mızrağın kızı, 500 kişilik asilzade ordusu, 5000 kadar erkek Aiel savaşçısı ve bilgelerle birlikte takibe başlar. Zavallı Rand ise işkence altındadır ve kaçırılanlar arasında Min'in de olduğunu öğrenince çılgına döner. Shaio Aielleri ile işbirliği yapan Beyaz Kule Aes Sedaileri tongaya gelir, zira Rand'ı kendi çıkarı için isteyen Shaioların bilge kadını ve liderlerinin emriyle binlercesi kampa saldırır. Bizim grup ise Perrin'in İki Nehir birliği ve Andordan Caemlyn'e yola çıkan yeniden düzenlenmiş Salidarlı Aes Sedaili grupla birleşir. Ve bu hengameye arkadan saldırırlar. Bu sahnelerin güzel anlatıldığını itiraf etmekten kaçınmayacağım. Salidar'da ise Egwene gizlice Logar'ı serbst bırakır, kara ajahlar da Moghedien'i. Moghedien'in bırakılmasında erkek büyünün izinden dolayı Egwene Logan'dan şüphelense de aslında erkekken tekrar kadın olarak hayata geri döndürülen, karanlık varlıkca, bir terkedilmiş sorumludur. Savaşa geri dönelim, Perrin'in kurtlarının da savaşa müdahil olması pek fark yaratmaz. Bu esnada esrarengiz kapıyolları açılır ve Mazrim Taim öncülüğünde kara kule büyücüleri ortaya çıkar ve savaş Rand lehine döner. Rand kurtulur. Ancak Rand'ın emriyle eğitilen yönlendirebilen erkek ordusunun Taim'e bağlılıklarının artması gözlerden kaçmaz. Salidarlı Aes Sedailere ben 6 kişi demişken siz 9 kişi gelip yine emirlerimi çiğnediniz, yeriniz beyaz kuleli tutsak Aes Sedilerinin yanı, hayde azarıyla Rand sakız gibi uzamış olan inatlaşmayı sonunda sonuca bağlamayı başarır. Ve Salidarlı Aes Sedailer bağlılıklarını ilan edip diz çöker.
Egwene Salidardan çağrılınca düşler aleminde yolculuğu keşfederek kısa bir vakitte oraya varır. Oradaki Aes Sedailer üç gruba bölünmüştür. Sonunda eski Amyrlin makamı Siuan Sanche'nin ful desteğiyle politik bir kararla yeni makam seçilir. Öncesinde Gawyn, Elayne'in erkek kardeşi ki Rand'ın yanına beyaz kulenin temsilcisi olarak ulaşan kafileyle gelmiştir, ile Egwene aşklarını birbirlerine itiraf ederler. Rand ise tekrar kendi köklerini artaştırmaya başlar ve annesinin Aiel olmadan önce kraliyetle bağlantılı bir soylu olduğunu öğrenir. Salidarda ise Nynaeve kaynaktan kesilen Logar'a tekrar şifa vermeyi başarır ve ardından Sanche ile yardımcısı Leane tekrar büyü gücüne kavuşurlar, zayıflamış da olsalar Aes Sedailer arasında statüleri doğal olarak artar. Bu arada karanlığın Salidar'a sızışına da tanık oluruz. Mat ise birliği ile güneye yol alırken , ki yanına aldığı evlatlık bir veletle, kapıyolundan geçerek Salidar'a gitme emrini veren Rand'dan alır. Elayne'i ve diğer kızları alarak Andor'a başıbozuk ejder destekçilerini de toparlayarak götürecektir. Kendine Sheriam'ı yardımcı olarak atayan Egwene , Nynaeve ile Elayne'i Aes Sedailiğe yükseltir ve Moghedien'in esir olarak kampta gizlendiğini öğrenir. Mat'in birliği kampın yakınlarına varınca hiç hoş karşılanmaz. Sonunda gönülsüzce de olsa Mat ve bir kaç adamı Nynaeve ile Elayne'e ve Tom ile Tearlı hırsız avcısı ve birkaç kıdemli Aes Sedai'ye Ebou Dar yolculuğunda eşlik etmeye karar verir. Amaçları bu şehrin labirent gibi sokaklarında bir depoda kayıp büyülü nesneleri bulmaktır. Egwene ile Siuan ise Salidarlı Aes Sedaileri kuzeye taşınmaya ikna etmeye çalışır. İşin ilginci Aviendha da Mat ile birlike kampa gelenler arasındadır ve Elayne'e Rand ile bir gece beraber olduklarını söyler ve Rand'ı paylaşacak üç kadın kehaneti tamamlanmış olur. Hatırlayalım diğeri de daha öncesinde Rand'a elçi olarak gönderilen Salidarlı Aes Sedai kafilesi ile birlikte yola çıkmıştı. Rand'a kavuşan Min ise tabiri caizse sürtük gibi Rand'a yanaşmaya çalışır. Rand arkadaş kabul eder, bir yandan da huylanır. Min elçilerin yanında Rand'ın casusu rolünü üstlenir. Rand'ın yanına karısı Faile ki nefret getirten bir karakter ve ufak bir İki Nehirli birliği ile varan Perrin şehirde Rand'a yardım için üstlenen Saldealı komutan Lord Bashere ve karısı ile uğraşacaktır. Zira kızları Faile evlerinden kaçarak ailesini pek üzmüştür. Heh he.
Salidarlı Aes Sedailerin biri şehirde bıçaklanır ve Rand suçlu gösterilir. Kendi aralarında bunu gizleyen Aes Sedailer Rand'a tavır alırlar. Tıpkı büyük kuledekiler gibi Rand'ı egemenlikleri altına almaya çalışan bu grubun, tabi ki bu egemenliğin derekesi farklı, böyle bir tuzağa nasıl düşerler anlam vermek zor. Çünkü gözgöre göre kanıtların Rand'ı göstermesi bunun tuzak olduğunu açıkca belli ediyor. Neyse Ogre Loial'ın ailesi sevgilisi felan da onu arar, Rand onları jet hızıyla İki Nehire bırakırken Loial Perrinin kafilesinde Randın yanına gelenler arasındadır. Andor şehrinde bir anda Aes Sedailerin sayısı 13e yani ehlileştirme için gerekli sayıya varınca Rand ve yanındakiler Caemlyn'e kaçıverir. Beyaz Kulenin temsilcilerinin olduğu yere. Orada ise temsilcileri kabul etmişken oyuna gelir ve bayıltılır. Bir sandık içinde sarayan çıkarılıp Beyaz Kuleye kaçırılır. Şehirde asillerden biri de tahta geçmek için suikastlere başlamıştır bayram karışıklığından faydalanarak. Durumdan geç haberdar olan Perrin bin mızrağın kızı, 500 kişilik asilzade ordusu, 5000 kadar erkek Aiel savaşçısı ve bilgelerle birlikte takibe başlar. Zavallı Rand ise işkence altındadır ve kaçırılanlar arasında Min'in de olduğunu öğrenince çılgına döner. Shaio Aielleri ile işbirliği yapan Beyaz Kule Aes Sedaileri tongaya gelir, zira Rand'ı kendi çıkarı için isteyen Shaioların bilge kadını ve liderlerinin emriyle binlercesi kampa saldırır. Bizim grup ise Perrin'in İki Nehir birliği ve Andordan Caemlyn'e yola çıkan yeniden düzenlenmiş Salidarlı Aes Sedaili grupla birleşir. Ve bu hengameye arkadan saldırırlar. Bu sahnelerin güzel anlatıldığını itiraf etmekten kaçınmayacağım. Salidar'da ise Egwene gizlice Logar'ı serbst bırakır, kara ajahlar da Moghedien'i. Moghedien'in bırakılmasında erkek büyünün izinden dolayı Egwene Logan'dan şüphelense de aslında erkekken tekrar kadın olarak hayata geri döndürülen, karanlık varlıkca, bir terkedilmiş sorumludur. Savaşa geri dönelim, Perrin'in kurtlarının da savaşa müdahil olması pek fark yaratmaz. Bu esnada esrarengiz kapıyolları açılır ve Mazrim Taim öncülüğünde kara kule büyücüleri ortaya çıkar ve savaş Rand lehine döner. Rand kurtulur. Ancak Rand'ın emriyle eğitilen yönlendirebilen erkek ordusunun Taim'e bağlılıklarının artması gözlerden kaçmaz. Salidarlı Aes Sedailere ben 6 kişi demişken siz 9 kişi gelip yine emirlerimi çiğnediniz, yeriniz beyaz kuleli tutsak Aes Sedilerinin yanı, hayde azarıyla Rand sakız gibi uzamış olan inatlaşmayı sonunda sonuca bağlamayı başarır. Ve Salidarlı Aes Sedailer bağlılıklarını ilan edip diz çöker.
13 Ağustos 2010 Cuma
RETRO:Demoniac - Stormblade (1997)
İki albümle hayatını sonlandıran Yeni Zelandalı bu garip grubun müziği black metal ile power metalin karışımı tabiriyle tanımlanıyor. Bana sorarsanız heavy metal hatta glam rock'a kadar uzanıyor ibre. Yani eğlenceli bir şeyler dönüyor burada.
Ve bu gece ilk sahuruma kalkabilecek miyim, merak ediyorum. Senelerden sonra ilk niyetlenmediğim Ramazan, biraz buruk hissediyorum kendimi.
7,25/10
12 Ağustos 2010 Perşembe
RETRO: Gripin - Hikayeler Anlatıldı (2004)
Ben bu albümü seviyorum. Son dönem işlerini modernleştirilmiş arabesk rock şarkılarının kliplerinden bilmekle beraber bu albüm ayrı bir yerde duruyor benim için. Özellikle ilk şarkılar, Boşver, Elalem, Karışmasın Kimseler, Hayat Mars Etti ve Çok Kısa zevkle dinlenesi yanakları sıkılası yanına bir sigara yakılası cimcime şirine parçalar.
8,50/10
8,50/10
11 Ağustos 2010 Çarşamba
Arghoslent - Incorrigible Bigotry (2002)
Death metali 80ler epik heavy metal üzerinden melodi ile birleştiren grubumuz güzel riflerle doldurarakkaydettiği bu albümle bayağı sükse yapmış, bir o kadar da konu komşunun ayşe teyzenin tepkisini tühh sana yazıklar olsun nidalarıyla üzerlerine çekmişlerdir. Neden çekmesinler ki siyahi ya da diğer bir deyişle çikolata renkli vatandaşları tilt edici lirikler, gururlu onurlu savaşa davet sloganları vessair hakim albüme. Ayrıca ara ara pırtlayan riflerden beste güzelliği açısından bence yeterli verimle faydalanamamışlar. Durgun vokal ve baterinin katkısı da cabası. Kısacası daha iyi olabilirdi.
7,75/10
7,75/10
10 Ağustos 2010 Salı
Paragon - Law of the Blade (2002)
Power metal ne kadar bu albümü överse övsün ben Alman power metal sondunun sert bir tekrarından başka bir şey göremediğim için türün azimli hırslı takipçilerine katılamayacağım maalesef. Dinlerken Gamma Ray, Helloween, biraz Grave Digger ve Judas Priest ama en çok Iron Saviour geldi. Ve bu son saydığım grup en az sevdiğim power gruplarından biri. Besteler genel olarak benzer bir formülü takip ederek orjinallik namına hiç bir şey sunmuyor. Albümün güçlü tarafı ise bu şarkıların sert, hızlı ve cila yüzü görmemiş olmamaları. Bu sebepten dinlemekten sıkıldığım da söylenemez. Parçalardan baştan sona çeşitlik içeren epik bir havaya bürünmüş Allied Forces ile Saxon coverı To Hell and Back Again ilgiyi alakayı hakediyor.
7,0/10
8 Ağustos 2010 Pazar
MDK (Mekanïk Destrüktïw Komandöh) - Berlin (1983) EP
Garip bir müzik, garip bir grup, garip bir sound. Agresifçe çalınan saksofon, post-punk ağırlığı, vokallerde bazen komik gelen punk tekniği, hatta ve hatta progresif rock bile diyebilirim sadece kulağa değişik gelmesinden ötürü. 4 şarkı 12-13 dakika.
6,50/10
6,50/10
7 Ağustos 2010 Cumartesi
Scuba - Triangulation (2010)
Burial dışında dubstep dinlemişliğim yok; bu karanlık atmosferik elektronik müziğin, kökleri reggeyyyye dayanan dub müzikle nasıl ilişkilendirildiğini dahi anlamıyorum. Halihazırda elektronik musiki benim ilgi alanımın zayıf bir tarafını oluşturduğu için konuyu uzmanlarına bırakıp albüme geçelim. Öncelikle biraz sofistike, ayrıntılı bir albüm, bu tarz müziğe alışık olmayan dinleyicinin sindirebileceğinden daha fazla şey olup bitiyor. Özellikle atmosferin rahatça sergilenebildiği , misal Massive Attack'ın erken dönemine ve biraz da Burial'a yakınsanan parçaların etkileyici olduğunu reddedemem. Karanlık trip hop süperdir zaten. Bu örnekler dışında kalanların çoğu ise beatlere dayalı zımbırtılar. Kantitatif olarak ağırlığa sahip oldukları için albümün dinlenirliğini düşürüyorlar. Ve en bi öznel beğeni katsayımı da.
Bahsettiğim tavra yakın Latch, So You Think You're Special ve Three Sided Shape ile olsa olsa Latin house gibi bir şey olabilecek On Deck şükela parçalar. Geri kalanlar ise dur bi saniye doğru sözcüğü bulayım. SIKICI.
5,25+/10
5 Ağustos 2010 Perşembe
Underworld - Underworld 1992-2002 (2003)
Trainspotting adlı kült İngiliz filminin müzikleri arasında yer alan Born Slippy isimli şarkıları ile gönlümüzde taht kurmayı başarmış grubu bugüne kadar tek şarkılık elektronik dans gruplarından biri zannetmekle hata yapmışım. Öyle ki adamlar çift cd lik bir best of bile derleyebilmişler. Elbette hiç biri Born Slippy'nin delişmen ritmiyle yarışamıyor. Geneli 10 dakika süren uzun, hafiften trance house kokan bol tekrar eden melodiler üzerine kurulu şarkılardan oluşan bu albüm elektronik müziğe asla gönül vermeyeceğimi, evet metal dinleyip belli bir yaştan sonra dans müziği müptelası olan arkadaşlara ithafen konuşuyorum, kanıtlıyor. Yine de güzel dum tıs belli bir eğlence sözünü gerçekleştiriyor albüm.
Mızıka çeşnili şarkıları , Bigmouth.. pek sevmemekle beraber biraz daha saykedelik havaya sahip olanlar daha bi ilgi çekici. Misal Mmm..Skyscraper I Love You ile Dirty Epic. Born Slippy ise bir klasik.
7,25/10
the city is a whore tonight.
4 Ağustos 2010 Çarşamba
Behemoth - Live in Strasbourg (1999) Bootleg
Sadece 25 dakika süren bu konser albümü Bonjor Sespua we fucking great hebelöp hebölöp selamlaması ile gayet kral bir şekilde başlıyor. Ancak bunun bootlegliğini pek anlamadım. Kalite olarak evet. Ancak bu yasal olmayan bir ürünse daha sonraki albümlerine bonus olarak nasıl koyabilirsin ki? Neyse, şarkılar birikisi hariç çok bilindik şarkılar değil. Yine de grubun konser performansının gayet güçlü olduğunu görmemize ne vasat şarkılar ne de kötü kayıt engel olabiliyor. Yalnız vokaller brütalden ziyade sert thrash dolaylarında dolanıyor. Vasat demişken de yanlış anlaşılmalara mahal vermeyelim. Şaşıbeşlerin bile bu dünyada bir alıcısı çıkıyor. Bu minvalde gruuvi yanları kuvvetli, kolay dinlenir besteler olmadığından bahsediyorum yalnızca.
6,0+/10
6,0+/10
3 Ağustos 2010 Salı
Be'lakor - Stone's Reach (2009)
Geçen sene melodik death kulvarında başarılı bir çıkış yakalayan grup aslen güney yarımkürenin ıscak topraklarından gelme, taa Avustralyalılar. Tempoları, ağır yapıları ile gayet de Amon Amarth'a benzemekle beraber aynı ruhu yakalamaları için bir kaç ton ekmek yemeleri lazım. Ancak farklılıklar mevcut, progresif bir taraf da var. Benzemek değil de andırmak diyebiliriz. Erken dönem Opeth için diyorum. Çeşit çeşit melodeath dinlemedim. Ama grubu dinleyenler ayrıyetten Insomnium'u ve bi dolu doom-death grubunu da saymamazlık edemiyor. Parçalar alışagelen baştan sona catchylik üzerine konumlanma yerine kendi içinde tümsekli. Nasıl anlatayım ki, bir ara rif giriyor, sonra akustik kısım, parçalar ritim üzerinden pek devam etmiyor. Fakat bu teknik seviyenin tavan yaptığı bir progresiviteye de varmıyor. İşte bu yüzden kimilerinin baştacı olacakken bu albüm benim gibi birileri içinse hep bir şeyler eksik kalacak. Gel gelelim ışık saçan parçalara: Outlive the Hand ve Aspect. Bilumum güzellikler barındırıyor ve gruuvi yönlerini de kaybetmemişler.
7,75+/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)