30 Eylül 2025 Salı

Kana Kana - Ölüler Hariç (2022)

 Türkçe sözlü hafif gotik müziği icracısı olarak kendini tanımlıyormuş grup. Gotik türü aslında doksanlarda da vardı çok anlaşılmamıştı, her alternatif ses metalcilere yöneltilince tabi. Sonraları da She Past Away dünya çapında ses getirdi. Organik bir bağ var mı bilmiyorum ama çizgi benzer. Gitar tonu hoş, melodiler yalın ve net ve mantık daha popa yatkın. Kolay dinleniliyor yani, ritimler de daha hareketli olunca. Öz dilimizde sözler hala biraz egzantirik gelebiliyor, alışacağız artık. Sadece biraz kısa gelmedimide sizlere de?  Niyetimizi de belli edelim: umarım tek seferlik bir çalışma olarak kalmaz. 

7,50/10

27 Eylül 2025 Cumartesi

Mors Principium Est - Seven (2020)

 Melodik death metal sıkıntılı bir tür, ufak tefek kıyısından çekiştirmeler yapılsa da genelde kendini tekrar eden ve içine kapan örneklere rastlıyoruz. Synthler ve keman ile birlikte minimal senfonik bir tat dışında bu türü saf haliyle icra eden gruplardan biri de Mors Principium Est. Mana itibariyla ölüm başlangıçtır. Ama işlerini iyi yapıyorlar. Gençken ilk dinlediğimde tabi türe az maruz kalmam sebebiyle çok sevmiştim. Şimdi ise duygusal anlamda aynı tatmin seviyesinin çok altındayım. Eleştiri de getiremiyorum, her şeyi olması gerektiği gibi yapmışlar. Bu albümün ise öncekine göre daha iyi olduğunu, üzerine kafa yorulduğunu söyleyebilirim.

7,0+/10

26 Eylül 2025 Cuma

Başkarma - Kizleü (1991)

 Tatar folk rock müziği ama Rusya'dan değil. Finlandiya'dan. Bilgi bombelemesi! Fin diyarında 1800'lerden kalan müslüman Türk Tatar bir cemaat varmış. Ve bu cemaat içinden gençler dünya ayarında bu albümü kaydetmişler. Daha sert Rus imajını duyumsamayınca zaten bir soru işareti oluşmuştu. Akustik, hafif ve çok az cazımsı, yani daha batılı formların izi duyuluyor. Cennet gibi kadın bir vokal de cabası. Biraz kulak verin, sözleri de anlayacaksınız. Kıyıda köşede kalmış ecbebilerin obskür dediği garipçe hazineleri uzun süredir paylaşmamıştım. Ahan da paylaştım.

7,75/10

25 Eylül 2025 Perşembe

Pınar Kür - Akışı Olmayan Sular

 Yakın dönemde hayatını kaybeden ve Asılacak Kadın romanıyla bilinen
yazarın ilk 1983'te basılan bu öykü kitabı Sait Faik ödüllerine de layık görülmüş. Eser sadece 5 adet öykü içeriyor, diğer bir deyişle genelde uzun öyküler bunlar. Diyalog eksikliği hemen göze çarpıyor, karakter analizi temelinde ilerliyor hikayeler. Bu durumda hızlıca okunan, akıcı metinler olduğunu söylemek de sözkonusu değil. Hayatla sorunu olan , korkak tipler konu alınmış ve  çoğu da erkek. Yazarın hayatından kesit taşıyan öğeler kendini belli ediyor: eski, ferah apartmanlar, aristokratik geçmişlerin ardından düşüşe geçmiş aileler. Sıradan hayatların yaşadığı umutsuzlukların kesiti paylaşılan. Yalnız bir öyküde , Leyla'lı olan bu genel çizgiyi zorlamakta. Okuyana göre değişir, ya en iyisi kitabın ya da en kötüsü. 

 

Diğer ilginç bir tespit ise hikayelerin biri hariç 1981/82  yılında yazılmış olması. Kendimi daha doğru ifade edeyim, eski solcu bir karakterin ki kadınları kolay lokma görme düşüncesiyle geçici bir heves dönemi olarak tarif ediliyor, sıfatına gönderme dışında siyaseten hiç bir şey yok. 

24 Eylül 2025 Çarşamba

Model/Actriz - Dogsbody (2023)

 Hem dans, hem endüstriyel, hem post-punk/noise olabilir mi? Oluyormuş. Peki güzel oluyor mu? Oluyormuş. Sadece hareketli şarkılara karakter katmakla kalmıyor, slowlar da gönül yakan cinsten. Bir de inek çanı gibi bir şey var, o nedir yafu? Nasıl yakışır ritmik ritmik. Neyse ağlarken dans eden manyaklara gelsin. Bu yetmez ikinci albümleri yepisyeni 2025 marka Pirouette de gelsin.

9,0-/10

23 Eylül 2025 Salı

Brooklyn Nine-Nine Sezon #4- 5 / Kuvvetli Bir Alkış / The Rain #1 / Gizli Seviye #1

 Brooklyn'in 99. karakolunda absürt olaylar devam ediyor. Özellikle dördüncü sezonu beğendim, benim bile kahkah kahkaha attığım sahneler oldu. Tam bir zıttına ise takip eden sezon bende bir şeyler uyandırmadı. Absürtlüğün eğlenceli sınırını aşmışlar, senaryo ve oyunculuk daha fantastik öğelerle süslü. Hapis macerası, büyük olaylar felan. Hep çiçek, hep böcek. Polislik dedektiflik hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı. Daha doğrusu bu kadar mantıksız ve saçmalığa artık inanmıyoruz pek.

Absürd demişken Kuvvetli Bir Alkış'a imkan tanımak lazım. Bu yerli yapım mini dizi hepten bir değişik. İlerledikçe büyüdüğüne tanık olduğumuz karakter çocuklukta bile çok bilmiş biri, itici yafu. Anne karnına geri dönme sendromundan muzdarip. Bazı diyalogların sadece zaman doldurduğu hissediliyor. Psikolojik sembolizmin bir kısmının boşa düştüğünü, miş gibi temsil oyunu oynandığını görebiliyoruz. Bu demek değil ki bazı saptamalar ve tanıklıklar başarılı değil. Özellikle karı kocanın, ana oğulun ilişkisine dair izlenimler dikkat çekiyor. Trajikomik tatlarda absürdizm nereye varmak istemektedir? Cevapsız sorular...

The Rain kıyamet sonrası daha doğrusu virüs salgını sonrası karantinaya alınmış Danimarkası'nda geçen ve gençlere hitap ettiği anlaşılan bir dizi. Bu kadar saçma sapan ve aptal senaryosuyla nasıl 3 sezon çekilebilmiş, anlamak da mümkün değil. Aklın sakın yapma dediği her dakika tersini yapan gençleri izliyoruz. Devamını getiremeyeceğim. Belki bir şeyler olur, bir şeyler değişir diye sezonun hepsicağzını bitirdiğim için kendimi tebrikler ediyorum. Reca ederim, reca ederim.


Secret Level yani özdilimizce Gizli Seviye antolojik bir çizgi dizi. Deadpool, Terminator ve Love, Death & Robots gibi yapımlarda emeği geçen beyefendinin yarattığı bu dizinin her bölümü bir video oyunundan ilhamla çekilmiş. Pacman misal, bir bölümde manipülatif bir canavar kılığında. Genel olarak tabi kısa da olmalarından kelli, hızlıca ve keyifle izleniyorlar. Dungeons&Dragons , New World, Unreal, Honor of Kings bölümleri biraz daha gönülde taht kuran bölümler. Devam sezonu gelir mi bilinmez.

22 Eylül 2025 Pazartesi

Kostnatění - Úpal (2023)

 Yorgunum, çok yorgunum. O yüzden kısa yazacağım. Türkiş EP'sini dinlerken ya yazdım, ya kendi kendime söyledim. Melodileri bizden olduğundan belki de olması gerekenden fazla olumlu değerlendiriyorum diye. Bu albümde evet, miktotonaj oryantalizm bize tanıdık, batılı ecnebilere egzotik geliyor. Lakin bizim yörelerin barizliğinden sıyrılması, hakkaniyetle değerlendirmeye imkan veriyor.  Harmonilere felan, hayran kalsak da her zaman keyifle dinlenebilirlik sunması mümkün değil, bu albümün. Bir noktadan sonra ister istemez akademik bir çalışmayı analiz ettiriyor gibi hissediyoruz.

7,75-/10

Bosphorus Metal Fest 2025

 Bu sene festival çok da sevmediğim Uniq açıkhavada gerçekleşti. Gözlemlerim şu şekildedir. Katılımcı sayısı çok çok daha iyi olabilirdi. Takvim sıkışıklığı ve bütçe meselesi baskın bir sebep görünüyor. Organizatörler değerlendirecektir ama ülkemizde 10 adet gruba hapsolma durumu da var ve kesinlikle göz ardı edilmemeli. Ticari kaygı ve ideal hedefleri bir araya getirecek bir program ile grup listesi daha başarılı kotarılabilmeliydi. Tabi organizasyonun da kendi bütçesini ve grupların takvimini hesaplaması gerekiyor. Türler arasında denge de zayıf olunca dinleyicisi ile birlikte bayağı bayağı ekstrem bir festivale dönüşmüştü. Herkes eksikti, gençler de bir eksikti. Bu tarz konserlerin lokomotifleri halbuki onlar. Genel havayı olumsuz etkiledi maalesef. Cumartesi yerli grubumuz Black Tooth ile açılışı yaptık. Vokali seyirci arasında daha çok gördük, kimi zaman circle pit yönetti, kimi zaman arkadaşlarıyla selamlaştı. Bu arada şarkıda söylüyordu. Bir ara da kayboldu, bilet kesiyordu kapıda zannımca. Sanırım seyirciler olarak bizim amacımız grubu eğlendirmekti. Yok yok izleyici de eğlendi. Parmak hadisesi yaşadı, geçmiş olsun diyelim. Sonra Susperia sahne aldı. Eski bir grup ama hem tür olarak hem de kadro istikrarını bir türlü yakalayamadığı için bir yerlere gelememiştir. Fakat canlı bir sounda sahipti. Dinleyebilirim de yani. Bu arada festivalin ses kalitesi diğer organizasyonlar için örnek olmalı, çok iyiydi. Bir kaç grupta iniş çıkışlar olsa da.. Sırayı Necrophobic alıyor. Ben bu arkadaşları  alalade brütal death metal yapıyor sanmıştım. Yırtıcı bir black metal icra ediyorlarmış. Black-death deselerde sahnesi pek de öyle değildi. Bilseydim konser öncesinde bir kaç albümüne şans verebilirmişim. Yine de besteler biraz fazla birbirine benziyor gibi geldi. Ve Asphyx. İyiydiler, gazdılar, boyun koparttılar. Sese kendi kendilerine kafayı taktılar, biraz daha volümü artırdılar felan, vokal boğuldu. Orada olma sebeplerimden biri olan Amorphis performansı bence iyiydi. Yafu çok yumuşadılar felan diye pislik atsam da kendi kendime hala gönlümde olduklarını bir kere daha hatırladım, eskilerden de 2-3 çaldılar. Akşam mutlu ayrıldım sonuçta. 

İkinci gün Sadist'e yetişmeye çalıştım. Konser alanında standart Uniq'in 3 adet yemek standı olunca, hamburger küçük müçüktü ama iyiydi (mango değil avokado sosunu tercih ediniz) , pizza kötüydü, sağlıklı hiç bir şey yoktu ve içecekler de bir tık pahalı ve tatsız fıçısı, namevcut malt-filtresiz seçeneği, sözüm o ki, konser alanında çıkış yasağı da eklenince, hemen yandaki restoranlarda yiyip içerek depoyu doldurma daha cazip geldi. İnanıyorum ki 5'ten sonra orman havasının etkisiyle soğuyan ve 2. gün termal kapüşona sardıran bu mekan organizatörlerin de ilk seçeneği değildi. Uzun lafın kısası Sadist'in sesi uzaktan leylimley. Sonra klasik hard'n heavy cover band gibi Korry Shadwell performansı izledik. Hiç mi bir power metal, heavy metal grubu kalmamış, illa dengeyi sağlama adına ablamızı eklemişler çok bilemedim. Kötü değildi tabi, artık müzisyenler işlerinde çok başarılı. Sarhoş, uçmuş felan olmadıkları sürece, ses prodüksiyon tonmaister faciası yaşamadıktan kelli hepsi iyi zati. İyi demişken Yunan komşu Suicidal Angels performansı inanılmaz eğlendiriciydi. Böyle hafiften punk ve ful gruvi crossovere çalan thrash besteleri ile dinleyicinin kanını zıplattı, ortalığı dumana kattı. Bilmiyordum, öğrendim kendilerini. Obscura elemanları da şirindi. Teknik şova dönüştürdüler icralarını amma pek de benlik değil canlısı, bunu anladım. Patır çatır çaldılar tabi. Festivale diğer katılma sebebim Belphegor ise biraz hayal kırıklığı oldu. Sesi gürültü duvarı şeklinde bir dalgaya boğmuşlar, enstrümanlar ve vokal ara ara kulağımıza gelebildi. Parçaları daha hızlandırılmış mı çaldılar ne, ben ayırt etmekte zorluk çektim. Evet, atmosfer, koyun kellesi felan iyiydi, adrenalin agresyon da. Ardarda öff dedirtti lakin. Bununla birlikte festivale katılma sebebim (kaç tane oldu yafu bu sebepler...) Old Man's Child pek memnun etti. Arkadaki tonmasterı tebrik ettim, gözünden öptüm. Tüm sesler black metal olmasına rağmen duyuldu, şarkıların her birine mıymıymıy (hiç söz bilmem) eşlik edecek kadar melodilerini seçebildim. Benim gibi seveni de bolmuş grubun, sevindirik oldum. Bence bu grup  heavy metal melodileri üzerine inşa etmişler bestelerini. Kapanış Lacuna Coil ile. Metroya geçiş ve yürüyüş, shuttle hiç de öyle hazır değildi..., kaygısı erken sonlandırdı. Enjoy the Silence çaldılar. Sound bayağı alternatif metaldi artıkın. Ama Cristina'nın sesi , ses rengi ve nostaljik etkisi pek çok eksikliği kurtarmaya yeter bile.

Gençler pek yoktu dedim ama annesiyle birlikte inanılmaz eğlenen genç kardeşimiz, babalarıyla gelen diğer genç arkadaşlar göz doldurdu. Ruslar başta olmak üzere (Ukrayna, Polonya bilmeyiz hepsi Rus) yabancı katılımı zengindi, Tunuslular çok durgundu, ben diyeyim yüzde 10, sen de 15. Erkeklerimiz freak show'dan hallice çirkin, kendim de dahil yafu alınmayın hemen, kadınlarımız ise (feministler sevmiyor iyelik ekini, feministlerimiz) tam tersine güzel ve asildiler.

Seneye Satyricon felan getireceğiz diyorlar, tövbe tövbe. Destek veriniz.

19 Eylül 2025 Cuma

Louis Armstrong - The 25 Greatest Hot Fives & Hot Sevens (1995)

 Louis Armstrong belki de bebedir, bu şarkılar da çok eskidir. Kulağımızın alıştığı beste yapılarına bile sahip değiller. Bu yönüyle ilkel bir sanat bile diyebiliriz. Hareketli, parti müziği gibi tınlayan şarkılar olduğu kadar blues acılığını taşıyanların da mevcudiyeti geniş aralığı gösteriyor. Kimi zaman 1930'lu yılların nostaljisini taşıyan Cupheads çizgi dizisini kimi zaman da kovboy saloonlarını hatırlamamak elde değil. Bu da amerikanın diğer köklerine indiğimizin alametidir. İşin garibi sakinleştirici bir etkisi vardır.

7,75-/10

Gilles Deleuze / Felix Guattari - Felsefe Nedir?

 Deleuze-Guattari İkilisinin felsefeye getirdikleri (devrimci) tanım, onu artık bir tür köken, veya dönüş, veya  arayış, veya düşüncenin düşüncesi gibi, aşina tanımlarla tanımlamamıza bırakmayacak ölçüde net, muğlaklıktan uzak, açık seçiktir: felsefe bir edimdir, bir yaratma, kurma edimidir. Yarattığı, kurdu ğu şeylerse KAVRAMLARdır. Böylelikle, felsefe, temaşa (nesnel idealizm) ile de, düşünümleme (öznel idealizm) ile de, iletişim (öznellerarası idealizm) ile de karıştırılamaz, karıştırılmamalıdır. Ve felsefece düşünme edimi de "öznenin ve nesnenin kategorileri için de değil, ama yurtluğun ve toprağın (yeryüzünün) değişken bir ilişkisi içinde" gerçekleşir. Bu yüzden de felsefe, haline-geliş olarak tarihin (zamanın) içinde olduğu ölçüde, düşüncenin yurtlandığı ve yurtsuzlaştığı mekânın (et/beden'den evrene) içindedir; bir geo felsefedir.

Her kavramın, bileştiricilerinin sayısıyla tanımlanmış, düzensiz bir çerçevesi vardır. Bileştiricilerini tümlediği için bir bütündür kavram, ama parçalı bir bütündür. Her kavram için her zaman bir tarihi vardır diyoruz. Bir kavramın içinde, çoğu za man, başka sorunlara yanıt veren ve başka düzlemleri varsayan başka kavramlardan gelme parçalar ya da bileştiriciler bulunur. Ancak öte yandan bir kavramın, bu kez aynı düzlem üzerinde yer alan kavramlarla olan ilişkisini ilgilendiren bir haline-geliş'i var dır. Burada kavramlar birbirleriyle yeniden uyarlanırlar, birbirle riyle kesişirler, çevremlerini uyumlulaştırır, karşılıklı sorunlarını biçimlendirirler, farklı tarihleri olsa da, aynı felsefeye aittirler. Her kavram şu halde, kendi öz bileştiricileri nin rastlaşma, yoğunlaşma ya da birikme noktası olarak düşünülecektir. Kavram olayı söyler, özü ya da şeyi değil. Saf bir Olay'dır o, bir hekseite'dir, bir bütünlüktür. Kavram hiçbir şekilde bir önerme değildir, önermesel değildir, ve önerme de asla bir yoğunluk değildir. Önermeler kendi gönderimleri aracılığıyla tanım kazanırlar ve gönderim de Olay'ı değil, ama şeylerin veya cisimlerin durumuyla bir ilişkiyi, aynı şekilde, bu ilişkinin koşullarını kapsar. Nihayet kavram söylemsel değildir, ve felsefe de söylemsel bir edinim olamaz çünkü önermeleri ardarda sıralamaz. Kavramla önermenin birbirine karıştırılması yüzünden bilimsel kavramların varlığına inanılmakta ve önerme hakiki bir "yoğunluk"muş (tüm cenin ifade etliği şey) gibi düşünülmektedir: o zaman da felsefece kavram, çoğunlukla, anlamından boşalmış bir önerme olarak belir mektedir. Bu karışıklık mantıkta da hüküm sürüyor ve felsefenin ne olduğu konusundaki çocukça düşüncesini açıklıyor.

 Felsefece kavramlar birbirlerine uymayan parçalanmış bütünler dir, zira kenarları çakışmaz. Bir puzzle oluşturmaktan çok, zar atımlarından doğarlar. Yine de tınıları vardır, ve onları yaratan felsefe, ucu açık kalsa bile, parçalanmamış, güçlü bir Bütün sunar her zaman: Bir-sınırsız Bütün, o kavramların hepsini bir tek ve aynı düzlem üzerinde kavrayan Omnitudo. Bir masa, bir yayla, bir kesittir bu. Bir tutarlılık düzlemidir, ya da daha doğru bir ifadeyle kavramların İÇKİNLİK DÜZLEMİ, planomenadır. Kavramlar ve düz lem sıkı sıkıya biribirlerinin tamamlayıcısıdırlar, ama o ölçüde de birbirlerine karıştınlmamaları gerekir. İçkinlik düzlemi bir kavram değildir, bütün kavramların kavramı da değildir. Durmadan büyü yen kesişmelerle, kavramların birbirine bağlanmasını sağlayan düzlemdir ve durmadan yenilenmiş, durmadan değişen bir eğriliğin üzerinde, düzlemin kalabalıklaşmasını sağlayanlar da kavramlardır. Eğer felsefe kavramların yaratılmasıyla başlıyorsa, içkinlik düzleminin felsefe-öncesi bir şey gibi düşünülmesi gerekir. Felsefe-öncesi, önceden varolan bir şeyi değil, ama felsefe onu varsaymakla birlikte, felsefenin dışında varolmayan bir şeyi anla tır. Bunlar onun iç koşullarıdır.  

Kavramsal kişilik, filozof için geçerli olan bir felsefenin haline-gelişi veya öznesidir, öyle ki Nietzsche'nin "Deccal"i veya "Çarmıha gerilmiş Dionysos"u imzaladığı gibi. Kavramsal kişiliklerin rolleri budur; düşüncenin yurtluklarını, yurtsuzlaşmalarını ve yeniden yurtlanmalarını ortaya çıkarmak. Kavramsal kişilikle içkinlik düzlemi karşılıklı önvarsayım du rumundadırlar. Bazen kişilik düzlemden önceymiş gibi görünür, bazen de onu izliyormuş gibi. Nedeni de iki kez ortaya çıkması, iki kez müdahale etmesidir. Felsefe, her biri öteki ikisine yanıt veren, ama kendi başına ele alınması gereken üç öğe sunar: çizmek zorunda olduğu felsefe-öncesi düzlem (içkinlik), icadetmek ve yaşatmak zorunda olduğu felsefe-yakını kişilik veya kişilikler (üsteleme), yaratmak zorunda olduğu felsefece kav ramlar (tutarlılık). Çizmek, icadetmek, yaratmak; felsefece teslis bu dur işte.

Felsefece sorun şu halde, karşı karşıya getirilebilen görüşlere, kâh bazılarını ötekilere kıyasla daha bilgece bularak, kâh her birinin doğruluk payını belirleyerek, her bir şık için bir doğruluk değeri biçebilen mercii bulmaktan ibaret olacaktır. Adına diyalektik denilen ve felsefeyi sonu gelmez tartışmalara indirgeyen şeyin anlamı her zaman bu oldu. Felsefece faaliyetlerden her biri yalnızca öteki ikisinde kıstasını bulur, felsefe bu yüzden aykırısalın içinde gelişir. Felsefe bilmekten ibaret değildir ve felsefeyi esinlendiren şey de hakikat de ğil, ama başarı veya başarısızlık için karar verecek olan İlginç, Dikkate-değer, ya da Önemli kategorileri gibi kategorilerdir.

Bütün bu durumlarda, emperyal bir likte veya tinsel imparatorlukta, kendini içkinlik düzlemi üzerine yansıtan aşkınlık onu döşemekte ya da Figürlerle doldurmaktadır. Artık figürler aracılığıyla değil de kavramlarla düşünülen yer işte burasıdır. İçkinlik düzlemini gelip dolduran şey, kavramdır. Artık bir figür içinde yansıma değil, ama kavram içinde bağlantı vardır.  

Neden kapitalizm Batı'da da, III. ve hatta VIII. yüzyıllarda Çin'de değil? Çünkü Batı bu bileştiricileri ağır ağır kurup ayarlarken, Doğu onların sona ermelerine izin vermez. Yalnızca Batı kendi içkinlik odaklarını serer ve yayar.  Husserl, halkların, düşmanlıklarında bile, tıpkı Hindistan'daki halklar gibi, yurtluğu olarak "kendi evi"ne, ve bir ailesel akrabalığa sahip tipler halinde gruplandıklarını söylüyordu; ancak yalnızca Avrupa, ulusları arasındaki rekabete rağmen, kendine ve öteki halklara "durma dan daha çok Avrupalılaşmaya dönük bir teşvik" önerecektir, öyle ki bu Batı içinde bütün bir insanlık, tıpkı daha önce Yunanistan'da yaptığı gibi, kendi kendisiyle akraba olacaktır.  Dünya kapitalizminin devasa göreceli yurtsuzlaştırması, yeni "kardeşler" toplumunda, yani dostlar topluluğunun kapitalist karşılığında, demokrasi içinde bir varış noktası bulan modern ulusal Devlet üzerinde yeniden-yurtlanmaya gereksinir.  Devrim, yurtsuzlaştırmanın yeni toprağa, yeni halka çağrı yaptığı anda bile, mutlak yurtsuzlaştırmadır. Mutlak yurtsuzlaştırma yeniden yurtlandırma olmadan olmaz. Felsefe kavram üzerinde yeniden yurtlanır. Kavram nesne değil, yurtluktur. Onun Nesnesi değil, ama bir yurtluğu vardır. Tas tamam bu bağlamda, geçmiş, şimdiki ve belki de gelecek bir forma sahiptir. Evrensel demokratik Devlet yoksa, bunun nedeni kapitalizmde evrensel olan tek şeyin pazar oluşudur. Aşkın üst-kodlamalarla iş gören arkaik imparatorlukların tersine, kapitalizm kodsuzlaştırılmış akışların (para, emek, ürün akışları...) içkin bir aksiyomatiği gibi çalışır. Ulusal devletler artık üst-kodlama paradigmaları değildirler, ama o içkin aksiyomatiğin "gerçekleşme modellerini" meydana getirirler.

 Eğer felsefe kavram üzerinde yeniden-yurtlanırsa, bunun koşulunu demokratik Devletin şimdiki formunda, ya da düşünüm cogito'sundan da daha kuşkulu bir iletişim cogito'sunda bulamaz. İletişimden yoksun değiliz, tersine fazlasıyla var ondan, biz yarat manın eksikliğini çekiyoruz. Şimdiki hale direncin yokluğunu çekiyoruz. Kavramların yaratılması, kendiliğinde bir gelecek formuna çağrı yapar, yeni bir toprağa ve henüz varolmayan bir halka seslenir. Avrupalılaştırma bir haline-geliş kurmuyor, sadece uyruklaştı rılmış halkların haline-gelişini engelleyen kapitalizmin tarihini kuruyor. Sanat ve felsefe bu noktada, yaratmanın bağlantısı olarak, eksikliği duyulan bir toprak ve bir halkın oluşturulması noktasında buluşuyorlar. Bu geleceği talep edenler halkçı yazarlar değil, ama en aristokrat kişilerdir. Bu halk ve bu toprak bizim demokrasileri mizde buluşamayacaktır. Demokrasiler çoğunluklardır, ama bir haline-geliş, doğası gereği her zaman için kendini çoğunluktan dışarıya çıkaran şeydir. 

18 Eylül 2025 Perşembe

Eastward / Tyranny

 Eastward kıyamet sonrası ama renkli ve pikselli bir dünyada geçiyor. Bir kız ve üveybabası var ve sırası geldikçe ikisiyle de oynama şansını yakalıyoruz. Bununla birlikte hikaye kıyamet sonrasına yakışan bir şekilde katastrofik bir tehlikenin gölgesinde geçiyor. Diğer toplulukları ziyaret edip arkadaşlar edinerek görevler ediniyor bir de gizemi anlamaya çalışıyoruz. Piksel macera RPG diye geçen bu oyun göze hitap etmekle birlikte 10 saati aşan bir oynama süresi sonunda usandırıcı bir tekrara ulaşıyor. Hikayede anlamsızlıklar, bol bol okumalar, diyalog geçmenin bıktırması, daha iyi olabilir savaşma mekaniği, bulmacalarda tekrarlar eksiklikleri. Yine de bir süreliğine oynanabilir, keyif veriyor çünkü. Amma 40-50 saat gömecek kadar değil yafu.

Tyranny iddialı ama bu iddianın altını dolduracağı şüpheli bir rol yapma oyunu. Kyros adında doğaüstü güçleri olan bir tiranın emrinde bir ajansınız ve bir ülkeyi işgal eden kötü taraftasınız. Aynı göreve sadık maviler ve kırmızılar ordusu var. Ve onlara liderlik eden archonlar. Adalet, taş, sırlar archonları da var, Kyron tarafından yetkilendirilen ve sihirli güçlere sahip olan seçilmiş liderler. Siz de uygun tarafları seçerek bu işgale yardımcı oluyorsunuz. Direnen tarafta da farklı fraksiyonlar mevcut. Oyunun iddiası ise herhangi bir fraksiyonla ittifak halinde farklı bir yol ve farklı birs ona varabilirsin. Tam da öyle değil. Şıkları seçince oyunun sizi mavi tarafta olmaya yönlendirdiğini göreceksiniz. Nihayetinde de siz de gizli kulelerin yönetimini aldıkça yeni bir archon olacak ve Kyros'a kafa tutacaksınız. Oyun genel olarak kolay, pek çok ekstra özelliği ve büyüyü kullanma yada geliştirme ihtiyacı duymayacaksınız. O kadar çok kılıç zırh kalkan düşecek ki satıp satıp kendinizi eğitime tutup level atlayacaksınız. Harita kısmı çok sevemedim ama başka bir oyuna çok benzettim, Pathfinder olabilir. Ya oyun biraz sığ ya da ben yaşlandım. Yine de oyunu bitirdim ve keyif aldım. Çığır açmasa da oynanırlığı genel olarak keyif veriyor.

15 Eylül 2025 Pazartesi

Obscura - Akróasis (2016)

 Daha sıkı, daha profesyonel, akustik ve amansız şiddet arasında dengeli uyum, daha teknik ve hala olabildiğince komplike. Çok tatlı anlar var çünkü parçalar farklı farklı anlardan oluşuyor. Önceki albümlerdeki bu anların koleksiyonu olma durumu gittkçe düzeliyor. Parçalar kendi içinde akışkan. Sert tonaja kayan vokali de seviyorum. Lakin bu tarz müzik artık bana pek de hitap etmiyor, perdesiz gitarın tonu, solo atan gitarın bazı bazı tonları, diğer gruplara hala hatırı sayılır benzeme durumu, vokader uzaylı sesleri... Düz bir adama dönüştüm, dümdüz. 

6,75+/10

14 Eylül 2025 Pazar

Palmiyeler - İkimiz (2022)

 Yaz enerjisinin geçtiği koyu turuncu albüm grubun beşinci albümü. Alternatif sahnede ismi çok geçen grubu dinlemek yeni nasip oldu. Sound basbariz surf rock ama geleneksel olmamasından mütevellit indie surf sıfatıyla tanımlanıyorlar. Varsa eğer böyle bir tür, mevcutsa, cuk oturmuş. Soundun çağrışımları zengin, 60-70'ler B sınıfı polis kovalamacı filmleri, saykedelik kendi geçmişimiz ve ilginçtir , belki de sadece ben bir başıma bu iddia da bulunuyor olabilirim , enstrüman değil vokal melodileri sebebiyle 90'lar yerli rock müziğimizin ilk adımları... Nostalji etkisi için prodüksiyonda yoğun bir emek dökülmüş, fotoğraflardaki gibi somut bir filtre var. Sıkıntı bu enstrümanları çıkarıp beste ve vokali çıplak bıraktığımızda orijinallik konusunda hissettirdiği eksiklik ve basitlik. Buna rağmen enstrümanların serimini ve soloları dinlemek keyifli, lakin yetmez.

6,75/10

13 Eylül 2025 Cumartesi

V.A. - The Metallica Blacklist (2021)

 Devasa bir proje. Metallica'nın en bilindik kara albümündeki şarkıları ünlü ünsüz, rockçı, punkçı, popçu, jamaika portoriko çinganı, klasik piyanisti, country'cisi repçisi bi dolu insanın yorumladığı ve 4 siğdiye sığan bir kayıt. Bu tarz saygı albümü mantığında iki tavır vardır. Kimi kimileri aslına sadık , az değişmiş bir yorumu tercih eder. Kimbirileri de en çılgın kopuk anlaşılmaz derdüst edilmiş yorumu. Her nasıl oluyorsa ben ortada ama ikinciye bir tık yakınım. Diğer enteresan nokta şarkıların bazılarının bilmemmilyonkez yorumlanması, bazılarının ise çok az. Tek tek tüm coverların bahsi edilemez elbette. Lakin birkaç gözlemi paylaşayım. Enter Sandman en çok aslına yakın yorumlanan şarkılardan biri olmuş. Tercih ettiğimin tersine de aslına yakıncılardan Mac deMarco, Weezer, Ghost hoşuma gitti. Endüstriyel metal yorumu ile Rina Sawayama dikkat çekse de çok yükseldim sayılmaz. Başlangıçta muhafazakar yaklaşım grubun sevenleri ürkütmemeyi amaçlıyor belki. Ama takip eden Sad But True ki 7 yorum ile albümün en çok klonlanmışları arasında, kafa döndürecek değişkenlikte örnekler sergiliyor. Sam Fender'ın ağzından acıklı piyano baladı, surf country ritimleriyle Jason Isbell yorumu farklılıkları ile güzel dinleti sunuyor. Sunuyor da latin elektroreggaepop Mexican Institute of Sound yorumuna ne demeli? Twerk yapmaya teşvikten tutuklusun sevgilim! Bu şarkılar o kadar eğlenceli ki endüstriyel tınılarda rock yorumu ile St. Vincent bile sönük kalabiliyor, diğer üçü ise çoktan ölmüş. Tamam, tamam,  YB biraz hızının getirdiği avantajla hala can çekişiyor diyebiliriz.

Holier Than You hareketli sert bir parça. Yorumların da bu doğrultuda çok incelikli olduğunu söylemek mümkün değil. Pür punk'tan hard rock'a ama daha çok punk kulvarında gidip gelen bir yelpaze ile dinlenir ama oldurmaz örnekleri meydana getirmekteler. 2. sidi'nin diğer şarkısı ise çalına çalına bence artık eskimiş ilan edilmesi gereken Unforgiven. Ve coverlar da çorba: indie, Hintçe rap flow, piyano baladları, daha fazla rap. İtiraf etmek gerekirse, bu son dinlememde bunları yazarken şarkıların bir çoğunu ileri ileri sardım. İcracılar da belki kendi dünyalarında biliniyordur, bir şey diyemeyeceğim.
3. CD daha şokomelli, Wherever I Roam küverleriyle açılıyor. Reggaeton rap (J.Balvin ama K-pop ıvırzıvırı hatırladım bip bliplerde) ve onun ucuz bir trap taklidi, elektronik bir remix ve vokal zayıf olsa da kemanıyla parlayan J.Pardi'den country hard rock yorumu. Don't Tread On Me ise Nothing Else Matters ile kombine edilen bir SebastiAn yorumu ile açılıyor. İlginç istisnai elektronik esintiler taşıyan üflemeli çalgılarla senfonik bir sona bağlanan ilginç (demiş miydim?) bir parça. Daha normal Don't Tread On Me'lerden biri indie rockçı Portugal The Man'e, diğeri de bir ara ün kazanan Volbeat'e ait. Bu versiyonları melodik buldum ve sevdim. Through the Never pek popüler bir şarkı değil. Sadece iki yoruma sahip, biri son günlerde pek çok sevilip adını duyuran Moğol grup HU'ya ait. Tuva ve Moğol folklorünü dinlemiş biri olarak bu grubun folk metal tarzını biraz kaba saba bulurum ve fikrim çok değişmedi. Diğer şarkı ise ismi sanı hiç duyulmamış Nijeryalı Timo Owo tarafından seslendiriliyor. Bu R+b, soul cover çok çok farklı ve gerçekten de hiç fena değil. Sonunda çok yorumlanan yine çokça eskimiş bir parçaya geliyoruz, Nothing Else Matters. Miley Cyrus ve arkasındaki binbir isim, Phoebe Bridgers, Depeche Mode'dan Dave Gahan gibi ünlü isimlere rastlıyoruz. Aman Allahım 12 adet Nothing Else Matters mı? Bir kısmı da son sidide neyse ki... Neyse ki Unforgiven'a kıyasla biraz daha mihrabı yerinde bir parça. Yine de aynı şarkıyı 12 kez ard ard arda dinlemek ayrı bir iş.
Son sidiğ de dediğim gibi Nothing Else Matters ile açılıyor ama klasik piyano yorumu ile, icracı Igor Levit. Beğenilesi bir örnek. Chris Stapleton yorumu da öyle, cayır cayır gitar solosu yankılanıyor, gayet iyi. Of Wolf and Man'i bir tanecik grup yorumlamış, kendi usulüne yani amerikana'ya göre uydurulmuş hoş ama dinleme için yegane sebep teşkil edebilemez. The God That Failed'e ise 2 grup talip olmuş. Daha önce dinleme imkanı bulduğum iyi gruplardan IDLES yorumu yakıyor. My Friend of Misery'e gelirsek, bir türlü dinleyemediğim yeni nesil cazcılardan Kamasi Washington yorumu diyor ve susuyorum. Sadece bu şarkının mp3'ünü bulun ve dinleyin. Diğer 2 versiyon'dan ise daha düz olan Izia'yı beğendim. Böylelikle son şarkı ve tek yorum The Struggle Within'e geldik, yeni flamenko karşılaması yada gidişlemesi diyelim.
4 saatlik bir dinleti içinden vasatın üzerinde sayılı örnek çıkıyor. Geneli orta seviyede, lakin fazla garip, itici ve hatta bariz kötü yorumlar da hiç az değil. 

6,0/10

9 Eylül 2025 Salı

Italo Calvino - Varolmayan Şövalye

 Ada ve Adam yayınevlerinin bugüne kadar gelmemesine üzülmüşümdür. Calvino'nun Atalarımız koleksiyonun bu son kitabı zırhının içinde etsiz kemiksiz sinirsiz, sadece irade gücüyle ayakta duran bir şövalyeyi konu etmiş. İspanya'da Mağriplere karşı savaşan Carlomagno'nun ordusundaki şövalye ile diğer karakterlerin macerasındaki sembolizm konusunda yazarın bizzatihi kendisi sonsözü devralsın:

Bugün içinde yaşadığımız dünya, başkalarına kıyasla hiçbir değişik özelliği bulunmayan kimselerin, en ufak bireysellikten bile yoksun bırakılmış, giderek önceden saptanmış bir soyut davranışlar toplamına dönüşmüş kişilerin dünyası. Günümüzde sorun artık insanın benliğinin bir bölümünü yitirmesi değil, tümünü yitirmesi, hepten yokolmasıdır. Evrenle bir bütün oluşturduğundan, organik maddeden ayrışmayan, bu nedenle henüz varolmadığını söylebileceğimiz ilkel insanla başladık; yavaş yavaş, ürünler ve durumlarla bir bütün oluşturduğundan, hiçbir şeyle sürtüşmeyen, çevresindeki şeylerle (doğa olsun, tarih olsun) ilişkisi (savaşım ve savaşım yoluyla uyum) kalmamış, bu yüzden varolmayan, ancak soyut bir düzenek gibi dişleyen» yapay insana vardık Bu düşüncelerin düğümü içimde, yavaş yavaş, uzun süredir kafamda yer etmiş bulunan bir görüntüyle Özdeşleşti: yürüyen ve içi bomboş olan bir zırh. Öyküsünü yazmayı denedim (1959), Varolmayan Şövalye çıktı ortaya.

Agilulfo, varolmayan savaşçı, toplumumuzun tüm çevre lerinde pek yaygın bulunan bir insan tipinin psikolojik çizgilerine büründü; bu kahraman üzerinde pek rahat çalışabildim. Agilulfo formülünden (irade ve bilinçle donatılmış bir varolmayış) bir mantıksal karşıtlama süreciyle (yani düşünceden yola çıkıp görüntüye vararak; oysa genelde bunun tersini yaparım), bilinçten yoksun varlık ya da nesnel dünya ile özdeşlik formülünü elde ettim, böylece seyis Gurdulu’yu yarattım. Bu kahramanım birincisinin ruhsal bağımsızlığına erişemedi. Bun,da şaşılacak yan yok, çünkü Agilulfo Örneklerine her yerde rastlanıyor, Gurdulu örneklerine ise ancak etnoloji kitaplarında rastlanır.

Biri bedensel bireysellikten, öteki bilinç bireyselliğinden yoksun olan bu iki kişi bir öyküyü götüremezlerdi; onlar, varolma ile varolmamanın aynı kişide savaşacakları daha başka kahramanların canlandıracakları konunun yalnızca haberçişiydiler. Varolup olmadığını henüz bilmeyen kişi olsa alsa bir gençtir; demek ki bu öykünün asil kahramanı bir genç olmalıydı. Stendhal tipi bir soylu yiğit olan Rambaldo, bütün gençlerin yaptıkları gibi, varolmanın kanıtlarını arar. Varolmanın kanıtı bir şeyler gerçekleştirmektir; Rambaldo uygulamanın, deneyimin, tarihin temsilcisidir. Bir genç daha gerekiyordu, Torrismondo, onu da mutlağın temsilcisi olarak çizdim, ona göre varlığın kanıtı kendinden başka bir şeyden, kendinden önce varolandan, önce bir bütünken kopup ayrıştığı şeyden kaynaklanmalıdır.

Genç adam için, kadın varlığı kuşku götürmeyendir; böylece iki kadın çizdim: biri, Bradamante, çelişki olarak, savaş olarak sevda, yani Rambaldo’nun yüreğini çalan kadın; öteki —pek az değindiğim— Sofronia, barış, doğuş-öncesi uykunun özlemi, Torrismondo’nun gönlünün sultam. Bradamante, savaş olarak sevda, kendinden başka olanı, yani «varolmayanı» arar, bundan ötürü Agilulfo’ya tutkundu

 Geriye mistik deneyimi, bütün içinde eriyip yitme olarak varolmayı örneklemek kalıyordu, yani Wagner, Samurayların Budizmi; ve sahnede Gral Şövalyeleri belirdiler. Sonra bu kavrama karşıt olarak tarihsel deneyim olarak varoluş, o güne değin tarihin dışında bırakılmış bir halkın bilinçlenmesi kalıyordu, böylece dünyada varolduklarım bile bilmeyecek kadar yoksul ve ezilmiş olan ve varlıklarım mücadele yoluyla öğrenecek olan Curvaldia’larn Gral Şövalyelerine karşı çıkardım. Artık dilediğim tüm öğeler hazırdı; onlan içlerinde taşıdıkları o birazcık varoluş korku ve kaygıstyle kımıldanmaya bırakmak yeterdi; ama bu kez, sonunda anlattığım  Öyküye ben kendim de inanacak, dalıp gidecek değildim; madem bu bir öyküydü, şu «eğlence» diye adlandırılan şeylerden olmalıydı. Bu «eğlence» formülünü ben hep eğlenmesi gerekenin okuyucu olması diye anlamışımdır: öykünün yazan İçin de bir eğlence olması anlamına gelmez bu, yazar olaylarla arasına mesafe koyarak anlatmalıdır, soğukkanlı aiilımlarıyle coşkulan, özdenetim ile içtenlik anları birbirini izlemelidir, aslında bu en fazla yoran ve sinirlen geren yazış biçimidir. O zaman, bu yazma çabasını da somutlaştırarak bir kişiye dönüştürmek geldi aklıma; ve yazman rahibeyi yarattım, sanki anlatan oymuş gibi yaptım, bu da benim daha rahatlıkla, daha içtenlikle çalışmama olanak veriyor, öyküyü sürükleyip götürüyordu.

Gördüğünüz gibi, öyküde «ben» diyen birine gereksinim duydum, bu herhalde masal anlatımına özgü nesnel soğukluğu, modem anlatımın galiba vazgeçilmez saydığı bu lirik ve yakınlaştırıcı öğe ile gidermek içindi. Anlatının tümüyle dışında kalan bir «ben» buldum, bir karşıtlık düzeneği daha yaratmış olmak İçin de bu «ben» bir rahibe olsun dedim.

Bir anlatıcı-yorumlayıcı sbemin varlığı, dikkatimin birazını olaydan yazma eylemine, yaşamın karmaşıklığı ile, bu karmaşıklığın abece göstergeleri biçiminde aktarıldığı sayfa arasındaki ilişkiye kaydırdı. Bir an geldi, yalnız bu ilişkiyle ilgilenir oldum, öyküm yalnızca rahibenin beyaz sayfa üzerinde koşuşturan kaztüyünden kaleminin öyküsüne dönüşüyordu. Bu arada, anlatı ilerledikçe, öykünün tüm kişilerinin nasıl birbirlerine benzediklerini farkediyordum, hepsi aynı kaygı ve korkunun etkisi altında kımıldanıyorlardı, ve rahibe, kaztüyü kalem, benim, dolmakalemim, ben kendim aynı kişiydik, aynı şey, aynı kaygı, aynı doyumsuz arayıştık. Anlatılan —sanırım herhangi birşey yapan herkesin— başına gelen şeydir, kafasından her geçen şey elindeki işe —yani öyküye— yansır, ben de bu düşünceyi son bir anlatı oyununa dönüştürdüm, öykücü rahibe ile savaşçı Bradamante’yi aynı kişi yaptım. Aklıma son anda gelen bir sürpriz bu, ve sanırım size söylediğimin ötesinde hiçbir özel anlam taşımıyor. Ama siz ille de, ne bileyim, içselleştirici zekâ ile dışa-dönük canlılığın bir bütün olması gerektiği anlamına falan geldiğini düşünmeyi yeğliyorsanız, o sizin bileceğiniz iş.

Bu öyküyü dilediğiniz gibi yorumlamak da sizin bileceğiniz iş, şimdi doğuş aşamaları üstüne anlattıklarım sizi hiç bağlamasın. Ben öyküyü varlığını insan olarak gerçekleştirme yolunda bir deneyime, varlığın fethedilişine dönüştürmek istedim. Aynı zamanda «açık» diye adlandırılan türden bir öykü olsun dedim; herşeyden Önce, görüntülerin mantık çerçevesinde birbirini izleyişinden dolam, bir ovkü olarak ayakta dursun, ama gercek yaşamına, okuyucuda uyandırdığı ve önceden kestirilemeyen soru-yanıt oyunlarııye başlasın istedim. Dilerim Atalarımız’î oluşturan üç öykü çağdaş insanın atalarının soyağacı gibi görülsünler, çizdiğim her yüzde çevremizdekilerin, sizin, benim bazı çizgilerimiz sezilsin

6 Eylül 2025 Cumartesi

Ulver - Liminal Animals (2024)

 Ulver'i metalciler haricinde dinleyen var mı, varsa ne oranında, çok merak ediyorum. Nordik hüznü ambiyatik synth pop nağmeleriyle harmanlayan grup geçmişiyle değerlendirildiğinde eleştiri oklarının hedefinde olsa da bağımsız bir şekilde bakıldığında gayet yerli yerinde bir iş çıkardıkları gerçeği reddedilemez. Kısa bir süre önce teklileri hakında yazdım, Oradaki hiç beğenemediğim remiks dışındaki tüm parçalar bu albümde yer alıyor, dolayısıyla olumlu söylediğim şeyler hala geçerli. Üstüne Helian gibi trip bir parça var ki Faithless grubu ve Madonna'nın Frozen parçası geliyor aklıma. Yani bu trip hop da tam bırakılmış değil demek ki.

7,25+/10

5 Eylül 2025 Cuma

Beirut - Hadsel (2023)

 Beirut iyice olgunlaşmış, hayata olumlu bir pencereden bakıyor. Albümü de kaydettiği İskandinavya'nın bir köşesinden o güzel ambiyansı dinleyicisine taşıyor, bir de sıkıcılığı... Bestelerin de büyük bir kısmının orada yazıldığı belli. Hala trombona üflüyor ama bu atmosferin ayrılmaz bir parçası, lokomotif değil uzun süredir. Bir iki şarkıya ayrıca renk kattığı doğrudur. Albümün genel olarak arka fonda meditatif bir amaca hizmet ettiği gerçeği de öyle. Ama fazlası yok maalesef. Ne o kadar yaşlandım ne de kanım bu kadar yavaş akıyor.

6,50+/10

4 Eylül 2025 Perşembe

Asphyx - Asphyx (1994)

 Anca bu üçüncü albümde albüme kendi adlarını vermişler. Duyuluyor ki ilk 2 albümün biraz gölgesinde kalmışlar. Şahsen vokale alışamamıştım zaten, bu kayıtta şahsımı daha bi sınayan yeni vokaliyle birlikte bir araya gelen diğer faktörler sonucunda daha da dinlemesi zor bir hale gelmiş. Neyse ki thrashy rifleri ve gruuvi ritimleri tümden unutmamışlar. Bununla birlikte doom tarafın yoğunlaştığı da aşikar. Sevene... Kaydın diğer bir zayıf yönü ise oldukça sıradan başlangıcı. Yavaş yavaş ilginç hale geliyor ve 5. parçanın başında gotik bir ilahinin ya da sonlarda gotik tınıda synth introların bile alıntılandığına tanık oluyoruz. 

6,75/10

Tarihi Konuşuyoruz Sempozyumları 1: Türkiye Sosyalist Hareketi Tartışıyor / Kitle, İlke, İşçi Gerçeği, Genç Sosyalist Geleneğinden Gelenler Kendilerini Tartışıyor.

 Uzun soluklu olamayan 14 Mayıs Platformu'nun devamı gelemeyen sempozyumunun kitap halidir. İlk bölümde farklı sosyalist hareketlerden gelenler yetmişli yıllarda nasıl da kendilerinin haklı olduklarının muhabbetini etmekteler. Sempozyumun ikinci günü ise kopanlar ve bölünenleriyle TSİP geleneğini sahiplenmiş olanların değerlendirmelerine ayrılmış. Yalnız anlaşılıyor ki hem platform hem de sempozyumun kemiğini TKP(B)'liler oluşturuyor. Sadece TSİP genel merkez değil GSB ayrılığı da temsil edilmemiş. Özellikle doktorcu gelenek ile olan girift ve sisli geçmişe ve öz eleştirilere geniş yer verilmiş, TSİP geleneğinden kopuşların gerekliliği sorgulanmış. Ulusal ve dini sorun ile gençlik ve kadın hareketi karşısında geleneğin tutumları üzerine sunumlar da sonraki bölümlerde yer alıyor. Sektolojik manada öğretici bilgiler sunmaktadır.

3 Eylül 2025 Çarşamba

Ulver - Forgive Us (2024, Single)

 Günümüzde maddenin katılığı buharlaşırken müzikler de dijital eserlere dönüşüyor ve kategorilere alışık eski kafalarımız dengesini yitiriyor. Ulver'in son dönem yayınladığı şarkılar da albüm, EP, single/tekli gibi sınıflandırmaları erozyona uğratıyor. 5 şarkının yer aldığı bu sürüm, ama belki de daha fazla parça içeren sürümleri de var, aynı zamanda Liminal Animals isimli albümün de muhteviyatında ya da The Red Light'ın... Neyse, kapakta yazdığı gibi ünlü cazcı Nil Petter Molvaer'i trompeti ile duyuyoruz ama sadece kayda ismini veren şarkıda. Fark yaratıyor mu, evet. Ulver bir süredir synth pop kulvarında, ama gece ambiyans ve meodraması yoğun bestelere imza atıyor. İşin aslı türü ne olursa olsun, metal ya da caz, nordik drama diye bir şey var ve bu eserin altında da bu karanlık sular akmakta. Son remiks kaydın ederini düşüyor, hiç olmasaydı keşke.

6,75+/10

2 Eylül 2025 Salı

Nusrat Fateh Ali Khan - Devotional Songs (1992)

 Sözlerin tekerleme gibi kulağa gelmesi bazı  sığ düşüncelere saplanıp kalmış  mankafalara komik gelebilir, böyle ciddiyetsiz insancıkları bir kenara bırakırsak olağanüstü iyi bir albümle karşı karşıya olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek gerek. Şahsen çok sevmediğim Hint burada Pakistan (özde farklı değil) müziğinin dinlenebilir en üst seviyesi. Qawwali türü yani Pakistan ilahilerinin bu örneği hakikaten de dinleyeni Allah'a yaklaştırabilir. Zikir temposu izleyen parçalar içinizde bir şeyleri harekete geçirecektir. Zayıf olduğu nokta son iki parçanın biraz gölgede kalması.

8,25+/10