Her kavramın, bileştiricilerinin sayısıyla tanımlanmış, düzensiz bir çerçevesi vardır. Bileştiricilerini tümlediği için bir bütündür kavram, ama parçalı bir bütündür. Her kavram için her zaman bir tarihi vardır diyoruz. Bir kavramın içinde, çoğu za man, başka sorunlara yanıt veren ve başka düzlemleri varsayan başka kavramlardan gelme parçalar ya da bileştiriciler bulunur. Ancak öte yandan bir kavramın, bu kez aynı düzlem üzerinde yer alan kavramlarla olan ilişkisini ilgilendiren bir haline-geliş'i var dır. Burada kavramlar birbirleriyle yeniden uyarlanırlar, birbirle riyle kesişirler, çevremlerini uyumlulaştırır, karşılıklı sorunlarını biçimlendirirler, farklı tarihleri olsa da, aynı felsefeye aittirler. Her kavram şu halde, kendi öz bileştiricileri nin rastlaşma, yoğunlaşma ya da birikme noktası olarak düşünülecektir. Kavram olayı söyler, özü ya da şeyi değil. Saf bir Olay'dır o, bir hekseite'dir, bir bütünlüktür. Kavram hiçbir şekilde bir önerme değildir, önermesel değildir, ve önerme de asla bir yoğunluk değildir. Önermeler kendi gönderimleri aracılığıyla tanım kazanırlar ve gönderim de Olay'ı değil, ama şeylerin veya cisimlerin durumuyla bir ilişkiyi, aynı şekilde, bu ilişkinin koşullarını kapsar. Nihayet kavram söylemsel değildir, ve felsefe de söylemsel bir edinim olamaz çünkü önermeleri ardarda sıralamaz. Kavramla önermenin birbirine karıştırılması yüzünden bilimsel kavramların varlığına inanılmakta ve önerme hakiki bir "yoğunluk"muş (tüm cenin ifade etliği şey) gibi düşünülmektedir: o zaman da felsefece kavram, çoğunlukla, anlamından boşalmış bir önerme olarak belir mektedir. Bu karışıklık mantıkta da hüküm sürüyor ve felsefenin ne olduğu konusundaki çocukça düşüncesini açıklıyor.
Felsefece kavramlar birbirlerine uymayan parçalanmış bütünler dir, zira kenarları çakışmaz. Bir puzzle oluşturmaktan çok, zar atımlarından doğarlar. Yine de tınıları vardır, ve onları yaratan felsefe, ucu açık kalsa bile, parçalanmamış, güçlü bir Bütün sunar her zaman: Bir-sınırsız Bütün, o kavramların hepsini bir tek ve aynı düzlem üzerinde kavrayan Omnitudo. Bir masa, bir yayla, bir kesittir bu. Bir tutarlılık düzlemidir, ya da daha doğru bir ifadeyle kavramların İÇKİNLİK DÜZLEMİ, planomenadır. Kavramlar ve düz lem sıkı sıkıya biribirlerinin tamamlayıcısıdırlar, ama o ölçüde de birbirlerine karıştınlmamaları gerekir. İçkinlik düzlemi bir kavram değildir, bütün kavramların kavramı da değildir. Durmadan büyü yen kesişmelerle, kavramların birbirine bağlanmasını sağlayan düzlemdir ve durmadan yenilenmiş, durmadan değişen bir eğriliğin üzerinde, düzlemin kalabalıklaşmasını sağlayanlar da kavramlardır. Eğer felsefe kavramların yaratılmasıyla başlıyorsa, içkinlik düzleminin felsefe-öncesi bir şey gibi düşünülmesi gerekir. Felsefe-öncesi, önceden varolan bir şeyi değil, ama felsefe onu varsaymakla birlikte, felsefenin dışında varolmayan bir şeyi anla tır. Bunlar onun iç koşullarıdır.
Kavramsal kişilik, filozof için geçerli olan bir felsefenin haline-gelişi veya öznesidir, öyle ki Nietzsche'nin "Deccal"i veya "Çarmıha gerilmiş Dionysos"u imzaladığı gibi. Kavramsal kişiliklerin rolleri budur; düşüncenin yurtluklarını, yurtsuzlaşmalarını ve yeniden yurtlanmalarını ortaya çıkarmak. Kavramsal kişilikle içkinlik düzlemi karşılıklı önvarsayım du rumundadırlar. Bazen kişilik düzlemden önceymiş gibi görünür, bazen de onu izliyormuş gibi. Nedeni de iki kez ortaya çıkması, iki kez müdahale etmesidir. Felsefe, her biri öteki ikisine yanıt veren, ama kendi başına ele alınması gereken üç öğe sunar: çizmek zorunda olduğu felsefe-öncesi düzlem (içkinlik), icadetmek ve yaşatmak zorunda olduğu felsefe-yakını kişilik veya kişilikler (üsteleme), yaratmak zorunda olduğu felsefece kav ramlar (tutarlılık). Çizmek, icadetmek, yaratmak; felsefece teslis bu dur işte.
Felsefece sorun şu halde, karşı karşıya getirilebilen görüşlere, kâh bazılarını ötekilere kıyasla daha bilgece bularak, kâh her birinin doğruluk payını belirleyerek, her bir şık için bir doğruluk değeri biçebilen mercii bulmaktan ibaret olacaktır. Adına diyalektik denilen ve felsefeyi sonu gelmez tartışmalara indirgeyen şeyin anlamı her zaman bu oldu. Felsefece faaliyetlerden her biri yalnızca öteki ikisinde kıstasını bulur, felsefe bu yüzden aykırısalın içinde gelişir. Felsefe bilmekten ibaret değildir ve felsefeyi esinlendiren şey de hakikat de ğil, ama başarı veya başarısızlık için karar verecek olan İlginç, Dikkate-değer, ya da Önemli kategorileri gibi kategorilerdir.
Bütün bu durumlarda, emperyal bir likte veya tinsel imparatorlukta, kendini içkinlik düzlemi üzerine yansıtan aşkınlık onu döşemekte ya da Figürlerle doldurmaktadır. Artık figürler aracılığıyla değil de kavramlarla düşünülen yer işte burasıdır. İçkinlik düzlemini gelip dolduran şey, kavramdır. Artık bir figür içinde yansıma değil, ama kavram içinde bağlantı vardır.
Neden kapitalizm Batı'da da, III. ve hatta VIII. yüzyıllarda Çin'de değil? Çünkü Batı bu bileştiricileri ağır ağır kurup ayarlarken, Doğu onların sona ermelerine izin vermez. Yalnızca Batı kendi içkinlik odaklarını serer ve yayar. Husserl, halkların, düşmanlıklarında bile, tıpkı Hindistan'daki halklar gibi, yurtluğu olarak "kendi evi"ne, ve bir ailesel akrabalığa sahip tipler halinde gruplandıklarını söylüyordu; ancak yalnızca Avrupa, ulusları arasındaki rekabete rağmen, kendine ve öteki halklara "durma dan daha çok Avrupalılaşmaya dönük bir teşvik" önerecektir, öyle ki bu Batı içinde bütün bir insanlık, tıpkı daha önce Yunanistan'da yaptığı gibi, kendi kendisiyle akraba olacaktır. Dünya kapitalizminin devasa göreceli yurtsuzlaştırması, yeni "kardeşler" toplumunda, yani dostlar topluluğunun kapitalist karşılığında, demokrasi içinde bir varış noktası bulan modern ulusal Devlet üzerinde yeniden-yurtlanmaya gereksinir. Devrim, yurtsuzlaştırmanın yeni toprağa, yeni halka çağrı yaptığı anda bile, mutlak yurtsuzlaştırmadır. Mutlak yurtsuzlaştırma yeniden yurtlandırma olmadan olmaz. Felsefe kavram üzerinde yeniden yurtlanır. Kavram nesne değil, yurtluktur. Onun Nesnesi değil, ama bir yurtluğu vardır. Tas tamam bu bağlamda, geçmiş, şimdiki ve belki de gelecek bir forma sahiptir. Evrensel demokratik Devlet yoksa, bunun nedeni kapitalizmde evrensel olan tek şeyin pazar oluşudur. Aşkın üst-kodlamalarla iş gören arkaik imparatorlukların tersine, kapitalizm kodsuzlaştırılmış akışların (para, emek, ürün akışları...) içkin bir aksiyomatiği gibi çalışır. Ulusal devletler artık üst-kodlama paradigmaları değildirler, ama o içkin aksiyomatiğin "gerçekleşme modellerini" meydana getirirler.
Eğer felsefe kavram üzerinde yeniden-yurtlanırsa, bunun koşulunu demokratik Devletin şimdiki formunda, ya da düşünüm cogito'sundan da daha kuşkulu bir iletişim cogito'sunda bulamaz. İletişimden yoksun değiliz, tersine fazlasıyla var ondan, biz yarat manın eksikliğini çekiyoruz. Şimdiki hale direncin yokluğunu çekiyoruz. Kavramların yaratılması, kendiliğinde bir gelecek formuna çağrı yapar, yeni bir toprağa ve henüz varolmayan bir halka seslenir. Avrupalılaştırma bir haline-geliş kurmuyor, sadece uyruklaştı rılmış halkların haline-gelişini engelleyen kapitalizmin tarihini kuruyor. Sanat ve felsefe bu noktada, yaratmanın bağlantısı olarak, eksikliği duyulan bir toprak ve bir halkın oluşturulması noktasında buluşuyorlar. Bu geleceği talep edenler halkçı yazarlar değil, ama en aristokrat kişilerdir. Bu halk ve bu toprak bizim demokrasileri mizde buluşamayacaktır. Demokrasiler çoğunluklardır, ama bir haline-geliş, doğası gereği her zaman için kendini çoğunluktan dışarıya çıkaran şeydir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder